2 Kasım 2019 Cumartesi


2019 İznik Ultra 160K


İznik Ultra benim için bir inat halini almıştı. 2018 de 140k parkurunu 97. km de bırakmıştım. Aylar öncesinden bir sonraki yıl koşacağım düşüncesi ile 160k ye kayıt olmuştum. Beklerken işler çok beklediğim gibi gitmemişti. Sakatlıklar ve toparlanma süresi istediğim yoğunlukta bir antreman birikimi yapmam engel olmuştu. Tüm bunlara rağmen 19 Nisan cuma günü start için İzniğe yola koyulmuştum. Diğer yandan parkur 160 km ye çıkmış, ilk kısma sağlam tırmanışlar eklenmişti.

parkur
parkur yükseltisi
Yarış 19.00 da başlayacaktı. Dropbag noktası Sölöz e çekilmişti. Böylece dere geçişi sonrası kuru elbiselere kavuşacaktım. Yiyecek planımı ve kıyafet planımı yapmıştım. Sölöz de ayakkabı dahil her şeyi değiştirecektim ve yeni bir yarış gibi ilerleyecektim. 90K parkurunu bitirmiş olduğumdan gölün karşı kısmını biliyordum. Gece etabından geriye enerji biriktirmeli ve iyi beslenmeliydim. Batonlarım yanımdaydı. 
Bu yarışta start çizgisine kendi inadımın sonucu olarak gelmiş olsam da; meseleyi büyüten bir dava haline getiren ve ilerlememi sağlayacak kişiler de buradaydı. Ailem yine bana start noktasina kadar eşlik etmiş ve fotograf çekilmeyi de ihmal etmemişlerdi. Böyle sıradışı şeyler yapan biri için bu kabullenilme ve destek çok önemliydi. İşte bu benim için başlama kıvılcımı olacaktı. Gergin bir bekleyiş içinde kafamın içinden planlarımı gözden geçiriyordum. 24 saati aşacak bir yarışta her şeyi düşünüp hesaplamaya çalışıyordum. Hava ertesi gün için yağmur gösteriyordu. Bu moral bozucuydu. En azından gece yağmayacak gibi görünüyordu. Yağmurluk eldivenler çantamdaydı. Uzun kollu ile başlayıp duruma göre katman sayısını arttıracaktım. Önümde uzun bir gece vardı.


Akşamüzeri saat 7 de İznik ten start aldık. Mesafe için hızlı bir tempo ile ilerledim. Zemin kuruydu. Beklediğimden iyi bir zemin beni umutlandırdı. Başlangıç için ultra maraton temposuna uymayan bir tempoyla fakat rahat biçimde Dikilitaş istasyonuna uğradım. Hiç vakit kaybetmeden devam ettim. Akşam 19.00 da başlamak çok tuhaftı. Güneş çoktan batmıştı. Ben zeytin tarlalarına girerken, güneş ışınları son çırpınışları içindeydi. Yine de iyi görebiliyordum. Işık ihtiyacımı sonuna kadar erteledim.
Bu kısımlarda çoğunlukla tek başıma koştum. Havanın kararması ile kafa lambamı açtım. Zeytinlikler içindeki patikalara daldık. Bu kısımlar inişli çıkışlı, bazen yol ortasından fışkıran otlar, bazen de traktör tekerlerinin açtığı çukurlar ile karanlıkta tam bir şenlik alanı. Nereye bastığıma dikkat etsem de kimi zaman beklenmedik süprizlerle bir su birikintisine gömülüveriyordum. Önümüzde bir gece vardı, daha yolun çok başındaydım.
Boyalıca ya hızlı ilerleyen bir grup olarak girdik. Öncü gruplardan olduğumuzu anladım. Masadan biraz tatlı şeyler yedim. Acele etmeden iyice yiyip içtim. Önümde çılgın bir tırmanış vardı.


Köy içinden geçen yıldan bildiğim kıvrıla kıvrıla giden yola girdim. Batonlarımı açtım. İlk tırmanış başlıyordu. Gecenin soğuğu ilk hissettiğim anlardan biriydi. Önce batonların metalinin soğuğu, sonra yolun sonunda karşımda beliren tırmanışı görmem ve hafif esen bir rüzgar... Uzaktan birer yıldız gibi olan ama dikkat edince tepeye tırmanın koşucuların kafa lambaları... Göğe çıkmanız gerekiyor izlemine kapılarak başlıyorsunuz. Ben de tırmanış fanatiği biri olarak batonlarımla disiplinle tırmanmaya başladım. Yol bozuktu. Yer yer yağmur suları nedeniyle derin yarıklar mevcuttu. Eğim kimi noktalarda acımasızlaşıyor, bacaklarım yanıyordu. Parkurun bana göre kendini hatırlattığı ilk anlardan biri hep burasıydı. Tepeye ulaşıp kaybolan ışıkları görünce yaklaştığımı anlayıp daha da hızlandım. Tepede kısa bir yürüyüş yapıp biraz su içtim. Ardından geceye doğru tekrar atıldım. Geçen seneden farklı olarak, bu kez bu kısımlarda yalnızdım. Sadece kafa lambamın ışığı ve ben. Parkurun fosforlu işaretlerini takip ederek aşağı doğru inmeye başladım. üzerime uzun katmanı giymemiştim. Gecenin soğuğu özellikle inişlerde kendini hissettirmişti. Genel olarak bu kısımlarda stabil patikalar vardı. Bir süre sonra Ilıca ya ulaştım. Bu kez kapalı bir alana girdik. Biraz çorba, biraz meyve yedim. Çantamı çıkarıp yağmurluğu giydim. Soğuk etkisini hissettiğimden sıcak kalmalıyım diye düşündüm. Bu noktadan sonra parkur değişmişti ve tırmanış içeren kısımlar vardı. İlk defa olarak deneyimleyecektim. Suları ve su kola karışımımı da tazeleyip yola devam ettim. Keramet köyünün içi sessiz, ıssızdı. Sokak aralarından geçip köpek havlamalarını umursamadan dik bir yola saptım. Ne olduğunu anlamadan epey sağlam eğimli, çimlerle kaplı bir patikada buldum kendimi. Bir şekilde dağ yoluna bağlanmıştım. Karanlıkta ara ara gökyüzü seçiliyordu. Parçalı bulutlar arasından ay ışığı zaman zaman kendini gösteriyordu. Yol önce stabil gidiyordu. İlerledikçe biraz dere ve çeşme sularının ıslak bıraktığı birikintilere denk geldim. Daha sonrası ise hiç beklediğim gibi değildi. Tamamen çamurla kaplanmış bir bataklıkta buldum kendimi. Kuru olarak basabileceğiniz hiçbir nokta yoktu. Kimi zaman bir anda ayak bileklerime kadar çamura gömülerek düşük bir hızda ilerlemeye çalışıyordum. Defalarca ayaklarım tamamen suya girip çıktı. Bir ara lambamla ayaklarıma baktım. Fosforlu yeşil renkleri olan ayakkabılarım tamamen çamurla kaplıydı. Renkler seçilemiyordu bile. Bazı kısımlarda çamurlar bir miktar azalır gibi oldu. Sonra tekrar arttı. Birkaç gün önce yağan yağmurların, dağda güneş kolay alamayan alanlardaki etkisinin sonucuydu tüm bunlar. Birkaç sağlam tırmanış sırasında bir araba ve bazı fotoğrafçılara rastladım. Çıldırmış olmalılar diye düşündüm. Karanlıkta burası zirve herhalde diye düşündüğüm bir açıklığa ulaştığımda dağların arkasında olduğumu fark ettim. Uzaklarda ciddi şehir ışıkları vardı. Yer yön kavramım karıştı. İstanbul mu? İzmit mi? diye düşündüm. Gecenin bu saatinde bunca çamurla mücadele sonrası, gökte parçalı bulutlar arasında ay ışığı vururken, kıymetli bir manzara olmalı bu diye içimden geçirdim. İnmeye başladıktan bir süre sonra Mahmudiye köyünün ışıkları belirdi. Bir anca köyün içine inip kontrol noktası olan köy kahvehanesine girdim. Bu kısımda insanlar şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense şaşkınlıkla ayaklarıma bakıyordum. Biraz çorba, soda ve kola içip bir şeyler yedikten sonra tekrar yola koyuldum. Çamurlu yollara tekrar saplanarak başladı yeni kısımlar. Bir noktadan sonra kaçınılacak bir durum ortada yoktu. Soğuk, çamur ve yorgunluk. Hepsine maruz kalındıktan sonra geride sadece devam etme düşüncesi kalıyordu. Bu kısımlarda başka bir koşucu ile birlikte ilerledik. Bir noktada asfalt yola ulaştık. Biraz onunla aşağı doğru inip tekrar yol kenarından bir patikaya daldık. Ay ışığı belirginleşmişti ve hiç unutamayacağım güzellikte tırmanışlar ve patikalardan geçtik. Bitki örtüsü azaldı. Dağın çıplak sırtlarında zikzak çizerek önce tırmanıp sonra inmeye başladık. Hedefimizde Yeniköy köyü vardı. Nerede olduğumdan o an haberdar değildim. Karşıdan bakında uzanan dağların yeşil çıplak kısımlarında fazla iniş olmadan ilerliyorduk. Hava soğuktu. Çamurun yerini ıslak çimenler almıştı. Sık çalılar ve otlarla kaplı dar bir patikaya girdik. Bir süre sonra yol arkadaşım geride kaldı. Ben devam ettim. Bitki örtüsü sıktı. Bir iki noktada kayboldum izlenimine kapıldım. Fakat ilerleyince işaret gördüm. Zor noktalardı. Bir köye yaklaştım ama patika içine girmedi. Demek ki henüz değil diye düşünüp devam ettim.
Yeniköy e ulaştığımda yine merkezdeki bir kahvehane kontrol noktasıydı. İçeri girdim. Gözlerim soğuktan kanlanmıştı hissediyordum. Batma hissi vardı. Oturdum. Çorba içmeye başladım. Sıcak sobanın yanında ne kadar üşüdüğümü ve hırpalandığımı ilk kez farkettim. Biraz soda ve kola da içip tekrar yola koyuldum. Sıcak ortamdan çıkmak ilk kez zor geldi. Bu kısımdan sonra göl kıyısına doğru giden, genellikle tırmanış içermeyen bölümler vardı. Soğuk çamurlu dağ patikalarından sonra iyi geldi. Zeytin tarlalarının arasında patikarlarda ilerledim. Bir süre işaret göremeyince geri koştum. 2 dk lık bir kaybolma yaşayıp dönüş işaretini kaçırdığımı farkettim. Koşu ağırlıkla inişten sonra anayol un karşısına geçip göl kıyısına iyice yaklaştığımı farkettim. Artık dümdüz yollardaydım. Bacaklarım taş gibiydi. Hareket etmeleri acı veriyordu. Soğuktandır diye düşündüm. İlk kez yürüme molası verdim. Yürüdükçe, tempoyu düşürdükçe tekrar harekete geçmek inanılmaz zorlaşıyordu. Psikolojik olarak düştüğüm anlardaydım. İstemsizce üşüyor ve titriyordum. Kısa koşular yapıp mola veriyordum.
İznik Gölü kıyısında iskelenin yanına, geçen yılki drop bag noktasına bu biçimde ulaştım. Çorba vardı. Üşüyordum. Oturup çorbamı içmeye çalıştım. Biraz ekmek de vardı. O an oturmamla birlikte tüm kaslarımın kaskatı kesildiğini ve soğuğu daha da net hissettiğimi fark ettim. Tek rahatlatan şey içtiğim sıcak çorbaydı. Zihinsel olarak çok aşağılardaydım. Planda drop bag e ulaşmak vardı. Fakat parkuru bildiğimden çok fazla yol olduğunu biliyordum. Zihnimde bunlar belirdikçe karamsarlık daha da artıyordu. Kısır döngü içine girmiştim. Sabahın 6 buçuğuydu. Gün başlıyordu. Hava kapalıydı. Yağmur bekleniyordu. Bir şekilde kalktım. Sularımı tazelemiş olarak göl kıyısına ilerledim. Yıl boyunca eve geldikçe koşuya çıktığım yerdeydim. Her şey aynıydı, tek farklı olan ben, vücudum, kaskatı bacaklarım ve zihnimdi. İlerlemeye başladım. Bedenim gitmek istemiyordu. O anki güçsüzlük çok farklı bir duyguydu. Bedenen zayıf olduğumdan zihinsel sürece yön veremiyordum. Yürüme molalarına devam ettim, biraz daha ilerlemeye çalıştım. Uzun yarışlarda bu tarz durumlar normaldi. Önemli olan devam etmeye ikna olmaktı. Bir noktadan sonra beden gitmek istemeyecek fakat isyan ettiğinde onu ikna edecek olan şey zihindi. Bir şekilde ikisini de kontrol edemiyordum. Örnekköy e ulaşmama sadece bir iki km kalmıştı belki. Fakat yağmur yağmaya başladı. Sonra biraz dolu eklendi. Durdum. Daha fazla gidemedim. Bu noktada ailemi aradığımı hatırlıyorum, araca bindiğimde titriyordum. Kontrol noktasına gidip bıraktığımı bildirdim. Yolda biraz uyudum, kalktığımda eve ulaşmak üzereydik. Üşüyordum. Sıcak bir banyo, ardından tekrar uyku...
Tamamlayamamamın etkisi daha sonra belirginleşti. Bunları yazarken bile o zor anları düşünüp o psikolojiyi hatırlamaya çalışmak yeterli olmuyor. Yaşanan an ve beynin o anki çalışma şekli düşünme şekli çok farklı. Rahatımızın tam olduğu oturduğumuz yerden bunları düşünürken devam etmeye zorlamayı düşünmek çok kolay. Sağlam irade, sağlam vücut, bunları düşünmek de kolay. Şu an yine inat ediyorum, tekrar denemek istiyorum. Fakat ne kadar hazır hissedilirse hissedilsin, bazı noktalar var ki zihinsel ve bedensel kırılma anları oluyor. Bunların üstesinden gelebilmek nasıl mümkün hala üzerinde düşünüyorum. Belki büyük bir motivasyona ihtiyaç var. Belki çok daha fazla koşmaya. Cevap ne olursa olsun bir kez daha bir dnf ile buruk bir biçimde İznik Ultra ya veda ettim. Zihinsel ve bedensel gücünüzün sizi hiç terk etmemesi dileğiyle...

3 Haziran 2019 Pazartesi



2019 İSTANBUL YARI MARATONU


Sakatlığımın sonrasında istikrarlı bir koşabilme süreci sonrasında %100 eski halime dönemesem de bir motivasyona ihtiyacım vardı. Normalleşme sürecimi hızlandıracak ve geçmişi hatırlatacak olan İstanbul Yarı Maratonu nu tekrar koşacaktım. Blog içinde geriye doğru giderseniz ilk yazımın 2014 İstanbul Yarı Maratonu olduğunu göreceksiniz. Aradan tam 5 yıl geçmişti. Parkur biraz değişse de benim için nostaljik yerini koruyordu.

parkur
Yarışa Ahmet, Volkan ve müdürleri ile birlikte gittik. Onlar 10K koşacaklardı. Yarış alanı Yenikapı Miting alanındaydı. Ulaşım açısından Marmaray ve metro kesişiminde olduğundan stratejik bir yer. Fakat start a ulaşabilmek için biraz yürümek gerekiyor. Parkur Sirkeci vapur iskelesinden döndükten sonra Bakırköy e doğru gidiyor, ardından dönüp tekrar Yenikapı da bitiyordu. Numaralar ve son kontroller sonrası yarışa hazırdık. Tek problem start alanının kalabalığıydı. Malesef kayıt sırasında hedef süreye göre A,B,C.. şeklinde kategorilere göre çıkış yapılacağı yazsa da. A kategorisinde olan ben arkalardaydım. Ön taraflarda ise başka kategorilerden bir çok kişi vardı.




Start ile birlikte dalgalanma başladı. Kalabalıktan ötürü start çizgisine gelebilmem yaklaşık 1 dk sürdü. Sonrasında çıkış kalabalığı içinde sürekli slalomlar ile sıyrılmaya çalışarak ilerledim. Farklı kategoriden bir sürü yarışçı geçip duruyordum. Bu durum ekstra efor harcamama ve tempomun bozulmasına sebep verdi. Km ler ilerledikçe daha stabil bir hal alacağını düşünerek üzerine fazla takılmadım. Başlarda biraz hızımı arttırdım. Sirkeciye yaklaşınca başlayan hafif yokuşta tempom düzene girmeye başladı. Dönüş sonrası biraz daha gaza bastım. Yanıma aldığım jellerden birini 10.km civarında yedim. Cerrahpaşa ve Samatya sahile vardığımda nostaljiye daldım. Öğrencilik yıllarımda koştuğum sahil, köprüler derken vakit ilerledi. Uzun zamandır bu yakaya gelmemiştim. Koşmaya başladığım günler aklımda belirdi, kendimi sahilde koşarken hayal ettim.


Bakırköy e giden yolu hep kasvetli bulmuşumdur. Yine öyleydi. Zihinsel olarak dönüşü bekleyip durduğum maraton anılarım canlandı. Mesafe kısa olduğundan bu kez son dönüş çabuk belirdi. Bu kısımdan sonra biraz daha ilerleyip son jeli de yedim. Son kmler kolay olmaz, fakat bu yarışta kendimi iyi hissettim, hızımı düşürmeyip hatta bir miktar daha arttırdım. Finish çizgisini gördüğümde en iyi yarı maratonum olmayacağını biliyordum, depoda hala kalanlar vardı. 1.37.07 zaman ile yarı maratonu tamamladım.
Sakatlık sonrası rahat ve güçlü bir yarış çıkarmak benim için önemliydi. Bileğimin başına gelenlerden sonra stabilleşme ve normale dönüş sürecimde ilk yarışımdı. Katedilecek çok fazla yol vardı, önümde talihsizce kayıt olduğum İznik Ultra vardı. Kaygılıydım. Fakat yarı maratonu tekrar koşmak bana bir parça da olsa motivasyon katmıştı. Sırada tekrar denemem gereken bir ultra vardı...


2018 Kapadokya Ultratrail 63K


''The secret isn’t in your legs, but in your strength of mind'' - Kilian Jornet


19 Ekim Cuma günü Kayseri 'ye uçmak için havaalanındayız. Bu kez geçen yıl yarıda bıraktığım 119 k için değil. 63 k koşmakta karar kıldım. Kapadokya Ultra Türkiye de şimdiye kadar ki görüp koştuğum en büyük organize yarış. Yabancı katılımcı sayısı muazzam. Kapadokya koşmak için başlı başına muazzam bir yer. Açıkçası kendi adıma koşarak bu bölgeleri gezerek dolaşmak ve keşfetmekten daha çok keşfedip tadını çıkardığımı düşünüyorum. Bu yolculukta bana kız arkadaşım eşlik ediyor. Onun üzerinde koşma kültürüne ilişkin deneyler yapıyorum aslında. Bu psikolojiyi ancak tanık olanlar ve yaşayanlar anlayabilir. Onun görevi beni beklemek olacak. 
Kayseri de indiğimizde organizasyon bizi otellerimize kadar transfer araçları ile bırakıyor. Bu detaylar güzel şeyler. Geriye yarışa odaklanmanız kalıyor. Odaya yerleşip yarış kitlerini almaya gidiyoruz. Gece yarısı olmadan dönüp uyumaya geçiyorum. Sabah 7 de koşuyor olacağım.

CMT parkut eğimi



63 km uzunluğundaki bu yarış iniş çıkışları ile keyifli bir parkur. Her yönden hazır olmak benim gibiler için zor. Yüksek haftalık koşu hacimleri ve farklı antreman türlerini irtifa kazanımı içerenleri de bir arada yapmak gerek. Özetlersek elde olanlarda keyif alınan bir parkur. Çok hazır değilseniz canınızı da yakabilir. Bir yıl önce 119 k koşmayı biraz bilinçsizce denemiş olan biri olarak asıl zorlu parkurun 63 k sonrası olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Haddimi bilip sabah 7 de yarış startına koştura koştura tam vaktinde ulaştık. 10 dk içinde yarış Ürgüp merkez den start verilecek. Hava kapalı ve yağmur yağdı yağacak derken start ile birlikte üzerime yağmur çiselemeye başlıyor. Son vedaları edip koşturmaya başlıyorum. Kalabalık bir start, öyle ki insan kendisini başka ülke yarışlarında koşuyormuş gibi hissediyor. Eğimli kısımlardan yavaş bir tempo ile aralıksız koşmaya başlıyorum. Bir süre sonra yarış patikalara sapıyor. Kalabalık dolayısıyla koşmak zaman zaman zorlaşıyor. Tek kişilik bölümlerde minik sıralar oluşuyor. Ufak etraftan dolanmalar yaparak ilerlemeye çalışıyorum. Yağmur hız kesmeden devam ediyor. Bu kısımlarda patikalar ve güzel manzaralar eşliğinde geçiyor. Ortalama bir tempo tutturup buna sağdık kalmaya çabalıyorum. Yağmur endişe verici fakat bulutlar ara vereceğini müjdeliyor.  İlerledikçe bacaklar yarış psikolojisine daha çok giriyor. Arada minik sert inişler yapıyorum. Elimden geldiğince kişiyi sabırla geçmeye çalışıyorum. Kimi zaman da kendi yarışımı koşma psikolojisine giriyorum. Bunlarla oyalanarak ilerliyorum. Çok geçmeden patikalar sona eriyor. Şehre yaklaşıyoruz mesajını veren kaldırım taşı dolu inişler başlıyor. Derken ilk istasyon İbrahimpaşa ya ulaşıyorum.

goshots.net

Hızlıca bir su molası. Biraz su kola karışımı. Biraz mandalina atıştırıyorum. Tekrar yola koyuluyorum. İleride bir koşucu benle aldığı bir salkım üzümü paylaşıyor. Biraz yiyorum. Biraz şarj olduktan sonra yola koyuluyorum. Yağmur artık azalmış durumda. Koşmak için ideal bir hava hakim. Kararlılıkla ileri atılıyorum.


goshots.net

Bu kısımdan sonraki bölümlerde epey olaya ısınıyorum. Kesintisiz bir tempo yakalıyorum. Şehirden ayrıldıkça bir süre sonra tekrar patikalara kendimizi atıveriyor. Önce basamaklardan kendimizi bırakıveriyoruz. Vadi benzeri bir yerde orman içinde inişler çıkışlarla dolu bir kısımda birbirimizi kovalıyoruz. Derken bir anda sert bir iniş beliriyor yavaşlıyoruz. Sonra tekrar oyuna dönüp kovalamaca. Zaman ve km ler nasıl geçiveriyor farkında değilim. Henüz yorgunluk baş göstermemiş durumda. Bu kovalamacaların ardından bu kez tırmanmaya başlıyoruz. Eğimler tırmanışlar soluk kesme evresine gelmemişken durmadan tempomu düşürerek baş ediyorum. Yarış uzadıkça saatler geçtikçe hızlı yürümelerin kaçınılmaz olacağı çok belli.
Şehre dokunmak üzere ismini bilmediğim ev kümelerine doğru koşuyoruz. Derken bir çarşıda buluyorum kendimi. İnsanlar normal hayatlarına devam ederken, turistler etrafa merakla bakınırken bizler dörtnala geçiyoruz. Kimisi durup alkışlıyor. Kimi insanımız anlamsızca bakıyor. Kimisi de anlamsız tepkiler veriyor. Tüm bunlar hızla geçip giderken gözüme şöylece bir takılıveriyor. İşaretlere ekstra dikkat ederek uzunca bir süre düz yolda ilerliyorum.

goshots.net

Bitmeyen düzlüklerde koşuşturduktan sonra minik bir tırmanışla tekrar patikalara yöneliyoruz. Sularım bitmek üzere. Henüz istasyondan bir belirti göremiyorum.
Uçhisar da sıvı tazeleyip hızlıca yola koyuluyorum. İniş ağırlıklı bu kısımlarda inme özürlü olarak bir miktar yavaşlasam da sıcak ve kurak etrafı sarmaya başladığı sırada Göreme ye ulaşıyorum. Bu istasyon kilit bir noktada. Bir sonraki istasyona olan mesafe ve eğim grafiği bir çok durumu göz önüne seriyor. Bu noktada biraz çarpılmış durumdayım. Biraz oturup sıvı tazelemesi yapıyorum. Hatta biraz abartıyorum. Abartmakta haklıyım zor ve uzun bir kısım beni bekliyor.

goshots.net

Önce bir süre stabil ilerliyoruz. Sonra tırmanışlar başlıyor. İnsanı üzen cinsten. Diğer tarafta güneş de var. Yüzünü göstermeye başlıyor. Single track eşsiz patikalarda o kadar güzel kısımlardan geçiliyor ki, malesef o efor içindeyken insan farkında varamıyor. Belki yarış bitince geriye tebessüm ederek hatırlanıyor. Peri bacalarına tırmanıyor aralarında tepelerde inip çıkıyorsunuz. Sonra aklımda kalanlar uzun yamaçlarda giden patika ve suyumun azalmakta oluşu. Bu kaygılar ile ufku gözleyerek ilerliyorum. Belki şu tepenin ardında istasyon belirtileri? diyorum fakat yok. Bu sahne birkaç kez tekrarlanıyor. Ardından birkaç tepe ardında Çavuşin olabileceği, olması gerektiği kısım görünüyor. Sıcak çarpmış durumda. Sularım bitmiş durumda. Bacaklarım ise bir miktar dayak yemiş gibiler. Çavuşin iyi beslenilmesi gereken yerlerin başında. Çünkü sırada Akdağ tırmanışı var. Çorba, kola, soda, limon, bulabildiğim her şeyi yığıyorum önüme. Oturup yiyorum çünkü işimiz uzun. Depolar boş. Psikolojik ve fiziksel olarak doyma noktasına yaklaştığımda harekete geçiyorum. Tırmanış aşama aşama dikleşiyor. Yarış parkuru içindeki konumundan mı yoksa havasından mı bilinmez. Bu kısım tırmanış sonrası her deneyişimde beni serseme çevirmiştir. Zahmetli tırmanış sonrası bu dağ üzerindeki düzlükte koşmanızı ister. Düzlük uzayıp gider, oysa siz bir an önce inmeyi istersiniz, bu kez iniş bir türlü gelmez. Gelince ise can yakan bir hızlı, dik biçimde sizi karşılar. Sinir bozmakta haklısınızdır.
Çavuşin de serilmiş biçimde takviye yapan yarışçıların arasında bir sandalye bulup oturuyorum ve yemeye başlıyorum, bir yandan kola su soda derken sularımı tazeleyip ayrılıyorum. Ardından yavaş yavaş gözükmeye başlayan tırmanışa doğru yaklaşıyorum. Tırmanmaya başladığımda ise dağa saldırıyorum. Batonlarım yok, eller dizde vaziyette tepeye doğru zorluyorum, sonra sağa doğru kıvrıla kıvrıla gidip bir dik çıkışa daha varıyorum, o kısımda da baskıyı arttırdıktan sonra dağım tepesindeki düz alana ulaşıyorum. Burada değişen eğim ile bacaklar farklı kas gruplarına ihtiyaç duyuyor artık. Basit gibi görünen düz koşu. Fakat sert tırmanıştan sonra o kolay gözüken koşuyu bir türlü hemen yapamıyorsunuz, bacaklarınız size itaat etmiyor hemen. Bir süre ağrı tempo ilerleyip sonradan biraz daha hızlanıyorum. İnişe geçtiğimde zikzaklar çizerek inilen dik bir patika ile karşılaşıyorum. Bacaklar için fren yapmak, ve freni bu kısımda abartmak acı verici. Mümkün olduğunda kendimi patikaya bırakıyorum.
Akdağ istasyonunda fazla vakit geçirmiyorum, biraz su tazeleyip yola devam ediyorum. Bu kısımlar hafif eğimli, bazense düz stabil yollar. Esasında hızlı ve güçlü bitirilebilecek yerlerden biri. Fakat beynim beni ele geçiriyor. Bu kısımda bazı noktalarda gereksiz yürüyorum. Düzlükler can sıkıcı hal alıyor. Kendimi zorlayıp koşuyorum. Bir süre sonra parkur birleşiyor. Daha az km koşan diğer koşucular ile birlikte son kısımlara yaklaşıyorum. Ürgüp e girince minik kaldırımlar başlıyor. Finish in kokusunu almanın coşkusu ile hızlanıyorum.
63k öyle ya da böyle bitiyor. Alınması gereken dersleri alıyorum. Geçen yılki 110k ya yeltenme düşüncesi geliyor aklıma. Henüz hazır olmadığım ortada. Yoğun iş temposu arasında yapabildiklerimle oturuyorum masaya her seferinde. Gülümseyerek bitirebilmek en önemlisi aslında. Sizi finishte bekleyip gülümsetecek kişinin orada olması aslında tüm bu efor ve zorluğa katlanabilmeyi kolaylaştırıyor. Gelecek yıl daha çok gülümsemeli bir yarış çıkarabilmem dileğiyle..

Not: Bu yarışla ilgili bu yazıyı, yarıştan aylar sonra ancak yazabildim. Kapadokya sonrasıydı. Havalar soğumuştu ve rutin koşularımdan birini yine hastane sonrası az uykuyla yapmak üzere atletizm pistine gitmiştim. Zemin düzdü, hava hafif soğuktu. 1.5 km kadar sonra sağ ayak bileğimi hayatımda daha önce yaşamadığım bir acı ile burktum. Biraz dinlenip koşmayı denedim. Sonra bir şeylerin ters gittiğini anladım. Kırıldı mı yoksa burkuldu mu? Çözmem gereken ilk soru buydu. İncelememde kırık saptamadım. Fakat şişmesi ve ağrısı bana bir şeylerin koptuğunu düşündürdü. Buz, istirahat(olabildiğince), kremler 1 hafta sonunda epey gelişme sağladım. Eskisi gibiydi biraz zayıftı sanki. Ne olabilir ki biraz ısınmam lazım diye düşündüm. Tekrar piste gittim.  3-4 km kadar koştum, sonra aynı ayak bileğimi, aynı biçimde aynı yerinden tekrar burktum. Daha çok acıdı. Bundan sonraki süreç 1 ay kadar sürdü. Sadece bisiklet sürmek dışında hiçbir şey yapamadım. Koşamadım. 2 hafta ayak bileğim hafif şiş gezdim. Üstelik hastanenin en fiziksel anlamda zor biriminde saatlerce ayakta durarak üzerime ekstra radyasyon koruyucu ekipmanlarla anjiyografi yaptım bir ay boyunca. Ayak bileğimin süreci can sıkıcı oldukça moral bozukluğum da o derece arttı. Ocak ayı boyunca bir miktar fizik tedavi uyguladım. Şubat ayında bedelli askerlik görevim için gittim. Martta askerden döndüğümde ayak bileğim farklıydı. Ama koşabiliyordum. Her şey resetlenmiş gibiydi. Tekrar güçlendirmek, denge kazanmak için çabaladım. %100 aynı hissedemezsem de bir miktar koşu istikrarı sağladım. Bu istikrar sonrası koşuya İstanbul Yarı Maratonu ile geri dönebildim...

4 Eylül 2018 Salı


2018 Aladağlar Sky Trail 45K

''The mountains don't care. They're indifferent to whatever plans, whatever hopes you have..." Timothy Olson

10 Ağustos 2018 Cuma günü gerginim. Aladağlar Sky Trail için yola çıkacağım. Bir gün önceden kalan nöbetin yorgunluğu bir miktar üzerimde. Düşüncem hastaneden olabildiğince erken ayrılıp bavulumu alıp uçağa ulaşmak. Biraz uçakta kestirmek, Niğde Demirkazık'a ulaşınca Mümtaz Çankaya Dağ Evi ne yerleşip biraz daha uyumak. Uykusuzluk kaçınılmaz bir durum benim için. Fakat insan en azından yarışlara dinlenerek girmek istiyor :). Eve ulaşıp minik bir market alışverişine kadar her şey yolunda. Hava alanına ulaşınca asıl problem karşıma çıkıyor. Uçak 1 saat rötar yapmış görünüyor. Eskişehir ekibi çoktan Dağ evine ulaşmış. Onlara geç geleceğimi haber veriyorum. Uçağı beklerken bir 30 dk daha rötar gerçekleşiyor. Sonra pistte yaklaşık 20 dk daha kalkış sırası... Organizasyona ne kadar teşekkür etsem az çünkü hava alanında beni ve diğer iki kişiyi daha bekleyen servis mevcut. İndiğimde arayarak inişimi teyit ediyorlar. Sonrasında uyuyorum. 2 saat civarı yolculuk sonrası saat 01.30 da Dağ evindeyim. İyi haber, daha fazla beklememe gerek kalmayacak yarış 04.30 da start alacak!


parkur
03.30 a kadar minik bir uyku sonrası malzeme kontrolü biraz atıştırma sonrası start çizgisinde yerimi alıyorum. Aladağlar zemini oldukça zorlu, irtifa kazanımı ile can yakan ama çekiciliğini asla kaybetmeyecek bir yarış benim için. Startta yerimi aldığımda ne kadar yorgun ve ya uykusuz olduğumun önemi kalmıyor. Tadını çıkarmak için hazırım!


teçhizat hazır

goshots.net
Aladağlar karasal iklimin merkezinde. Güneş doğana kadar serin ve yükseklere çıkıldıkça daha da soğuyan bir hava mevcut. Bir çok kişi uzun kollu tercih ediyor. Bense kısa kollu giyip sabahtan güneş kremini sürüyorum. Güneşin doğmasıyla işlerin değişeceğinden eminim. 04.30 da start veriliyor. Kafa fenerleri eşliğinde dağa tırmanmaya başlıyoruz. Tepemizde pek göremeyeceğiniz ayrıntıda bir gökyüzü ve yıldızlar bize eşlik ediyor. Stabil yol olarak bir süre ilerleyen parkur bir noktada tek kişilik patikalara dönüşüyor. Eğim değişiyor. Batonlara bu noktada iş düşüyor. Sakin bir tempoda ilerliyorum. Önümdeki yolu beynim çok iyi hatırlıyor ve hatırlatıyor. Tırmanmaya odaklanıyorum.


aydınlık başlarken- goshots.net
Güneş henüz gözükmese de, aydınlık başlayınca kafa fenerini kapatıyorum. Çantama yerleştirip devam ediyorum. Hava serin, fakat hareket etmeye devam ettiğimden çok dert etmiyorum. Acımasız eğimlerde sırtlara başlıyoruz. İlerleyen gruplar çok değişmiyor. Yukarı doğru atak yapma niyetim yok. Sakince tempo ve nefesimi koruyorum. Zaman geçtikçe kafamda bir ağrılık hissediyorum. Yükseklik beni etkilemeye başladı sanırım diye düşünüyorum. Ellerimi ve ayaklarımı görüyorum. Kayaları akıllıca aşmaya çalışıyor çarşak kısımlara batonlarımı saplamaya özen gösteriyorum. Fakat gördüklerim sanki bir kaç tık yavaşlatılmış gibi. Silkeleniyorum. Soğuk biraz daha artıyor.
İlk istasyon Çelikbuyduran. Gördüğüm ve takdir ettiğim en ilginç yerlerden biri. Bu kısım 12. km lerde yer alıyor. Emler zirveye doğru kıvrılan dik patikada kenarda birçok çadır ve dağcı burayı istasyon yapmış. Bu sırtta hava soğuk. Parmaklarım uyuşmuş durumda. Biraz kola- su karışımı içip mataraları tazeleyip yola koyuluyorum. Arkada ve önümde anlatılmaz bir manzara var. Güneş ışınlarına ulaşmama çok az kaldı. Karanlık ve aydınlık çizgi şeklinde dağın sırtında. Patikanın ucunda, tepelerde koşucuları minik minik seçebiliyorsunuz. Arkada ise geride bıraktığım korkunç yükselti.





Güneş ışınları ile buluşur buluşmaz ısınmaya başlıyorum. Parmaklarım artık sorun değil. Sırada en yüksek noktaya son bir gayret var. İleriye baktığınızda yol bitmek bilmiyor. Dağ devasa, patikalar sürekli kıvrılıyor ve 3 boyutlu bir halde hedefe ilerliyor. Çarşak zemin tutunmayı ve basmayı ciddi anlamda zorluyor. Mars yüzeyine benzer bir yerdesiniz. Etraf kaya ve çarşaktan ibaret. Sıvı alıp durmaktan ve biraz da soğuğun etkisi ile tuvaletim geliyor. Fakat kenara çekesim gelmiyor. Zirveye kadar sabretmeye karar veriyorum.


Emler zirve
Bitmek bilmeyen tırmanışın sonunda yarı sarhoş Emler zirve deyim. Bu kısımlara kadar iyice etkisini arttıran yükselti etkisi beni ele geçirmiş durumda. İnişe başlamadan önce zirveden aşağı küçük bir tuvalet molası ! İnişe başlamam ile farklı kas gruplarına merhaba diyorum. Kontrollü başlayıp hızlanıyorum. Çarşakta kaymak zevkli fakat dikkat gerektiriyor. Kıvrıla kıvrıla aşağıya doğru kendimi bırakıyorum patikaya. Güneş artık oyunun içinde. Sıvı tüketimine dikkat ediyorum. İnmenin etkisi ile biraz rahatlayıp hızlanıyorum. Direktaş istasyonuna hoplaya zıplaya varıyorum.


goshots.net
İstasyonda çok oyalanmamaya çalışarak biraz yiyip içiyorum. Sırada Mta Tepe tırmanışı var. Hem görünüşü ile sizi psikolojik olarak yıkan hem de dik eğimiyle fiziksel olarak sizi yıpratan bir kısım burası. İstasyon sonrası patikada bir süre geçirip gölet yanından geçtikten sonra bir yükselti sizi karşılıyor. Yukarılarda anlam veremediğiniz küçük karınca benzeri görüntülerin önünüzdeki yarışmacılar olduğunu fark ettiğinizde durumun ciddiyeti sizi bir miktar yıldırıyor. Kural basit; bırakın patika sizi çıkarsın. Baş aşağı, batonlar tam gaz ileri... Kimi noktalarda bacaklarınız çıkmak, vücudunuz ilerlemeyi bırakmak, daha fazla tırmanmak istemiyor. Zihninizi ikna ettiğiniz sürece bir şekilde ilerliyorsunuz. Biraz karbonhidrat, biraz sıvı derken zirveye ulaşıyorum. Biraz soluklanıp inişe başlıyorum. Başlangıcı oldukça teknik olan bir iniş burası. Koşmak çok zor, öncelik can güvenliği diyerek dikkatlice iniyorsunuz. Dik ve bol kayalı ilk bölümler ve tehlikeli geçişlerden sonra eğim düzeliyor. Koşulabilir alanlarda koşarak ilerliyorum. Bu kısımlarda bir miktar yorgunluk hissetmeye başlıyorum. Koş yürü yapmaya başlıyorum.


mta zirve
Maden Yayla istasyonu tepeden uzunca bir inişin sonunda gözüküyor. Bu kısımda sadece su var. Suları biraz tazeleyip yola koyuluyorum. Bu kısımlarda ciddi bir tırmanış yok. Yerine bolca koyun var. Yörüklere ait çadırlar ve büyük koyun sürüleri çıkıyor karşınıza. Yola koyulup biraz ilerledikten sonra öbek öbek koyunlar yerini daha büyük bir sürüye bırakıyor. Yavaşlıyorum. Endişem bunca koyunu koruyan çoban köpeklerinin de olması gerektiği gerçeği. İlk karşılaşmamda göremiyorum. Yörük çadırına selam verip devam ediyorum. Bir sonraki karşılaştığım sürü çok daha büyük. Uzaklarda köpekleri de seçiyorum. Neyse ki çoban yakın, Yörük çadırı yakın. Uzaktan sakince ilerliyorum. Telaş yapmadan yürüyerek geçiyorum. Sıcaktan olsa gerek, ne köpekler ne de koyunlar tepki veriyor. Bütün canlılar serinlemenin ve minimal efor harcamanın derdinde. Ben hariç diyorum içimden. Karagöl istasyonu da tepeden uzunca bir inişin sonunda bir göletin kenarında. Dik iniş sonrası burada bilerek biraz uzun duraklıyorum. Karpuz var! Sıvıları yenileyip biraz karpuz biraz da masadaki diğer şeylerden atıştırıyorum. Sırada Davlumbaz tepe var. Biraz tırmandıktan sonra batonların çaresiz kaldığı kayalar arasında ilerlemeye başlıyorum. İlerleme kelimesini özel olarak vurguluyorum. Koşmak veya yürümek değil çünkü bu. Kimi zaman eller de devreye giriyor. İlk kaya topluluğu sonrası Davlumbaz tepe görünüyor. Fotoğraf çeksem de, ne derinliği, ne de yükselti algısını tam olarak göstermiyor. Oraya gitmeniz, gideceğiniz yeri idrak etmeniz ve şaşırmanız gerekiyor.


 davlumbaz tepe
Kayalar bitip çarşak zemin başladığında bir elimde batonlar diğer elimle kayalara tutunarak destekle ilerliyorum. Daha önce çıktığımdan rotaya aşinayım. Yukarı bakmamaya, moral bozmamaya çalışıyorum. Bu kısımda 4-5 görevli farklı noktalarda yarışmacılara direktiflerde bulunuyor. Kaya düşme tehlikesi de olan bir kısım. Biraz ilerledikten sonra eller daha da devreye giriyor. Sağlam kayayı bulup kendimi çekerek ilerliyorum. Bazı anlarda her bastığınız kaya stabil olmuyor. Bu açıdan tehlikeli bir çıkış. İş kimi noktalarda boulder duvarında antremana benziyor. Özellikle son kısımda son bir atak sonrası zirveye ulaşıyorsunuz. Biraz da kubbeye tırmanıp çipimi okutuyorum. Yarışın son tırmanışı geride kalıyor. Geriye uzun inişler kaldığından amacım biraz hızlanmak. Çarşak zeminden faydalanmaya çalışarak son enerjim ile iyice kayak moduna geçiyorum. Bir kısım patikada biraz ilerledikten sonra daha dik bir inişle vadiye doğru iniş görünüyor. Bu alanda çarşak daha seyrek, kayalar daha belirgin. Amacım hızlı inmek olduğundan bir miktar hızlandığım anlardan birinde ayaklarım yerden kesiliyor. Refleks olarak batonları saplıyorum ama onlar da geride kalıyor. Kalçamın üzerine çok ser düşüp biraz kayıyorum. O arada sol tarafım bir kayanın üzerinden de geçiyor. Sırtüstü yerde buluyorum kendimi. Yara bere gözükmüyor. Fakat sol kalçam sızlıyor. Künt bir ağrı var. Hafif morardığını görüyorum. Hareket etmeye çalıştığımda daha çok ezilmeye bağlı gibi hissettiren bir ağrı saplanıyor. Bisiklet kazası geçirdiğimde benzer ağrıyı yaşamış ardından kas içinde bir hematomum olmuştu. Yine buna aday bir ağrı bu diye düşünüyorum. Batonları destek alarak yavaşça inmeye çalışıyorum. Koşmak çok ağrılı hale geliyor. Hızlanmayı planladığım iniş artık yürüme haline geliyor. Vadiye indiğimde eğim düzeliyor bir miktar. Batonları Walker tarzı kullanarak destekle ilerliyorum. Can sıkıcı bir durum fakat bitirmeye kararlıyım. Kaplumbağa ciddiyeti ile biraz agresif olmaya çalışarak Teke pınarı istasyonuna geliyorum. Sıvılarım bitmemiş. Burada görevlilerden ağrı kesici alıyorum. Son bir gayretle yola devam ediyorum. Minik bir çıkış sonrası vadiye iyice iniyorum. Stabil bir eğimde dahi rahat inemesemde sabırla ilerliyorum.
Yarış hafızam kalan mesafeyi bildiğinden Dağ evi gözükmek üzere diye seviniyorum zaman ilerledikçe. Son kısımlara geldiğimde ise patikanın değiştiğini, daha dik inişli bir kısma doğru sağa kıvrıldığını fark ediyorum. Yavaş ilerleyen benim için ekstra iniş olması hoş değil. Kontrollü biçimde inmeye çabalarken oldukça kaygan bir toprak olduğunu fark ediyorum. Tam bunu düşünürken sağlam bir şekilde kayıp tekrar yere oturuyorum. Ağrı bir şimşek çakması gibi belirip nefesimi kesiyor. Ciddi bir şey yok fakat biraz seslice küfrediyorum. Kalkıp yola devam ediyorum.



Hayal ettiğim bir bitiş değil. Hayal ettiğim bir dinçlikle de değil. Fakat patika koşuları zaten süprizlerle dolu değil mi? Hepsine rağmen dağlarda olmanın verdiği huzur beni finish e dargın götürmüyor. Yine gülümsüyorum. Aladağlar her yıl katılınması gereken yarışlardan biri. Doğanın size sınırlarınızı hatırlatması bir yandan da nefesinizi kesmesi için bir fırsat. Aladağlar acımasız. Fakat bu acımasızlık size bir çok pozitiflik katıyor günün sonunda. Önce haddinizi bildiriyor. Sizi dehşete düşürüyor. Ertesi sabah bir gün önce yaptıklarınız gözünüzün önüne geliyor kimi zaman inanamıyorsunuz. Bunun sonunda daha güçlü hissediyorsunuz. Fakat bu gücün bir sınırı olduğunu da içten içe biliyorsunuz. Size üstü kapalı bir mütevazılık da katmayı ihmal etmiyor bu dağlar. Bir sonraki yıl tekrar göüşmek üzere...

16 Temmuz 2018 Pazartesi


2018 Sapanca Ultra 55K


''Pain now.... beer later. - Dr George Sheehan''

parkur 2017 ile aynı

08.06.2018 arkadaşımı hava alanından almak üzere yoldayım.  Plan basit. O tatil yapacak, ben de bir gün sonra Sapanca Ultra 55k da koşacağım ( aslında 52k). Gece yolculuğu sonrası oteldeyiz. Otel göz kamaştırıcı. İlk düşünce buraya koşmak için gelmenin tezatlığı. Hava muhteşem. İstanbul sonrası yeşilliğin içinde olmak nefes kesici. Şansıma yarış çadırı açık. Yarış kitimi alıveriyorum. Otel saatle orantılı olarak tenhalaşma evresinde. Biraz oturup bir şeyler içip uyumaya gidiyorum. Koşulması gereken bir yarış bilinmeyen bir parkur söz konusu.
Deliksiz uyuyorum. Alarm ile uyanıp kahvaltı yapmaya iniyorum. Açık büfe erken kurulmuş. Göz kamaştırıcı. Az ve öz yemek gerek. Biraz abarttığımı farkediyorum. Yapacak çok bir şey yok. Erir nasılsa diyorum yine :). İlk km leri koşarken kalbimin kanı bacaklara mı yoksa mesenterik sisteme mi göndersem diye düşünmesi muhtemel. Start alanında Eskişehir ekibi ile birlikteyiz. Biraz fotoğraf ve muhabbet sonrası başlıyoruz. Asfalt parkurda bir süre ilerliyoruz. Evet yemek birazcık fazla kaçtı sanırım.
Bir süre sonra patikaya giren yola sapıyoruz. Hafif bir rampa sonrası şok edici tablo ile karşı karşıyayım. Yüzlerce arı kovanı ! Karşılıklı dizili. Evet itiraf etme vakti. Arılardan her zaman korkmuşumdur. Tablo korkulmayacak gibi değil. Ses, ışık hareket hepsine duyalılar. Yürümeye başlıyoruz. İlk kovanları rahat geçiyoruz. Köşeyi dönünce aynı dizili kovanlar devam ediyor... Gruptan bir kaç kişi saldırıya uğruyor. Panik start alıyor. Sabretmeye çalışıyorum. Fakat arılarda aynı sabır yok. İlk saldırıma uğruyorum. Berbat. Panikliyorum. Koşmaya başlıyorum. Fakat çözüm değil. Üzerimde daha çok arı var. Vızıltılar her yanımda. Kovan sürüsü geçince üzerimde yangın varmış gibi vurup duruyorum. Bir kaç yarışçı da aynı durumda. Onlara da şapkamla vuruyorum. Köşeyi dönünce tekrar kovanlar.... Bu kez yürüyerek geçiyorum. Arkada gözlüğümü düşürmüşüm. Bir yarışçı veriyor. Teşekkür ediyorum. Yürürken de ısırılıyorum. Küfür edip devam ediyorum. İğnelerden ulaşabildiklerimi çıkarıyorum. Nihayet kovanlar bitiyor. Panik devam ediyor. Seslere karşı çok hassassım. Aklımda acaba salgılarının kokusunu alıp beni takip ederler mi düşüncesi var. Derken sağ köprücük kemiğimin üstünden ısırılıyorum. Saklanmayı başarmış bir asker arı son atağını yapıyor. Saydığımda 8 yerimden ısırılmışım. Yavaşlayıp yürüyorum. Seslere karşı hassasiyetim sürüyor. Zaman nasıl geçiyor bilmiyorum ama tekrar kovan mı çıkacak korkusu ile çoğunlukla yürüyerek ilk kontrol noktasına ulaşıyorum. Su doldurup arılar konusunda görevlileri uyarıyorum. Olası bir anaflaksi riski söz konusu. Yarışan bunca insan varken, hava ısınırken, ayrıca 35k lar gelecekken kovanlarla dizili bir etap sıkıntılı bir durum.
Suları doldurduktan sonra biraz hızlanıyorum. Şokun etkisi yavaş yavaş geçiyor. Müzik dinlemeye başlıyorum. Çevre sesleri bir miktar azaldığı için daha rahatım. Hafif yokuşlar olan bu kısımda rahat ilerliyorum. Minik koşular ile önüme çıkanları geçiyorum.


Diğer kontrol noktası çabucak geliyor. Biraz oyalanıyorum. Sonra koşucuların peşine takılıyorum. Bu kısımda parkur iyice ormanın içine giriyor. Çok keyifli epey dik inişler yapıp sulu kısımlara giriyoruz. Bu kısımlar keyifli geliyor. Biraz gittikten ilerledikten sonra dere ve koca yapraklı bitkilerle kaplı bir kısma geliyorum. İlerlemesi kolay değil. Herkes yürüyüş modunda. Basılan hiç bir yer görünmüyor. Zaman zaman kayıyorum. Daha ileride işler daha da karışıyor. Minik bir dereye karşı dik olarak çıkmaya başlıyoruz. Her yer çamur. Çıkışı kolaylaştırmak için halat var. Tutunarak savaşarak ordan kurtuluyorum. Bir süre daha sürünüp savaştıktan sonra yola ulaşıyorum. Yolun sonu ise başka bir mola noktası. Burdan sonra Kartepe zirve var. Bol sıvı tüketip biraz üzerimi ıslatıyorum. Çamurlardan bir miktar kurtuluyorum. Yukarı çıkma fikri hoşuma gidiyor. Kazanabildiğim kadar zaman kazanıp ilerlemem gerek. Sabırla ilerliyorum. Parkurun hafif eğimli bu kısımları çok keyifli. Bir çoban ve koyun sürüsünü geçiyorum. Zirveye yaklaşıp yaklaşmadığımı tartarak ilerliyorum. Bir zaman sonra eğim artıyor. Yeşil bir patikaya saparak Kartepe ye yaklaşıyorum.



 Kartepe zirve de istasyon yok. Numaramı okutup inişe geçiyorum. Teleferik hattı boyunca inişler başlıyor. Tek kişilik patikalar bunlar. Zemin bozuk. Dikkatle iniyorum. Düşme tehlikeleri atlatıp kayalar ile azcık hırpalanıyorum. Sonra bitmek bilmeyen düz yollar ile devam ediyoruz. Bu kısımlarda tedirginim, yavaş inişim sırasında bana yaklaşan oldu mu acaba diyorum.  Kartepe öncesi olan kontrol noktasına tekrar varıyoruz. Yarış burada ortak diye düşünüyorum. Yine biraz su molası sonrası benden önce ayrılan koşucuya yetişmeye çalışıyorum. Bu kısımda mide sorunları yaşıyorum. Kola beni rahatsız ediyor. İniş ağırlıklı parkurdan dolayı kendimi eğime bırakıp geçmesi için çabalıyorum. Bir süre sonra dayanabilir hal alıyor. Önümdeki koşucuyu bir süre takip ettikten sonra geride bırakıyorum. Artık tek başımayım. Uzun süre iyi bir tempoda gittikten sonra patikalar bitmemeye başlıyor. Orman içinde ilerlemenin ardından bir noktada düşüyorum. O kadar ani oluyor ki bir anda ağaçları seyreder pozisyondayım. Toparlanıp durum değerlendirmesi sonrası yola devam ediyorum. Ormanda ağaçların arasında bir noktada yere düşürülmüş, sonradan bırakıldığını farkettiğim, bir yığın su şişesi duruyor. İnsansız minik su istasyonundan bir şişe kapıp ilerliyorum.



Son kontrol noktası. Geride sadece finish var. Az kaldı ve arı yok motivasyonları ile biraz atıştırıp yola çıkıyorum. Sıcakla mücadelem burada başlıyor. Ciddi bir iniş başlıyor. Neredeyse hiç bitmeden devam ediyor. Diğer kategorilerden yarışmacılar da görüyorum. İndikçe iniyorum. Hava sıcaklamaya devam ediyor. Parkur dere ile kısmi olarak kesişmeye başlıyor. Bir anda su akıntılarının içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Bir müddet sonra bir dere geçişi gözüküyor. Biraz poz vermeye biraz da serinlemeye ihtiyacım var.




Hızlıca geçip minik bir tırmanış sonrası kendimi eğime bırakmaya çalışıyorum. Fren mekanizmalarımı bir türlü devre dışı bırakamadığımdan inişler nispeten yavaş sürüyor. Öğle saatlerinin de etkisiyle sıcak bunaltıcı bir hal almaya başlıyor. Sıvı alarak üstesinden gelmeye çabalıyorum. İnerken dövülen bacaklar ve sıcak. Psikolojik savaş halini alıyor. Finish öncesi minik bir su noktası daha var. O kısma kadar sabredip dişlerimi sıkıyorum. Gözlerim her tepecik sonrası o noktayı arıyor. Sular azalırken sabır da tükeniyor. Bir yokuş inişinde bir kadın ve sular. Bir şişe alıp kafama dikip ormana dalıyorum. Tek kişilik patikalar, bol bitki kökü ve dikleşen toprak. Burdan sonrası artık otel gözükür diyerek salıveriyorum kendimi. Rekabetçi ruhum yok sızlanan tarafım daha hakim. Çılgın inişlerden sonra asfalta ulaşıveriyorum. Azalan işaretlerin peşinde otel i arayarak koşturuyorum. Bir süre ilerledikten sonra otele arka taraflardan bir noktadan girip ünlü bitiş yolunda ilerliyorum. Biraz yorgun biraz sıcaklamış halde hatıra madalyasına şöyle bir göz kırpıyorum.



İlk defa deneyimleme fırsatı bulduğum Sapanca Ultra beklediğimden başarılı bir organizasyon. Parkur güzel çeşitlilik içeren tarzda, keyifle koşulabilen bir bölgede. Manzara her zamanki gibi muhteşem. Malesef bu güzel manzara ve doğal güzelliklerini yalnızca koşup geçtiğim için paylaşamıyorum, beynimde kendime saklıyorum. Sıcak son kısımlarda zorlamış olsa da antreman niteliğinde rahat bir yarış çıkarıyorum. Arı faciası ise yarışın tek negatif tarafı. Kimseye ciddi bir şey olmamasını umuyorum, yine de ciddi önlem alınması gereken bir durum. Arı fobim tekrar alevleniyor. Ertesi günü ve yarış sonrasını otel havuzunda geçirdiğimden keyif meraklısı olan başta ben olmak üzere, diğer yarışmacılara da cazip bir organizasyon sunan ekibe teşekkürler. Gelecek yıl arısız bir parkur olması dileğiyle...

14 Haziran 2018 Perşembe


2018 Tahtalı Run To Sky 27K


''The summit is what drives us, but the climb itself is what matters. - Conrad Anker''

Tahtalı Dağı zirve 2365mt


18 Mayıs Cuma, İstanbul dan telaşla ayrılıyorum. Uçağa yetişmem gerek. Uçağa yetişip Antalya ya indiğimde diğer telaş başlıyor. Çıralı ya ulaşmak... Neden Çıralı ? Çünkü ertesi sabah Tahtalı Run To Sky yarışına katılacağım. Deniz seviyesinden başlayarak Tahtalı zirvesine çıkacağım. Bu durum 0 dan başlayıp 2365 metreye 27 km içinde tırmanmak demek. Bir yıl önce 90 km lik Tahtalı Ultra Sky versiyonunu bitirmiş olan ben bu kez huzur peşindeyim. Yukarı tırmanmayı her zaman sevmişimdir.


Masum görünen fakat şeytan ayrıntıda gizli olan eğim grafiği
Eğim grafiğinden anlaşabilecek üzere nadiren koşulan genellikle tırmanılan ve sürünülen bir parkur bu. Baton kullanmayı kesinlikle tavsiye ettiğim bir parkur. Güç ve dayanıklılık, dikey tırmanış gerektiren bu parkur, her yıl koşulabilecek, kendinizi tekrar tekrar test edebileceğiniz türden bir canavar.
Antalya dan araba kiralayıp Çıralı ya yola çıkıyorum. Gece 1 de Nerissa Butik Otel e ulaşıyorum. Geçen yıl kalıp mutlu ayrıldığım için yine burayı tercih ediyorum. Hemen odama geçip minik bir hazırlık sonrası uykuya dalıyorum. Sabah erken kalkıp benim için hazırladıkları minik kahvaltıyı yapıp hemen tekrar hazırlanmaya dönüyorum. Çanta, batonlar, kıyafetler derken start için sadece 15 dk kaldığını görüyorum. Gidip yarış numaramı almam gerek! Arabaya atlayıp start noktasına ulaşıyorum. Bir telaşla göğüs numaramı alıp üzerime takıyorum. Start a 2 dk ! Bekleyen kalabalığın ortasına dalıp 10 dan geriye doğru sayıyoruz. Bir anda koşturmaya başlıyorum. Biraz aceleye geldiğini kabul ediyorum fakat işe koyulma zamanı. Henüz güneşin ilk ışıkları etrafı sarmamış olsa da ortalama üstü bir tempo ile ilerliyoruz. Kahvaltı henüz sindirilmemiş, henüz ısınmamış olmanın etkisi ve havanın nedense boğucu bir sıcaklıkta olması.. Terlemeye başlıyorum. Bir süre ilerledikten sonra Yanartaş merdivenleri başlıyor. Artık patika daralıyor ve tırmanış başlıyor. Batonları yavaştan kullanmaya başlıyorum. Bu kısımlarda tempo düşüyor. Kimileri atak yapıp hızla tırmanmaya çalışıyor. Parkuru bildiğimden dolayı tırmanmaya başlamak ile birlikte bir sabır içine giriyorum. Acele etmeden bacaklarımı korumanın peşindeyim. Arkadan gelen hissettiğimde yana kayıp yol veriyorum. Minik birkaç inişte dikkatle iniyorum. Riske girmeden ilerleme yolundayım. Yanartaş sonrası alevler içinden de geçip iniş sonrası hafif eğimli bir yolda ilerliyoruz. İşler bu kısımda kötü değil fakat bedenim koşmanın yeni yeni farkında. Tarif edemediğim nemli bir hava var epey sıcaklıyorum. Nabzımı düşürme çabaları ile sabırla ilerliyorum.



Ulupınar kontrol noktasına asfalt bir yoldan koşularak ulaşılıyor. İlk işim suları tazelemek. Biraz su içiyorum. Çeşmeyi görmemle birlikte kafamı suyun altına sokuyorum. Sonra tırmanmaya devam. Batonlar işin içine daha belirgin giriyor. Anayoldan karşıya geçip patikalara dalıyoruz. Bu kısımlarda kendimi daha rahat hissediyorum. Koşulabilen eğimlerde koşmaya gayret ediyorum. Kimi noktalarda hızlı batonlu yürüyüşe geçiyorum. Bu noktada tırmanışlardan birinde Mevlüt Kabadayı ile tanışıyorum. Kendisi matematik öğretmeni. Antalya Manavgat ta yaşıyor. Antreman yapmak için müthiş bir yer. Dinlerken kıskanıyorum. Ayrıca cyclo cross bisikleti var. Konuya bisikletinde eklenmesi muhabbeti arttırıyor. Birlikte ilerliyoruz.
Bu yarışlarda en sinir bozucu olabilecek olaylardan biri; kaybolmak. Önce benim başıma geliyor. Bir miktar yokuş aşağı giden bir yoldan iniyorum. Sonra fark edip geri koşmak insana en çok dokunan şeylerden... Bir benzerini Mevlüt Abi ile yaşıyoruz. Durumu kabullenip olabildiğince hızla ilerlemek en doğrusu. Bu kısımlarda kayalar arasında bir süre zor tırmanışlar yapıp ardından stabilize patikalara dalıyoruz. Çok kolay olmayan bir o kadar da yıpratıcı bir parkur zemini var. Sıcağın da etkisi ile ben sularımı biraz hızlı tüketiyorum. Sonuç olarak Beycik kontrol noktasına daha varmadan susuz kalıyorum. Nem sıcak ve diğer bir çok faktör yine sıcak eşiğimi zorluyor. Kafamdan geçen bir su kaynağına kendimi atmak... Beycik köyü gözüktüğünde suya ulaşma düşüncesi beni çekiyor. Kontrol noktasında önce soda tuz su diyerek hidrasyona başlıyorum. Bir kuyuya akan su kaynağı görünce hemen kafamı sokup biraz da orada tazeleniyorum. Gelen herkes bitkin durumda sıcaklamış görünüyorlar. Mevlüt abi erken ayrılıyor. Ben kalan kısmın zirvede biteceğini düşünerek iyice tazeleniyorum. Eskişehir den Oğuzhan Emre de burada. Bunalmış ve yarışı bırakmayı bile düşünmüş. Beycik de epey vakit harcadığını söylüyor. Benden önce ayrılıyor. Zirve de karşılaştığımızda iyi bir süre ile bitirdiğini öğreniyorum.
Beycik den ayrılırken yarışın son aşamalarına geldiğimi biliyorum. Bundan sonrası acımasız tırmanışlar. Hiç duraksamadan bitmek bilmeyen uzunlukta ve diklikte tırmanışlar... Artık külahı görebiliyorum. Ona doğru dimdik çıkmanın vakti.


Tırmanışa batonlarım ile ritmik biçimde başlıyorum. Önce stabilize bir yol ile tırmanıyoruz. Stabilize yol zamanla daralıyor. Külah sağ yanınızda size eşlik ederken, zamanla siz kıvrıla kıvrıla orman örtüsü ile çevriliyorsunuz ve ona doğru farkında olmadan tırmanıyorsunuz. Tırmanışa enerjik biçimde devam ediyorum. Kimi zaman başlarda tempo sıcaklık kötü gitse de sonradan açılma durumu olur ya, o tarz bir durum hissediyorum. Ritmik tırmanarak önümdekileri geçiyorum. Bir süre sonra arkamda kimse kalmıyor. Geçen yıl 90 K koşarken geçtiğim patikalar tanıdık geliyor. Bir noktada açığa çıkıyoruz. Biraz yukarıda gölgelik yapılarak oluşturulmuş kulübeye benzeyen bir yapı var. Ona ulaşmak kolay değil. İşaretler sizi sınır tellerine götürüyor. Burada tahta merdivene tırmanıp sınır tellerini aşmanız bekleniyor. Telleri aşıp kulübemsi yere ulaşıyorum. Bir teyze burada taze portakal suyu hazırlıyor. Maalesef fotoğraf çekmiyorum fakat burada su var ! Ağaç kökü tarzında bir çeşmenin içinden çıkan soğuk bir su ! Hemen kafamı sokup biraz yüzümü yıkıyorum. Biraz da içiyorum derken içimden burada suyun altında kalmak yatmak geliyor bir an. Biraz su tazeleyip teyzeye teşekkür edip yola koyuluyorum. Biraz ileride tekrar sınır tellerini aşıp patikalara başlıyorum. Parkur bu noktadan sonra dik ve acımasız. Single track şeklinde sürekli tırmanışlar başlıyor. Serinlemiş ve dinç halde başlıyorum yine tırmanmaya. Bu kısımlarda ayakta kalabilmek gerçekten zor. Tek taktik yavaşlamak fakat durmamak. Parkur masallardaki gibi. Koca koca ağaç kökleri irili ufaklı taşlar, kayalar. Sessizlik.. Tam anlamıyla tek başınızasınız. Belgesellerde gördüğünüz türden patikalarda bir başınıza dallara kayalara serpiştirilmiş işaretleri takip ederek yolunuzu buluyorsunuz.  Arkamdan gelen olmuyor, fakat yol boyunca diğer parkurlardan ve 28 K dan yarışmacıları geçmeye devam ediyorum. Ara ara gaza gelip minik koşular yapıyorum. Batonlar çok işe yarıyor. Çok profesyonel olmasa da epey tecrübe edindiğimi düşünüyorum onlarla. Geçen yıl bu kısımlarda epey zorlandığımı, belki de psikolojik olarak 90K nın düşüncesinde tedirgin olduğumu hatırlıyorum. Bu kez durum daha farklı. Her ne kadar zor olup acı verecek olsa da hepsinin sonunda zirve ye varmak düşüncesi var. Durumdan şikayet etmek yerine tadını çıkarıp enerjimi sonuna kadar kullanma düşüncesindeyim. Eğim azaldığı yerlerde minik koşular yapmaya devam ediyorum. Saatimi kontrol edip bir şeyler yemeyi ihmal etmiyorum. Suyumu biraz daha yudum hesabıyla tüketiyorum. Zirve hep yakın gibi gözüküp kolay varılamayan bir yer. Bir süre sonra hafızam beni yanıltmıyor. Orman örtüsü bitiyor. Önümde külah var.


Bu kısımda artık güneşle aranızda bir engel yok. Zihin oyunlarının başlama vakti. Şu tepenin arkası muhtemelen dediğiniz ama yeni bir tepe çıkıveren kısımlar buralar. Üstelik zemin kayalık. Batonlar tutunmakta zorlanıyor. Eğim kırıcı seviyelere çıkıyor. Yine önümde eğimle mücadele içinde yarışmacılar var. Seri biçimde tırmanmaya girişiyorum tekrar. Minik adımlar, zorlanılan yerlerde çift elle baton kullanarak adeta dağ ile bir kavgaya tutuşuyorum. Karanlık noktalar yakın. Beynim sürekli şu tepenin ardında ne var merak duygusu içinde. Mantığım ise önüme bakıp çizgiye kadar düşünmememi söylüyor. Tepelerin ardında bulunduğum durumdan çok daha rezil bir tırmanış var kesin diye içimden geçiriyorum. Beklentimin altındaysa biraz daha mutlu olup motive tırmanıyorum. Önümdeki tırmananları geçmeye devam ediyorum bir yandan. Yukarıdan zirveye ulaşıp geri dönen yarışmacılar var. 60K ve 90K koşucuları... Onları da tebrik etmeyi ihmal etmiyorum bir yandan. Bu yıl hava epey sıcak. Bir yıl önce ben inerken ise dolu yağıyordu. Soğuk hava düşüncesi kulağa bu yıl cazip geliyor.


Görüş alanımın içindeki en yüksek noktaya her ulaştığımda ardında zirvenin gözükmesi düşüncesi daha sık kendini hatırlatmaya başlıyor. Zihin oyunlarını yoğunlaştırıyorum. Kimi az eğimli noktalarda minik koşular yapıyorum. Dikkatimi karamsarlıktan uzaklaştırmam gerek. Bacaklarım acı çekmeye devam ederken her şeyin zirvede bitivereceği, şu an saniyeleri değiştirdiğim düşüncesi beliriyor. Mevlüt abi ile 5 saat altı bitirme planımız aklıma geliyor. Üstte fotoğrafını attığım kısımda biraz umudum var. Gaza basıyorum. Daha hızlı tırmanıyorum. Daha ilerilerde Mevlüt abi görünüyor. Seçebiliyorum fakat mesafemiz aynı kalıyor. Benzer hızlarda tırmanıyoruz diye düşünüyorum. Bir tırmanış sonunda daha yeni kare görüyorum. Burada 5 saat hedefi umutlarım kırılıyor.


En tepede teleferik binası sonunda görüşe giriyor. Oraya ulaşmak hemen olacak iş değil. Umutlarım sarsılsa da enerjim var. Kalan kısımda ne varsa kullanıyorum. Koşar tırmanır vaziyette mesafeyi azaltma peşindeyim. Bu kısımda da önümde olan yarışmacıları geride bırakıyorum. Tepeye giden son tırmanışa geldiğimde artık son metreler diyorum. Patika bitip merdivenler başlıyor. Halıdan geçerek finish e geliyorum. 05.08.52 ile bitiriyorum.


Tüm bunlar zirvede durup etrafa bakındığınızda iyi ki yapmışım dedirtecek bir fiziksel mücadele aslında. Deniz seviyesinden başlayıp evet şu dağa tırmanacağım deyip bunu gerçekleştirdiğiniz çok fazla yarış yok. Tahtalı Run to Sky bunu size sağlıyor. Bundan dolayı organizatör Polat bey e teşekkürü borç bilirim. Biraz tazelenip etrafı seyrediyorum. Denizi görünce aklıma aşağıya teleferikle inecek olma düşüncesi geliyor mutlu oluyorum. Aklımda bu kez deniz keyfi yapmak var. 2365 metreden 0 a tekrar inmeden önce biraz fotoğraf çekiliyoruz. Her yarış yeni bir dost edinmemi sağlıyor. Bu kez de Mevlüt Kabadayı ya yarışta bana eşlik etmesinden, hoş diyalogu ve bisiklet tutkusu için ayrıca fotoğraflar için de çok teşekkür ediyorum. Yarışlarda daha da denk gelmek dileğiyle, ki bundan hiç şüphem yok :) Seneye sub 5.00 !




18 Mayıs 2018 Cuma




2018 İznik Ultra 140K



It's very hard at the beginning to understand thet the whole idea is not to beat the other runners. Eventually, you learn the competition is against the little voice inside you that wants you to quit.' -George Sheehan

20 Nisan Cuma, İşten çıkıp eve koşturuyorum. Cumayı Cumartesiye bağlayacak gece tam 00.00 da başlayacak bir yarışım var. 140 km. Daha önce yanına yaklaşmadığım bir mesafe. Günün mesaisini bitirip ardımda bırakıp zihnimi planlamaya veriyorum. Önce malzemeler araca yüklenecek, sonra derhal yola koyulacağım. Hızlıca gereken eşyaları bagaja atıp yola koyuluyorum. Malesef planladığım saatte gidecek feribotta yer kalmamış. Kara yolunu tercih edip eve ulaşıyorum. Fazla vakit yok. Yemek yedikten sonra eşyaları düzenliyorum. Drop-bag düzenlemesi de yaptıktan sonra yarış kiti için İzniğe yola çıkıyoruz. Yolda dalıyorum. Öncesinde uyumamış olmak dezavantaj diye düşünüyorum. Yarış kitini alır almaz arabaya dönüp arka koltuğa yatıyorum. Mümkün olduğunca uyumam gerek. Saatimi kurup bir saat civarı uyuyorum. Hava serin, daha da serin olacağından uzun kollu başlama fikrim yerinde gözüküyor. 23.30 da Start alanına doğru gidiyorum.

İznik Ultra 140k parkur

İznik Ultra 140k eğim

Start alanı kalabalık, gecenin bir yarısı bunca insan, göl çevresinde bir tam tur için yola çıkacak. Kendi içimde yükselen bir merak var. Acaba nasıl hissedeceğim? Gece uykusuz nasıl bir psikolojiye gireceğim? En önemlisi başarabilecek miyim? Kerem Özpınar startta yerini almış. Birlikte bir fotoğraf çekiliyoruz. 


Start ile birlikte koşmaya başlıyoruz. Ön gruptan çok ayrılmadan ilerliyoruz. Biraz ilerledikten sonra rahat fakat yavaş olmayan bir tempoya erişiyorum. Tarla yollarına giriyoruz. Başlangıçta çok fazla kafa feneri beni rahatsız ediyor. Hemen arkamdan gelen kişiler önüme gölge düşürüyor. Hoş değil fakat muhtemelen farkında değiller. Zamanla gruplar arası açılıyor. Önümde ışıltılar görüyorum yalnızca. Kerem hızlı nefes alıp veriyor. Tempo biraz hızlı. İlk kontrol noktasına gelmeden tuvalet molası veriyor. Tek başıma devam ediyorum. Çamurlu tarla yolları can sıkıcı. Epey çamuru ayaklarımda taşıyorum. Ağırlık bağlayıp koşmak gibi adeta.

Dikilitaş cp ye girerken - aksiyonfotograflari.com
Dikilitaş ilk kontrol noktası. Sularımı tazeleyip yola devam ediyorum. Zeytinliklere dalıp ilerliyorum. Çamur artarak devam ediyor. Arada sırada tökezliyorum. Ayaklarım ekstra ağırlıklarla daha ne kadar dayanacak ? Zeytinliklerde ilerlerken bazen arkadan bir ışık yansıyor, kimi zaman da önde ilerleyenlerin ışıkları beliriyor. Düzenli aralıkla sıvı tüketmeye dikkat ediyorum. Gece soğuk. Bir miktar da terlemenin etkisi ile ısı kaybı çok kolaylaşıyor. Tuvalet ihtiyacı kaçınılmaz hale geliyor. Evet kafa lambası ışığı altında, gecenin bir yarısı sessizce işemek ürpertici :) Hemen yola koyuluyorum. İleride bir ışık, gitgide yaklaşıyorum. Tempolarımız benzer. Davut abi ile böyle karşılaşıyorum. Kendisi benden yaşça büyük. Hedefimin kendimi denemek olduğunu söylüyorum. Birlikte ilerliyoruz. Kimi insanlarla biraz konuşur ve sempati duyarsınız. Kimileri ile ise biraz koşar ve yollarınız hedefleriniz ortak olur. Birlikte koşarak sempati kazanma, uzun mesafe koşularında olabilen farklı ve unutulmaz bir deneyimdir. Çünkü birlikte zorluk ve acı paylaşırsınız. Rol yapamazsınız, maskeler takamazsınız. Her şey ortada önünüzdedir. Uzun bir yol.
Boyalıca ya birlikte giriyoruz. Hızlıca yiyip çorba içip yola koyuluyoruz. Köpekler havlamaya başladığında Davut abi batonlarından birini bana veriyor. Boyalıca da tırmanmaya başlıyoruz. Gece ilerliyor. Tırmanış bir türlü bitmiyor. Derken yangın yolu olarak tahmin ettiğim nefes kesici bir rampa görüş alanımıza giriyor. Titreşen ışıklar sırtta ilerliyor. Muhteşem bir görüntü. Ne yazık ki diğer bir çok nefes kesici manzara gibi bunu da kendime saklıyorum. Tepelerde yıldızlar ile lambalar birbirinden ayrılıyor. Kafamı öne eğip tırmanmaya başlıyorum. Kural yukarı bakmamak.
Tırmanış bitip zirveden aşağı doğru inmeye başladığımda inişin de kolay olmadığı geliyor aklıma. İnişler her zaman ekstra teknik gerektiriyor. Birlikte koyulduğumuz yolda Davut abi dizlerinden dolayı hızlı inemiyor. Ara ara onu bekliyorum. Düzlüklerde hızlanıyoruz. Gece serin. Üzerimdeki soğuk katmanı hissedebiliyorum. Belki o sıralar her zamankinden biraz daha sık tuvalete çıkıyorum. İnişlerin sonunda Ilıca kontrol noktasına geliyoruz.
Ilıca da suları tazeleyip bir şeyler atıştırıp istasyon görevlisi ile muhabbet ediyoruz. Ilıca da masaların yanında sıcak su ile kaplı termal sudan duman yükseliyor. Gecenin serin katmanından kurtulup yorgun uykulu zihnimi sulara bırakmak istiyorum bir an.
Ilıca - direniyoruz
Tekrar yola koyulduğumuzda Keramet köyünün içinde de geçerek tekrar patikalara dalıyoruz. Köy sessiz, Saat yavaş yavaş ilerliyor. Bir miktar yol katettikten sonra yine tarla patikalarına atıyoruz kendimizi. Bu kısımlarda bir nebze daha yavaş hissediyorum kendimi. Çakırlı köyünün içine de uğrayıp ilerliyoruz. Yemek yemem azalıyor. Sıvı tüketmeye devam ediyorum. Uykunun en derin olduğu, tüm endokrin sistemin minimale indiği saatler yaklaşıyor. Üzerimdeki yorgunluktan bunu hissedebiliyorum. Kendimi iyi hissedip koşmak istediğimde muhabbetleri açan ben, bedensel ve zihinsel mücadelelere başladığımda az konuşmaya başlıyorum. Süreç önce yorgunluk olarak başlıyor. Zamanla mesafeyi, bir sonraki kontrol noktasına kalan mesafeyi düşünüyorum. Patikalar tekdüze hale geliyor. Bir noktada ana yoldan karşıya jandarmalar eşliğinde geçiyoruz. Bu noktada numaralarımız da okunuyor. Burasının da bir kontrol noktası olduğunu ilerledikçe bir türlü gelmek bilmeyen diğer kontrol noktasından sonradan anlıyoruz. Kalan bölüm zihinsel bir mücadele. Aklımda koşmanın anlamsızlığı üzerine güçlü tezler var. En azından karşı kıyıya ulaştım diyorum. Hareket etmek zihinsel olarak yormaya başlıyor. Zihinsel olarak karanlık bir noktadayım. Örnekköy kontrol noktasında muhtemelen bırakma kararı alıyorum. Bunu içimden geçiriyorum. Davut abiye söylemiyorum. Onun daha pozitif planları var. Bu esnada etraf aydınlanmaya başlıyor. Günün ilk ışıkları ile bir miktar hareketleniyorum. Kontrol noktası gölün kenarında, İskele cafe nin önünde kurulmuş. Drop bag ime gidiyorum. Aklımda hala bırakma düşüncesi var.
Drop bag e ulaşır ulaşmaz giyinmek için bir yere yönlendiriliyorum. Üzerimi değiştirip kısaları giyiyorum. Çantada önceden hazırladığım atıştırmalıklar ve soğuk kahve var. Bunları yedikten sonra bir şeyler daha içiyorum. Kontrol noktasında Aykut Çelikbaş var. Birlikte fotoğraf çekiliyoruz. Gün ışıkları artıyor. Kendimi yenilenmiş hissediyorum. Derinlerden gelen bir enerji kıpırtısı var. Bir saat önce bırakma planları yaparken şimdi bir an önce yola koyulmanın peşindeyim.

aksiyonfotograflari.com

Arabamı park ettikten sonra koşturduğum göl kıyısı parkuruna bu kez yarışın devamı olarak giriyoruz. Yenilenmiş ve enerjiğim. Biraz müzik açıyorum. Güneş iyice yüzünü gösteriyor. Geceye tezat bir hava bizi bekliyor. Sıvı almaya dikkat ederek gaza basıyoruz. Yolu düşünmüyorum. Bir süre sonra asfalta ulaşıyoruz. Sölöz burnuna giden patikalara sapana kadar bir miktar daha ilerliyoruz. Artık önümüzde ne olduğunun neyin geleceğinin farkındayım. Bir yandan avantajken bir yandan da dezavantaj bir durum. Bu kısımlarda yiyip içmeye dikkat ederek ilerliyorum. Göl kıyısına tekrar sapıyoruz. Şimdi hedefte dereden geçme aşaması var. Ona ulaşana kadar epey tempo yapıyoruz. Düşüncemiz 90K yarışmacıları bize yetişmeden mümkün olduğunca yol katetmek. Meşhur dere geçişine geldiğimizde mutluyuz. Düşünmeden dalıveriyoruz. Gece yarısından beri koşturmakta olan ayaklar için paha biçilmez bir soğukluk.


Dereden geçer geçmez ilerlemeye devam ediyoruz. Sölöz kontrol noktasına ulaştığımızda hala iyi gidiyoruz. Biraz soluklanıp sıvı ve yiyecek takviyesi sonrası yola devam ediyoruz. Tırmanışlar başlıyor. Fakat motivasyonumuz yerinde. Tırmanışları nedense seviyorum. Uzun yarışlarda asıl problem tırmanmak değil, tırmanıp inişe geçme şeklinde değişen arazi şartları ve sizin kas gruplarınızın bunlara olan tepkisi. Sölöz sonrası bitmek bilmeyen tırmanışlar var. Bu kısımlarda koşabilmek güç, hızlı yürüyüşe geçip devam ediyoruz. Tempomuz ile yolda karşılaştıklarımızı geride bırakıyoruz. Bir noktadan sonra artık tek düşünce ne zaman inişe geçecek olduğunuz. Fakat beklenen inişler bir türlü gelmek bilmiyor. Patlayıcı enerjimiz inişe geçemeyişimiz ile tükenmeye başlıyor. İşin doğasında bu var. Yine zihinsel olarak zorlayıcı noktalara ulaşıyoruz. Patika inişe geçiyor fakat bu kez problem daha önce bahsettiğim kasların sersemliği. İnmeye çalışmak dayanılmaz bir acı veriyor. Bırak gitsin şeklinde yapamadığınız bir durum bu. Izdırapla kendimi aşağı bırakıyorum. Yol uzadıkça uzuyor. Çıkarken geride bıraktıklarımız bize yetişiyor. 90K nın yarışmacılarıyla da ilk teması kuruyoruz. Davut abinin dizleri inmesine ekstra engel oluyor. Biraz arayı açarak Narlıca ya ulaşmanın derdinde iniyorum. Acı içinde kontrol noktasındayım. Oturup yiyip içmeye başlıyorum. Davut abi de yetişiyor. Epey yedikten sonra yola koyuluyoruz. Parkur kırıcı olacak, neyin geleceğinin farkındayım. Narlıca - Müşküle arası zeytinlikler arasında patika denemeyecek yollarda mücadele ediyoruz. İnişlerde problem çıkarmaya başlayan quadricepsler bu son darbe ile inlemeye başlıyor. İpe tutunarak inişler yapıp 45 derece üzeri eğimlerden aşağı inmek işin tuzu biberi oluyor. Ormanımsı patikaya dalıp tırmanmaya tekrar başladığımızda ise tekrar sessizleşiyorum. Kafamda tüm rota beliriyor. Neyin geleceği neyin zor geçeceği. Ağır ağır ilerliyoruz. Sabah yaşadığım karanlık noktalardan biri daha. Durumu değiştirmek adına jel yiyorum bir şeyler içiyorum. Çok değişen bir durum olmuyor. İnme kabiliyetimin azalması moral olarak çok düşürüyor beni. Kafamda derinlerden fırsatını her bulduğunda sivrilen düşünce yine devrede.
Müşküle ye son tırmanışı yaparken düşünceler netleşiyor. Zihniniz koşmak için sebep üretmeyi bırakıp bahane üretmeye başladığında süreci geri döndürmek ekstra ekstra zorlaşıyor. Önümde gelmekte olan tırmanışlar psikolojik olarak beni daha da dibe çekiyor. Geriye kabullenmek kalıyor. Yarışa başlayalı 15 buçuk saat olmuş. 97 km geride kalmış olmasına rağmen, 140 a tamamlayacak enerjiyi ve devam etme motivasyonunu bulamıyorum. Davut abiyle durumu tartışıyoruz. Fakat kararlıyım.

kabullenmek
En sonunda Davut abiyi ikna ediyorum. Müşküle kontrol noktasında duruyorum. Devam etsem biteceğini biliyorum ama bunu anlamsız buluyorum bu kez. Hazır olmadığımı hissediyorum. En sonunda durumu kabulleniyorum.
97 km sonunda 15 buçuk saat sonunda durup yarışı bırakmak düşününce çok saçma gelebilse de, aradan geçen zamana rağmen kötü bir karar olarak gelmiyor hala. Mesafeye adaptasyon hem fiziksel hem de zihinsel anlamda gerek bir durum. İki alanda da eksiklikler zayıf anlarda özellikle sizi kötü etkiliyor. Her şeye rağmen gece koşma deneyimi ve uykusuz bir yarışa daha girme deneyimleri benim için ilk oldu. Organizasyonda emeği geçen başta gönüllüler, kontrol noktasındakiler ve diğer herkese teşekkürü borç bilirim. Tamamlayamadığım bir parkur olsa da kim bilir belki başka sefere daha keyifli bitecek. Uzun mesafeler koşarken insan birbirinden değerli insanlar ile tanışıyor. Ben bu kez Davut Hazar ile 15 buçuk saat koşma şansı buldum. Fakat içimde bir burukluk var bu konuda. Muhtemelen yarışla ilgili en kafama taktığım konu, Müşküle de yol arkadaşımı yalnız bırakarak yarıştan çekilmek oldu. Bu konuda ondan özür diliyorum. Kendisi yılmadan devam edip yarışı tamamladı. Her şeye rağmen sırt sırta ilerlediğimiz süre ve km'ler ayrıca kendisini tanıma şansına ulaştığım için teşekkür ediyorum. Muhtemelen başka parkurlarda yine denk geleceğiz :)



İznik Ultra deneyimim sonrası düşüncelerim mesafeleri azaltıp parkurların bir miktar keyfini çıkarmak yönünde değişti. Fakat bitirilemeyen yarışlar bir sonraki yılda ilk hedefler olarak yerini şimdiden aldı.