16 Ocak 2018 Salı

2017 NİN SON AYLARI 

VE ARADA KAYNAYAN...

GRANFONDO MARMARA İLE KAPADOKYA ULTRA


Uzun süre bir şeyler yazmayınca başta olanları toparlamak güçleşiyor, dolayısıyla başlıklar da uzayıp berbatlaşıyor :) Yıl 2018 olmasına rağmen ayların öforik maceralarını bugüne kadar yazamamış olmanın birçok nedeni var elbette. Hayır depresyona girmedim, sadece çok fazla değişiklik ve dikkat dağınıklığı oldu hayatta, biraz da tembellik tabii..
2018 in de oyuna girmesiyle klasik yeni kararlar ve yeni hedefler kaçınılmaz oldu. Bu hedefler beni anksiyeteye sokup bir şeyler yapmaya, beni konfor bölgemin dışına çıkmaya zorlamadan önce, geriye dönüp bir özet yapmak içimi kemirip durdu. Şimdi okuyacaklarınız da son bir günah çıkarmadan farksız olmayacak bu sebeple.
Taşınma ve mesleğimle yüzleşmeyle geçen aylarda yaşandı tüm bunlar. Bilenler bilir çok yoğun bir meslekle uğraşıyorum. Koşmaya zaman ayırmak, özellikle tekrar İstanbul a taşınınca daha zor hal aldı en başlarda. Zihninizi ve bedeninizi farklı çözümlere alternatiflere alıştırmanız gerek. Bunun mücadelesinde şu an biz düzen oturttuğumu söyleyebilirim evet. Fakat bu kaosun daha en başında bir tutkuma yenik düştüm. Gran Fondo Marmara ya katılma kararı aldım. Herşeyin bir ilki vardır, bu da benim ilk bisiklet yarışım olacaktı.  


24 Eylül 2017 de bisikletimi arabaya tıkıştırıp ViaPort alışveriş merkezinin yolunu tuttum. Yarış Osmangazi Köprüsü nden geçerek tamamen otobandan geçerek Bursa da sona erecek olan 111km lik parkurdan oluşuyordu. Tamamen izole bir yolda olması, tünelden geçmesi beni cezbetmeye yetmişti. Benimle aynı parkurda Orhangazi bisikletçilerinden Adem Kadıoğlu da vardı. Omzunu incitmiş olsa da startta yanımda yer aldı. Birlikte Bursa ya pedallamaya başladık.

Hem parkur hem de yarış özeti
Yarış başlarında sürüyle gidenlere pek anlam veremedim, ortalara doğru evet göç eden kuş sürüleri gibi diye düşünmeye başladım. Kendi hızıma uygun gruplara karışmaya çabaladım. Kimi zaman tek başıma kaldım. İstasyonlarda durup su tazeledim. Koskoca otobanda özgürce pedal basıp, hız sınırlarımı keşfettim, bisikletin üzerine yatıp ne kadar hızlanıyor acaba diye düşüncelere daldım. Yokuşlarda bir çok kişiyi geçince keyiflendim, koşunun bana katkısıdır kesin diye düşündüm. 3 saat 43 dakika sonunda Bursa da finish e ulaştım. Bisikletle aşırı haşır neşir olmasam da içimdeki o rekabetçi, hırslı şey yeniden belirmişti, şeytani bir histi daha da hızlı diyerek pedallara asılmak.. Tabii ki performansımdan hoşnut değildim. Tekrar katılma planımı yapmıştım bile.


Formsuz bir bisikletçi
Granfondo sonrası kendimi koşulara olabildiğince vermeye çalışarak, bir yandan da kapadokya yı düşünerek bir süreç geçirdim. Çalışma hayatı, kaotik yeni düzen ve diğer herşey... Uçağa binene kadar kafama yarış bir türlü girmiyordu. Km lerce koşacak olmanın zihinsel mücadelesi haftalar önce başlardı normalde. Fakat bu kez uykudan uyanmış gibi bir havayla uçaktan iniyordum. Gerginlik, durumumu tanımlayabilecek kelime buydu. İşte o gerginliğin parkuru;


21 Ekim 2017 de Eskişehir koşucu ekibiyle yarış sabahı buluştuk, birkaç fotoğraf çekildik, hayatımda görmediğim büyüklükte bir start ile başladık. Parkur koştuğum en iyi manzaraya sahip parkurdu diyebilirim. Gerçekten manzara karşısında büyülenmemek güçtü. Kendimi düşüncesizce daha kısa koşanların temposuna bıraktım. Uzun koşma kavramı hala gelişmemişti bende. Fakat kendimi iyi hissediyordum. Çantam biraz fazlalık gibi geliyordu. Bunu değiştirmeliyim diye düşündüm. Üzerinden geçen zamanla birlikte belirgin olarak hatırlayamasam da anı anı zihnimde beliren eski kent sokakları, merdivenler, kum tepeleri, ve mağaralar... Her şey iç içe parkur çok zengindi. Bir yandan koşuyor bir yandan zıplıyorduk. Saat ilerledikçe güneş etkisini göstermeye de başladı. Yarış uzun olduğu kadar, kırıcıydı da. İnip çıkmalar grafikten çok belli olmasa da hatırı sayılır ölçüde kendisini hissettiriyordu. Zamanla bitirici darbeler artacak ve muhtemelen 2. yarıdaki çılgın tırmanışlar ile sabrı zorlayacaktı. Fakat ben o esnada bunları düşünmekten uzak yarım parkur temposunda zıplayıp duruyor koşuyordum. Mağaralar, mağaralı kısımlarda bir hata yaptım, biraz yüksekten atladım, sert biçimde yere indim. O an minik bir acı duysam da daha sonradan özellikle inişlerde bir ağrı hisseder oldum parmaklarımda. Çıkmak sorun değilken inmenin bu hale gelmesi endişe vericiydi.

shut up legs !
Ağrı artıyordu. Yavaşlıyordum. Yarışın yarısı geride kalmıştı. Ürgüp istasyonuna sadece km ler kalmıştı. Tek yapmam gereken tepeden aşağıya kendimi bırakmaktı. Fakat sağ ayak parmaklarım farklı düşünüyordu.
Ağrı uzun yarışlarda ötelenebilen şeylerin en başında geliyordu. Bir noktadan sonra kucaklamanız gereken bir his. Ne kadar kucaklayabildiğiniz sizin ne kadar çetin ceviz olduğunuzu da yansıtıyordu. Eğer kendiniz olan güveninizde, en ufak bir çatlak bir tereddüt varsa, en dipte olduğunuz anlarda karanlık düşünceler o çatlağı bulup kırmaya çalışır. Siz ne kadar saklamaya çalışırsanız çalışın en zayıf nokta incelmeye başlar. Sizi tekrar koltuğunuza, yatağınıza, konfor alanınıza geri çekmek için savaşmaya başlarlar. Ağrıyla birlikte şüphe doğdu. Uçaktan önceki kafa dolgunluğu zihnimi ele geçirmeye başladı. Sebepler, bahaneler, ağrı...Sekerek ilerliyordum, fakat zihinsel olarak da çözülmeye başlamıştım. Yürümeye başladım, batonlarımdan destek alarak.
Teslim olmak, kabullenmek, dnf olmak. Bunları şu an yazabilmek, okuyabilmek kolay olsa da, yarattıkları hayal kırıklığı ve kendime olan güvenimin aldığı yarayı hafifletebilmek hiç kolay olmadı. İlk dnf içime büyük bir sıkıntı şeklinde oturmuştu. Tek düşüncem 2018 de geri gelmekti. Bir parkuru bitirmeyi bu derece hiç bir zaman istememiştim. Kapadokyadan buruk ayrıldım.
Burukluk devam etti. Bir süre yenik hissettim, koşamadım. Yeni bir yarışa girişmedim. Burkulmuş ayağımla ilgilendim. Zamanla tekrar koşmaya başladım. Fakat zihnim boştu, hedefsiz ve buruktum. Bir kıvılcıma ihtiyaç vardı. Derken yılbaşı geliverdi. Evime, ailemin yanına gitme kararı aldım. Arabayla ilerlerken tepelerin ardında İznik Gölü gözüküverdi. Kısa bir geçmişe gidiverdim. İlk 50 k yarışım aklıma belirdi. Göl çok güzeldi. Parlak ve insanı heyecanlandıran bir manzarası vardı. Etrafını bisikletle gezdim diye düşündüm. Neden koşmuyorum bu yıl? Fikrin zihinimde belirmesi ile karnımda dehşet ve heyecan arası bir duygu belirdi. Ardından bir rahatlık... Gereken mesajı vücudum almışçasına bir rahatlık. İlk iş bir liste yaptım. 2018 yarışlarını işaretledim. Hedefler belirliydi. Önce dehşet sonra heyecanla takvimi elime alıp yuvarlak içine aldıkça aldım. İşte her şey takvimi karalamaya başlamam ile start aldı...

24 Ağustos 2017 Perşembe



2017 ALADAĞLAR SKY TRAİL 45K


'' I will come again & conquer you because as a mountain you can't grow, but as a human, I can.'' 
Edmund Hillary


12 Ağustos 2017 Cumartesi günü Alağlar Sky Trail de koşacak, 45km+ mesafe katedip, 3700mt+ yükseklik kazanacaktım. Bu derece yüksekliğe daha önce çıkmamıştım. Vücudumun vereceği tepkilerden emin olamıyordum. Bir süredir Eskişehir de antreman yapıyordum. Her ne kadar patikalarda vakit geçse de yükselti kazanımım çok zayıftı. İşi biraz mental mücadeleye biraz da ilk kez katılmanın vermiş olduğu toyluğa bıraktım. Mesafenin miktarını düşünerek kendimi teselli ettim, bir şekilde biteceğini ve farklı bir deneyim olacağı aşikardı. Perşembe günü Eskişehir ekibi ile yola çıktık. Öğleden sonra Aldağlar ı ilk kez gördüğümde ilk hissettiğim his ürpertiydi.

Aracın camından Aladağlar..

İlk işimiz dağ evine yerleşip üzerimizi değiştirip koşturmaya çıkmak oldu. Kaya tırmanışçılarının başlangıç olarak kullandığı bir patikaya attık kendimizi, zemin epey zorluydu. Bir süre sonra eğim arttı, zemin stabilliğini kaybetti, ellerimizi kullanarak tırmanmak zorunda kaldık. Maceramız bir duvar ile son buldu, ona tırmanmaya niyetlensek de inme fikri hoş gelmemişti. Günü akşam yemeği sonrası kafa fenerlerimizi test ederek tamamladık. Ertesi gün biraz yükseklik kazanıp vakit geçirmek için kendimizi dosdoğru dağlara doğru vurduk. Yarış rotasının finishe yakın kısmını bir miktar takip ettik. Ardından yükselti kazanmaya adadık kendimizi.. Bol çarşak, bol kayalık, basması durması zor zeminlerle mücadele ederek bir gölgeye sığındık. Hava yukarı çıktıkça serinliyor ve sessizleşiyordu. Yalnızca 1000mt+ civarı yükselti kazanmamıza rağmen manzara epey tatmin ediciydi.

Yaklaştıkça daha da büyüyen dağlar
Cuma günü antremanı, toplantı ve malzeme sonrası dinlenme periyodu beni en çok strese sokan bölümdü. Herşeyimi hazırlayıp sabah 4.30 da başlayacak yarışa hazır olmam ve dinlenmem gerekiyordu. Titiz bir hazırlık sonrası yatıp parkuru haya etmeye başladım. Yükselti beni zorlayacaktı, gücümü korumalı ve büyük tırmanışlardan sağ çıkmalıyım diye düşündüm.
12 Ağustos Cumartesi sabah 4.30 da yarış start aldı. Kafa fenerimin ışığında yola çıktım, kendimce bir tempo ile önce stabilize zeminde epeyce yol aldık. Bir noktada patika başladı, işte eğlence oradan sonra start aldı.

Eğim grafiği
Batonları aralıksız kullanmaya tempolu bir tırmanış ritmi yakalamaya çalışıyordum. Stabil başlayan patika zamanla stabil çarşak halini aldı. Eğim arttı, adımlar yavaşladı. Kafamı kaldırdığımda yukarılarda parlayan kafa fenerleri görebiliyor ve tırmanmam gereken yükseltiyi görünce zihinsel olarak ağır bir yük ediniyordum. Bir noktada kafa fenerimi kapattım ve başımı öne eğdim.

goshots


Nefes kesen tırmanış bitmek bilmiyordu. Batonları spontan olarak sağlı sollu kullanmaya başlamıştım. Patika s harfi çizerek yukarı doğru uzanıyordu. Çelikbuyduran istasyonu zirveden önceydi. Orada bir miktar soluklanıp tırmanmaya devam edecektim. Gün doğumu ile etraf aydınlanmaya başlamıştı. Fakat dağın karanlık tarafındaydım. Ürpermeye başlamıştım. Düşünceler hareketler her şey yavaşlamaya başlamış gibiydi. Yükselti çarpmaya başladı diye düşündüm. Çelikbuyduran patika kenarına kurulmuş, mini bir istasyondu. Hayal ettiğimden epey farklıydı. Otomatik olarak ağzıma bir şeyler tıktım. Sularımı doldurdum. Elim ıslandı ve inanılmaz bir biçimde üşümeye başladı. Isınabilmek adına zirveye doğru yola koyuldum. Tırmanış bitmemeye inat ediyordu.
Güneş ışınlarına ilk temasım ile rahatladım. Dağ eteğinin diğer yüzünde zirveye tırmanan bölüm vardı. Başımın döndüğünü hissediyor ve ekstra dikkat ederek ilerliyordum. Birkaç adım daha ve Emler zirvedeydim... Her şeyin en yukarısında gibi, en tepedeydim. Manzara nefes kesiciydi. Fakat fotoğrafa zaman yoktu. Yola koyuldum. Birkaç tehlikeli iniş sonrası kendimi yer çekimine bıraktım. Tozlukların da verdiği güvenle kendimi çarşakta kayak yapar gibi hissediyor ara ara batonlarla manevra yapıyordum. İnişte hızlanmaya başladım, hızlandıkça iyi hissediyor, iyi hissettikçe bir süredir unuttuğum keyif duygusu tekrar beliriyordu. Yükselti azaldıkça yeniden doğmuş gibi oldum. Kontrol noktasına son sürat girdim. Biraz karpuz ve kola sonrası stokları yenileyip yol koyuldum. Nispeten düz patikalarda yol aldım. Hız oyunları ile keyifle giderken karşıda yarışın ikinci en yüksek noktası, MTA, belirdi, tabii eteklerinde koşucu grupları ile birlikte. Kafamı önüme eğip müziğe ihtiyacım var diye düşündüm.
Zihin oyunlarına başlayarak tırmanmaya başladım. Kimi noktalarda bacaklar gitmeyi tırmanmayı her şeyi bırakmayı istedi, beyin izin vermedi. Bazen de tırmanmaktan yorulan beyin isyan etti, batonlar işi inada sürükledi. Kafayı kaldırıp bakmak işleri kolaylaştırmıyor, gelecek güçlükler konusunda sizi endişeye sürüklüyordu. Tek dayanak olan batonlar ile zirveye ulaşınca biraz su içip nefes kesen manzarayı seyrettim. Ardından kendimi iniş yollarına bırakıverdim tekrar.
İçimde kilit altındaki çocuk inerken yine meydandaydı. Zemine pek aldırış etmeden adeta serbest düşüş yapıyordum. En ufak hata, yüzlerce takla atarak ciddi bir düşme olabilirdi benim için.
Bu kısımlarda Maden Yayla ya kadar biraz çıkıp biraz inerek nispeten stabil bir zeminde ilerledim.Yarışın tadını çıkarıp biraz da çevreye poz vererek devam ettim.


Maden Yayla da biraz su alıp hızla yola koyuldum. Yarışta geriye epey meşhur bir tırmanış olan Davlumbaz kalmıştı. Öncesindeki istasyon kritikti iyi beslenmek için bir fırsattı. O noktaya kadar enerji kısmaya gerek yoktu. Elimden geldiğince hızlanarak sıcaktan bir an önce kurtulmak adına ilerledim. Saatin ilerlemesiyle sabah üşüyen ben şimdi adeta kavruluyordum.

goshots

goshots
Karagöl de biraz çorba, biraz karpuz biraz da kola içerek depoyu yeniden doldurdum. Sırada en kırıcı bölüm vardı. Davlumbaz da malesef batonlar sizin yardımınıza koşmuyor denilmişti, çoğu yerde ellerimizi kullanmamız gerekeceği belirtilmişti. Çaresizlik en üst seviyeye gelecekti. Her uzuv ile ilerlemeye çalışacaktık. İstasyon sonrası parkur ciddi biçimde kayalık hale geldi. Batonları kullanmak nispeten zorlaştı, fakat pes etmedim. Kayalar üzerinde ilerledikten sonra ileride gözüken eğim bir an olsun aklınızı başınızdan alsa da, asıl problem zemindi. Önce iri kayaları aşmak için mucadele ardından bastığınız her yerin kayması ile mücadele.. Batonlar fazlalık haline dönüverdi. İkisini tek elime alıp aynı anda saplayarak destek almaya, bir yandan da kayalık duvarı elimle tutup çekerek kendime bir bouldering- koşu karışımı bir teknik yarattım. Önce tutunacak yeri belirle, kavra, batonları sapla ve ilerle!.. Bu taktik ile epey umut vadedici bir tempo ile tırmandım. Sandığımın aksine, muhtemelen el desteğinin etkisi ile ayaklarım bacaklarım pek yenik duruma düşmedi. Hatta bir bakıma keyif vericiydi. Kafamı kaldırdığımda mola veren, dehşete kapılan koşucuları görebiliyordum.

davlumbaz ile maceram

Son noktalarda artık batonlar da bir kenara kalktı, olay bouldering, free solo ve daha da arttırabileceğiniz birçok branşın karışımı halini aldı. Zirveye ulaştığımda yine derin bir nefes aldım. Geriye doğru bakıp okkalı bir küfür savurdum. Aşağı doğru koşturmaya başladım, artık bol bol iniş olacaktı. Zirveler sonrası delirmiş inişimle yine iş başındaydım. Son istasyona uzun bir yol vardı. Çoğunlukla stabil patikalardan iniş ağırlıklı olan bu kısımlarda iyice gaza bastım, önümdeki grupla tatlı bir çekişmeye giriştik. Çok rekabet edecek konumda olmasam da iyi bir tempo ile o güzel dağların arasından hızla aşağı iniverdim. İstasyonda çok oyalanmadım, biraz stokları yenileyip minik bir tırmanıştan bir geçitten geçip tekrar inmeye başladım. Patika yine stabil ve akıcıydı. Bu noktadan sonra hep bir gün önceki antremanda dönüş kısmını koştuğum bölümleri aradım. Dağların eteğinden kıvrıla kıvrıla döndük,  Sola doğru olan bir kıvrım sonrası dağların dağ evine bakan yüzünü farkettim, Dönüş yoluna girmiştim. Bayrakları takip ederek bir gün önce koşmanın güvencesiyle son kmlere emin adımlarla giriştim. Sıcak bunaltıcı haldeydi. Bir miktar suyu üzerime dökerek giderek yaklaştığım dağ evine doğru son bir atağa kalktım. Patika bitip asfalta döndü, alkışlar eşliğinde finish çizgisini geçiverdim.

Aladağlar Sky Trail kendi kayıtlarıma göre 09.34.42 de bitirmiştim. Tırmanışları ve yükseltisi ile gerçekten nefes kesen bir organizasyondu. Yıl içinde bitirdiğim, zorlanma seviyesi en yüksek yarıştı. Bittiğinde enerjim olduğunu hissetsem de asıl mesele koşmak için kalan enerji değil, o derece yüksekliklere çıkaracak tırmanış enerjisiydi. Yüksekliğe uyumun ne kadar önemli olduğunu deneyimlemiş oldum. Ciddi yükseklik kazanımı olan tırmanış antremanlarının önemini en belirgin anlayabileceğiniz bir yarıştı. Ekipman olarak tozluk kullanımını şiddetle tavsiye ediyorum. özellikle inişlerde büyü avantaj sağladı. Trail türü bir ayakkabı kullanmak zemin açısından çok önemli, sert ve kırıcı bu zeminde kendi güvenliğiniz be başkaları için buna dikkat çekmek gerekir. Organizasyon mükemmel bir titizlikle çalıştı. Dağlarda bu derece yükseltilerde güvenliği sağlamak güçtü. Bunca gönüllünün titizlikle hazırlanması ve yarışı kazasız belasız yönetebilmiş olması takdire şahan. Dağ evi ve organizatör ekip büyük teşekkürü hak ediyorlar. Umarım gelecek yıl aynı kalitede devam eder, ülkemizin gözde yarışlarından olmaya devam eder. Gelecek yıl görüşmek ümidiyle Aladağlar !


28 Mayıs 2017 Pazar


2017 TAHTALI ULTRA SKY 90K


'' I run. Far. 100-miles at a time. I go to a dark place and I control the pain.'' - Rob Krar


Her şey tam bir yıl önce Runatolia da koşarken gözümü alamadığım dağları görmemle başladı. O zamanlar Tahtalı Run to Sky formatında olan yarış, mutlaka katılmayı planladığım bir saplantı haline gelmişti. Yarış bu yıl çeşitlenmişti:
Tahtalı Vertical 6K,1200mt
Tahtalı Run To Sky 27K, 2650+mt
Tahtalı Berg Sky Race 60K, 3750+mt
Tahtalı Ultra Sky 90K, 5000+mt
Tahtalı Chimera Run 10K
Format değişince, mesafe uzayınca, kayıt olurken yine bilinmeyene yolculuk yapmayı seçtim. Tahtalı Ultra Sky a kaydoldum. 90K etap ve 5000+mt tırmanış...
Strava dan yarış rotası 
Eğim grafiği -tahtaliruntosky.com

19 Mayıs günü Kemer Çıralı ya ulaştım ve yarış merkezi olan Nerissa Otel e girip odama yerleştim. Bol bulutlu ve yağmurlu bir gün geçiriyor ertesi günü endişe ile düşünüyordum. Tahtalı (Olimpos) Dağı na yağmur altında tırmanma ihtimali vardı ve epey yıpratıcı olacak gibi duruyordu. Dropbag imi zirveye bırakmaları için vermeden önce yedek ayakkabı ve giysi ile doldurdum. Eğim grafiğini incelediğimde zirveye ulaştıktan sonrasının rahat geçeceği düşüncesine varmıştım. özellikle son kısımlar epey düz duruyordu. Fakat bunun ne kadar yanıltıcı olduğunu eğim grafiğine biraz zoom yaparak bakarak incelemenizi tavsiye ediyorum. Beslenme planı yanıma aldığım protein barlar, birkaç fıstıklı bar, biraz kuruyemiş ve kontrol noktaları olacaktı. Odama çekilip dinlenirken bir yandan yağmur bir yandan gök gürültüsü seslerine aldırış etmemeye çalıştım.
Yarış 20 Mayıs sabah 5.30 da başladı. Ultra Sky koşucuları ile Berg Sky Race koşucuları olarak aynı anda start aldık. Kaz Dağları Ultra dan tanıştığım Adem ve Selim ile birlikte yola çıktık. Her zaman oldugu gibi tempolu bir başlangıç ile Yanartaş Merdivenleri başlayana kadar gittik. Merdivenlerin başlaması ile koşma eylemi batonlarla tırmanış haline dönüştü. Bu merdivenler Antik Likya kenti zamanlarından kalma olup devamında yanartaş denilen, sönmeden yanıp duran yerden ateşlerin çıktığı bir bölgeye bağlanıyordu. Tırmanış epey dikleşen kısımlara sahipti, Yanartaş kısmına geldiğimde epey ilginç olan sönmeyen o ateşin yanından geçiverdim. Efsaneye göre Likya Kralı Bellophontes, Kimera isimli aslan, keçi, yılan karışımı, ağzından alevler çıkan canavarı mızrağıyla yerin yedi kat altına gömmüştür, bu sönmeyen ateşin kaynağı buymuş.

Arkada tırmanan ben, goshots.net
Yer yer kayalıklar yer yer irili ufaklı taşlardan devam eden tırmanış bir miktar inişle birlikte orman içine de ilerledi. Ulupınar kontrol noktasına ulaştığımda suları tazeleyip ağzıma bir şeyler atıştırıp yola devam ettim. Bu kısımda başta Selim ile ilerledik, daha sonra o arayı açtı. Adem yetişti ve onunla birlikte ilerlemeye devam ettik. Stabil yollardan yavaş yavaş patikalara doğru girdik. Başta koşulabilir alanlar yerini tek kişilik patikalara bıraktı. Bu kısımlarda kendimi iyi hissediyordum. Esas yıpratıcı bölüm Beycik kontrol noktası sonrası olacaktı. Beycik noktasına vardığımda biraz beslendim, kola su karışımı, biraz tatlı, biraz tuzlu diyerek suları tazeledim ve yola çıktım. Adem orada kaldı, bana yetişeceğini düşünerek yola çıktım fakat yarış sonuna kadar bir daha göremeyecektim. Şimdi sıra bitmeyen tırmanışta ve batonlardaydı. Kafamı önüme eğdim ve sabırla ilerlemeye başladım.

goshots.net



Normalde yarışlarda müzik dinleyen ben bu kısma kadar müziksiz ilerlemiştim. Bu kez kafamda bir süre kendimle ve çevreyle baş başa kalma planı vardı. Yalnızca batonların çıkardığı sesler ve etrafla ilgilenerek tırmandım. Önce yol vardı, sonra yollar yerini belirgin bir patikaya, patika yerini zorla seçilen bozuk taşlarla kaplı patikalara bıraktı. Eğim nefes kesecek düzeyde artmaya başladı. Ormanın içinde kayalar, ağaçlar ve onların gölgesi içinde ilerliyordum. Zihinsel olarak da karanlık bir noktadaydım. Eğim kimi zaman öylesine nefes kesici oluyordu ki bacaklar isyan etme seviyesine geliyordu. Hava bulutluydu, ormanda karamsar bir hava vardı. Tüm bunlara, acıya yorgunluğa rağmen parkur zorlaştıkça garip biçimde hoşuma gidiyordu. Dik bir tırmanış belirdiğinde kendime 'hadi bakalım şimdi ne yapacaksın, yeterince güçlü müsün?' diye takılıyordum. Görülmeye değer bir doğa harikasında yarışıyordum. Ormandan çıktığımda zirveye ulaştıracak
külah gözüktü. Zirve neredeydi? Bulutları hemen üzerine çıkınca...



Zirveye giden zorlu tırmanış
Karşımda beni bulutların üzerine taşıyacak epey yıpratıcı tırmanış çıkmıştı. Aklıma Uludağ da yaptığım koşular belirdi hemen. Kural ana odaklanmaktı, zirve görünse bile ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı. Eğim belirgin biçimde artmış kırıcı hale gelmişti. Tırmanmaya başlamamla birlikte havanın soğuduğunu hissettim. Yukarı da daha da soğuk olacaktı, durmamaya çalışarak epey nefes kesici patikada ilerledim. Bulutun içine girdiğim noktada görüş alanım iyice azaldı. Zirveyi seçmeye başladığımda biraz rahatladım, yine de tırmanış sürüyordu. Teleferik istasyonu binası, aynı zamanda zirveydi. Normal teleferikle gelen insanların bakışları altında istasyona ulaştım. Zirveye 5 saat civarı bir zamanda ulaşmıştım. Yağmur yağmasa da ayakkabılarımı değiştirdim. Biraz çorba, biraz makarna ile yeniden doğmuşa döndüm. Hava epey soğuktu, ıslak tshirt ü de değiştirip yağmurluğu çıkarıp giydim. Uzun bir inişe hazırdım.

Solda üşümekte olan ben- goshots.net
İnişe başladığımda ciddi anlamda soğuğu hissettim. Hemen ısınmam gerekiyordu. Koşarak inmek konusunda uzman olmasam da kendimi aşağı bıraktım, hareket ettikçe ısınmaya başladım. Bir noktada biraz dolu yağdı ve hissettiğim soğuğu ispatlamış oldu. Yolda insanların çıkış patikasından iniyorduk, karşılaştıklarım ne kadar daha kaldığını soruyordu, tırmanış onlar için can sıkıcı hal almış olmalı diye düşündüm. Başladığım patika başına geldiğimde görevlilerin yönlendirmesi ile yola devam ettim. Yarışın daha uzun kısmı yeni başlıyordu. Bir miktar düz yolda ilerlemek iyi geldi. Stabil yollara gelmiştim. Koşulabilir oldukları için tempoyla ilerlemeye başladım. Bir süre sonra da inişler başladı. Müzik çalarımı çıkardım ve biraz müzik eşliğinde inmeye başladım. Bu kısımda kendimi çok iyi hissediyordum. Aralıksız koşuyordum. Arada işaretleri kontrol ederek epeyce indim. Her şey iyi gidiyor derken yağmur yağmaya başladı. Önce hafif başladı. Sonra şiddeti epeyce arttı. Bununla kalmadı, şimşekler çakmaya başladı. Yağmurluğumu test zamanı gelmişti. Yağmur o kadar şiddetliydi ki ayakkabılarım sanki suyun içindeymiş gibi ıslanıyordu. Bir süre sonra sel suları da işin içine eklendi. Adeta fırtınanın ortasındaydım. Beni korkutan düşen şimşeklerdi. Ya biri yanı başıma düşerse?  Yağmurun ve soğuğun etkisi ile ister istemez yavaşladım. Tüm bunlar yetmezmiş gibi dolu yağmaya başladı. Öyle ki ellerim dolu ile dövüldü, kıpkırmızı oldular. Şapkamın vizörü gözlerimi korudu. Doğa adeta beni dövüyordu. Bir taraftan da sel sularına baktım. Acaba yarış iptal mi edilecek düşüncesi kafamda belirdi. Bu düşünceler içinde Yaylakuzdere ye ulaştım. Hayır yarış devam edecekti. Epey ıslanmış ve üşümüştüm. Bu noktada çorba olmaması kötüydü. Olan şeylerden atıştırdım, su kola karışımı ve su tazeleyip yola devam ettim. Soğuktu. Özellikle ellerim çok üşüyordu. Keşke eldivenlerimi de yanıma alsaydım diye düşündüm. Doğa bir ultra dersi veriyordu adeta. Ellerimi yağmurluğun kollarına biraz daha gömerek devam ettim. Bir süre sonra yağmur hafifledi fakat dinmedi. Yaylakuzdere sonrasını kafamda kolay olarak düşünmüştüm, ancak kontrol noktasında uyarılar almıştım. Bir süre sonra bunların ne kadar haklı olduğunu görecektim. Stabil yollardan sonra epey dik tırmanışlar yerini patikalara bıraktı. İnşa halinde bir kır evini geçtikten sonra parkur epey kırıcı ve teknik hale geldi. Uçurumlarda işaret takip edip kayalıklarda gezinmeye başladım. Çok teknik kısımlardı ve belirgin bir patika yoktu. Yine zorluklar çıktıkça beliren cinsten bir keyif belirdi içimde. Dikkatle yol almaya devam ettim.

Kayalıklardan ve uçurumlardan geçişler..


Sonunda bir patika...
Epey kırıcı bir bölüm olmuş ve tırmanış küçük de olsa teknikliği ile zorlaşmıştı. Peki bunun inişi? Ormanın içine tekrar girmemle birlikte bunun da hiç kolay olmayacağını anladım. Yerler çok kaygandı. Ayakkabıların dişlerine rağmen kayganlığı hissediyordum. Üstelik koşmak da oldukça güçtü. 2 kez ne olduğunu anlayamadan kaydım ve yere düştüm. Üzerim biraz çamurlanmıştı. Güneş yüzünü ilk kez bu esnada gösterdi. Orman içinde ilerlerken artık kuruyacağım düşüncesi biraz umut kattı. Zemin hala zorluydu. Çamur yoksa irili ufaklı kayalar sizi test ediyordu. Kimi zaman koşmaya başlıyordum fakat sık sık bir şekilde kesintiye uğruyordu. Alt teleferik istasyonunu gördüğümde bir yamacın karşı noktasındaydı. Orman içinden oraya doğru gidecektim. Patika kısmen stabilleştiğinden koşarak aynı zamanda 60K için bitiş olan noktaya ulaştım. Bu istasyonda pizza vardı! Hemen bir dilim kapıp çorbayla birlikte mideye indirdim. Su tazelemesi yapıp asfalt yoldan aşağı doğru bıraktım kendimi. Bir süre sonra görevlinin yönlendirmesi ile tekrar patikaya daldım. Güneş iyice ısıtmaya başlamıştı. Üzerimde hala yağmurluk vardı ama çıkarmamıştım. Bu kısımlarda epey hızlı inmeye çalışarak bir an önce tabana inmeye çalışıyordum. Yine kayalar, taşlar ile zorlayıcı patikalardan oluşan bir inişti. Genellikle orman içinde ilerliyordu. Ara ara saatimden yükseltiyi kontrol ediyor ne kadar yukarıdayım, daha ne kadar ineceğim diye kestirmeye çalışıyordum. Bir noktada artık denizi ve kıyıyı gördüm.

Artık güneş var ve denizi görebiliyordum.
İnişler bittiğinde bir köyün içine çıktım. İşaretleri takip ederek köyden çıkıp ışıklara geldim. Yoldan karşıya geçtim ve yola devam ettim. Tekirova nın içinde olduğumu tahmin ederek işaretleri takip etmeye devam ettim. Tekirova kontrol noktası oldukça küçüktü, suları tazeleyip yoluma devam ettim hemen. Biraz asfaltta ilerledikten sonra stabil yollara yöneldim. Biraz tırmanıp biraz iniyor kıyı boyunca ilerliyordum. Ara ara deniz seviyesine inip plajların koyların arka yollarından ilerliyor sonra yine tırmanmaya başlıyordum. Hava kararmaya başlamıştı. Aklımda tek soru vardı 'Maden Koyu na ne kadar kalmıştı?'. İnişler ve çıkışlar bitmek bilmiyordu. Zikzak çizerek ilerlediğimi, koyları, dağları aşarak ilerlediğimi tahmin ediyordum. Acaba Maden Koyu hangi tepenin ardından çıkacaktı. Kafa feneri ihtiyacım olmaz diye düşünsem de hava beklediğimden hızlı karardı. İnişin bittiği bir noktada ağaçların altında ilerlerken iyice karanlık olmaya başladı. Bir noktada kafa feneri zamanı geldi diyerek taktım ve biraz ilerledikten sonra Maden Koyu istasyonundaydım. Son 6 km civarıydı. Yaklaşık 2.5 km patika ve sonrası düz yol olduğu bilgisini aldım. İstasyondan çıkıp biraz deniz kenarında ilerledikten sonra kafa feneri ışığıyla gerçekle yüz yüze geldim. Bildiğimiz tek kişilik dik zorlu patikalar son kısımda beni bekliyordu. Gecenin sessizliği, ay ışığının denize vurduğu hoş görüntüler eşliğinde patikaya daldım. Fosforlu işaretleri takip ederek ilerledim. Karanlıkta kafam ışığa odaklanmıştı. Yine bir çıkıyor bir iniyordum. Bir tepeden sonra Çıralı ışıkları görünecek ve her şey sona erecek diye düşünüyordum. Fakat patika bitmek bilmiyordu. Son kısımda böyle bir kısım beni biraz söylendirse de yarışın zorluk seviyesine bir puan daha ekletmişti bence. Ya da ben artık sabırsızlanmaya huysuzlanmaya başlamıştım. Fosforlu işaretleri takip ederek son bir tepeyi daha aştım ve karşımda geceyi aydınlatan Çıralı ışıklarını gördüm. Aşağı olabildiğince hızlı indim. Asfalt yola bağlandım ve işareti izledim. Bir noktadan sonra işaret görmemeye başladım. Acaba kayboldum mu? diye düşünürken yürüyen insanlara sordum, doğru yolda olduğumu söylediler. Yine de paranoyaya kapılmıştım. Telefonla yarış görevlilerini arayıp sordum. Doğru yolda olduğumu tekrarladılar. Koşturmaya başladım. Artık son km içine girdiğimde kimi insanlar tuhaf bakıp anlam veremiyor, kimileri ise yarıştan haberdar olduklarından olsa gerek alkışlıyorlardı. Bir noktadan sonra finish yazısını gördüm iyice hızlandım. Alkışlar eşliğinde bitirdim. 16 saat 31 dakika sonra başladığım yerdeydim!




Bitirdiğim anda kendimde hala enerji olduğunu hissediyordum. 0 dan 2360 mt ye çıkmış, yağmura doluya fırtınaya meydan okumuş, toplamda 90K koşmuştum. Fiziksel ve mental sınırlarımın ötesine geçmiştim. Üstelik tüm zorlu bölümlerine rağmen keyif aldığım bir parkurdu. Kendimce yıl içinde katıldığım en iyi yarış oldu diyebilirim. Yarış sonrasında ayak bileklerimde hafif bir ağrı, ıslanıp bir türlü kurumayan şortumun yapığı tahrişler dışında fiziksel bir problemim yoktu. Hava şartları bir kez daha taşımakta olduğum her malzemenin gereğinde ne kadar işe yaradığını öğretti bana. Yarış organizatörleri bu malzemeleri daha da vurgulamalı diye düşünüyorum.
Beslenme konusunda bazı kontrol noktaları yeterli olsa da, kimi noktalarda eksikler vardı. Makarna ve pizza gerçekten büyük bir artı oldu benim için. Masalarda çeşitlilik bir miktar daha arttırılabilir. İşaretleme konusunda hiçbir problem yaşamadım. Son kısım şehir içi biraz paranoyaya soktuğundan bir miktar buraya işaret eklenebilirdi.
Kendimce ülkemizin bana göre en zor yarışı oldu. Organizasyonda sonsuz emeği geçen Polat Dede ve ekibine bir kez daha teşekkürler. Böyle bir coğrafyada böyle bir parkur bence çok kıymetli bir olay. Yarışın çok daha büyüyüp tanınacağı kanaatindeyim.  Tekrar yer alıp o atmosferi tekrar soluyabilmek dileğiyle...

26 Nisan 2017 Çarşamba


2017 İznik Ultra Maratonu 90K


'Passion is pushing myself when there is no one else around - just me and the road.'  
                                                                                                       Ryan Shay


22 Nisan Cumartesi sabahı, kış boyu kısa antremanlarımı yaptığım stadın önündeydim. Bu kez durum biraz daha farklıydı. Stadın etrafında koşmayacaktım. Orhangazi den İznik e koşacaktım. Geçen yıl 50K koşarak başladığım İznik Ultra macerası bu yıl 90K ile devam edecekti. Psikolojik açıdan en hazırlıksız, kafamın en dağınık olduğu yarışlardan biri olacaktı bu. Yeni bir şehre taşınmıştım, yeni görevim oldukça yoğundu. Yarışa kaydımı bile geç vakitte ancak gidebileceğim kesinleşince yapabilmiştim. Antremanlar mı? Hiç hazır olduğum bir yarış olmadı, fırsat buldukça dışarı çıkıp koşmaya devam ettim ve edecek gibi de görünüyorum. Hal böyleyken yarışı ancak yola çıktığımda düşünmeye başladım. 90 km demek kolaydı, fakat koşarken pek bu sayıyı düşünmemek en temel kuraldı benim için. Yarışa gitme bahanesiyle evime de uğramış ve orda kalmıştım. Tuhaf olan 90K koşacak olmama rağmen her yerin, özellikle başlangıç noktasının bana fazla tanıdık olmasıydı. Yine bir antreman koşusuna veya bir bisiklet turuna çıkacakmışım gibi bir hava vardı üzerimde. Böyle durumu hafife alan düşünceler uzun yarışlarda tehlikeli şeylerdi. Zaman ve koşullar siz farkında olmadan size haddinizi bildirmeye hazırdı daima.

İznik Ultra 90K parkur

İznik Ultra 90K eğim 
Yarışa anne ve babamla gittim. Evet bir ilkokul çocuğunu okula uğurlayan veliler gibi, onlar da beni yarışa uğurluyorlardı. Aslında durumu hiç onaylamamalarına rağmen yarışlar birbirini takip ettikçe sıradanlaşmaya başlamıştı faaliyetlerim. Onlar da durumdan bol fotoğraf çekilerek yaralanma yolunu seçmişlerdi. Beslenme çantası sırtında bir ultramaraton koşucusu hemen alttaki fotoğrafta!


Start verildikten sonra kendimce bir tempo ile koşturmaya başladım. Sıradan bir antreman temposu olsa da bu yarış için hızlı sayılabilirdi. Ön grupla göz temasını kaybetmeyerek peşlerine takıldım. Bisikletim ile uzun turlara çıktığım göl yolunda ilerliyorduk. Çevre yine tanıdıktı, fark yarışta olmamdı. Hava güneşliydi. Yağmurlu olabileceği söylenmişti oysa. İnce giyindiğime o an sevindim, güneş epey yakıyordu. Asfalttan koşumuz devam ediyordu, henüz patikalara dağlara taşlara ulaşmamıştık. Sessiz bir sabırsızlık havası seziyordum. Ne zaman patikalar başlayacak? Cevabın biraz sonra göl kenarında beni beklediğini biliyordum.

aksiyonfotograflari.com

Göl kenarındaki koşu sonrasında bir miktar daha asfalttan koşup Gölyaka köyünün içinden geçtik. Sonra zeytinliklere doğru dalıp toprak yolda, eğimi pek olmayan bölgede koşmaya başladık. Bu kısımlara çok aşina değildim. Hemen solumda göl, aralarda zaman zaman görünen balıkçı barınakları ve zeytinlikler arasında koşuyorduk. Sölöz Burnu buralar olmalı diye düşündüm. Zeytinlikler içinde bazı kısımlar çamurluydu. Buralarda yavaşlamak zorunda kalıyordum. Bu kısımda bir dere geçişi de bizi bekliyordu. Dereyi gördüm ve ayakkabılarını çıkarıp geçişe hazırlananlara aldırmadan atlayıverdim. Yoluma devam ettiğimde önümde iki kişi ile birlikte ilerliyorduk. İlerleyen zamanda bir istasyonda çoraplarımı değiştirmeyi planlayarak devam ettim. Sölöz istasyonuna ikinci sırada girdim, bir şeyler atıştırıp yoluma devam ettim. İyi gittiğini düşünemeyeceğim kadar erken bir noktadaydım. Zamanla mesafe beni alt edecekti. Sölöz sonrası tırmanışlar ile ormanların içine daldık. Keyfili yollarda ağaçların arasında epey koşabildim. Bu kısımda beni zorlayan sol kaburga altıma giren ağrı oldu. İstasyonda kolayı fazla kaçırdım diye düşündüm. Zamanla da ağrı kayboldu. Epeyce tırmandıktan sonra geriye Narlıca istasyonuna doğru olan iniş kalmıştı. Bu kısımlarda kendimi iyi hissettim. İnişlerden keyif aldığımı söyleyebilirim, bu pek söylediğim bir cümle değildir. Narlıca istasyonunda Aykut Çelikbaş görevliydi. Onu gördüğümde şaşırdım, 140K da koştuğunu düşünmüştüm. Kolundaki çatlak yüzünden yarışamadığını söyledi. Onun ikram ettiği çorbayı içtim, çoraplarımı değiştirdim, ekstra bir şeyler daha atıştırıp teşekkür edip yola koyuldum. Geçen yılki 50K parkuruna başlıyordum artık.

Narlıca ya iniş öncesi
Bu kısımlar zorlayıcıydı, belki de yarışın en zorlayıcı kısmıydı. Fakat enerjim henüz yeterli oldugundan çok isyan etmeden zeytinlikler arasına daldım. İp desteği koydukları inişleri yaptım. Tarlalar arasında işaretleri takip ettim. Bu kısımdan kurtulunca tek kişilik patikalara dalacak ormanın içinde adeta kaybolacaktım. Bu kısımlar her ne kadar teknik olsa da, bu yıl yine keyifle koştum. Doğada olmak tanımına en uygun kısımlardı bana göre. Eğim zaman zaman epey dikleşip bacakları yakarak zorluyordu. Ağaçların gölgeleri altında bir yandan otları çalıları gözümden savuşturup bir yandan koşmaya devam ettim.


Müşküle ye vardığımda, bu yıl muhtemelen önümüzden giden 50K koşanların kalabalığından sonra tek tük giden bizler pek kalabalık gelmemiştik. Geçen yıl yollarda oturan teyzeler bu sene yok denecek kadar azalmıştı. Sokaklardaki çocuklara beşlik çakarak ilerledim. İstasyonda suları tazeleyip yola koyuldum. Benim için yarışın kırılma anı olacak bölüm başlamıştı. Epey bir tırmanış beni bekliyordu. Başlarda istikrarla tırmanmaya başladım, devamı gelecekti biliyordum, düşünmemeye çalışıp ilerledim. Etrafla ilgilenip çevreyi gözlemledim. Kafamı bir şekilde dağıtmalıydım. Kötü düşünceler, ne kadar kaldı, ne kadar daha tırmanış? Geçen seneden hatırladığım kesitler beni rahatsız etmeye başlamışlardı bile, karamsar bir havaya girmem için bastırıyorlardı adeta.

aksiyonfotograflari.com

Toprak yollardaki tırmanışların ardı kesilmiyordu. Bir süre sonra ufak bir iniş kısmı başlayacaktı. Ne zaman diye sabırsızlanmaya başlamıştım bile. Sonrası yine iç açıcı değildi. Orman içinde tırmanışlar vardı bu kez. Süleymaniye ye ulaşmak kolay olmayacaktı. Bir miktar koşturarak indikten sonra orman içinde tekrar tırmanmaya başladım. Yorgunluk belirtileri başlamıştı. Bir şeyler yiyip içerek kendimi biraz gazlamaya çalıştım. Yerden bir sopa alıp tek elimle tırmanışlarda destek yapmaya başladım. Tüm bunlara rağmen zihinsel süreç karanlık bir hal almaya başlamıştı. Yeni başlayan her yokuşun sonunda bir tane daha çıkıveriyordu. Bir kısımları geçen yıldan hatırlıyor, bir kısmına ise küfrediyordum. Sanki zihnimden geçen karamsarlığın etkisi ile hava da karamsar hal almıştı. Kıyafetlerim ıslaktı, sürekli terliyordum sonuçta. Ama bu kez daha farklı bir duyguydu. Üzerime bir güçsüzlük çökmeye başlamıştı. Havadan tek tük yağmur damlaları geliyordu. Üşümeye başlıyordum. Bu durum karamsarlık değildi, hava değişmeye başlamış ve ben yavaş yavaş bir hipotermi sürecine giriyordum. Rüzgarın da esmesi ile kendime geliverdim. Yağmurluğumu çıkarıp üzerime geçirdim. Önümü kapatıp koşuşturmaya başladım. Isı üretmeye ihtiyacım vardı. Ellerim üşüyordu, çantamda eldivenler vardı fakat çıkarma eforunu sergileyemedim. Yola devam ettim. Bir süre sonra inişler başladı. Bunlar Süleymaniye nin yakın oldugunun habercisiydi. Hiç durmadan koşarak istasyona girdim. Yağmur hala tek tük biçimde yağıyordu. Daha şiddetli olsa kim bilir ne hale gelirim diye düşündüm. İstasyonda çorba içtim ve atıştırmaya başladım. Yiyebildiğim kadar yiyip içtim. Derbent e, son istasyona doğru diğer bir koşucu ile yola çıktık. Birlikte olmanın da etkisi ile koşulabilir kısımlarda koştuk, Tırmanışlarda tırmandık. Amacımız saat 6 olmadan Derbent e ulaşmaktı, Böylece reflektif yelek giymemize gerek kalmayacaktı. Planlarda ulaşabilir gibi görünsek de, bu kısımda zorlayıcı bölümler de vardı. Düz yollarda bir miktar koşuşturduktan sonra orman içine bir kez daha dalıverdik.
Başlarda umutlu koşularımız, parkur kırıcı hale geldikçe yerini umutsuz düşüncelere bıraktı. Ben yetişemeyeceğimin farkındaydım. Yarışta ikinci düşüşü burada yaşadım. Parkurun da kırıcı etkisi yorgunluk ile birleşince kendimle münakaşa etmeye başladım. Tempomu iyice düşürdüm. O an koşmak için bir sebep bulmakta zorlandığım ender anlardan biriydi. Neden koştuğumu ne anlamı oldugunu düşündüm kendimce. Belli zaman kalıplarını hedeflemek, ardından bunlara ulaşamadıktan sonra bir anlamı var mıydı bu kadar koşmanın ? Peki o zaman evde oturmak aynı mutluluğu verecek miydi ? Etrafıma bakındım. Yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. Neyse ki su geçirmiyordu. Hava soğuktu. Parkurda tek başımaydım. Sonra birden ne olursa olsun bu yarışı bitireceğimi düşündüm. Aslında olay diğerleri ile olan yarış değildi. Kendi iradem ile olan yarıştı. Her engelde, her başarısızlıkta, yolunda gitmeyen durumda durup bırakma sinyalini verip duran beynimin o kısmı ileydi benim meselem. Ayaklarımın ağrıdığını bahane ediyor, havanın soğuk olduğunu söylüyor, sürekli dur sinyali veriyordu. Etrafa tekrar baktım, artık müzik dinlemiyor yağmurun sesini dinliyordum. Tüm berbat hava koşullarına rağmen o an, orda tek başıma devam etmekte olmam bana keyif verdi. Bir biçimde bitecekti, neden tadını çıkarmayı denemiyordum? Sinyaller devam etti, ben dinlemedim koşmaya başladım. Ayaklarım bacaklarım çamurlara girip çıkıyor, zaman zaman sızlıyordu. Çok aldırmadım. O an orada olmanın güzelliğine övgüde bulunarak ilerledim. İnsanın doğaya karşı kendini savunmasız hissetmesi çok doğaldır. Bu his çok hoşa giden bir şey değildir. Şehir hayatında bunu olabildiğince baskılarız ve kontrol bizdeymiş hissi uyanıverir. Çok azımız bunlardan sıyrılıp tüm gerçekliği ile sıradışı zor koşullara kendini bırakmayı seçer. Bir kez kimin daha güçlü oldugunu anladığınızda, içinizde önce bir korku, sonra bir rahatlık çöker. Oyun bitmiştir. Kazanması muhtemel kişi bellidir. Ama o kadar da acımasız değildir. Size bir şans verir, bu durumdan çıkabilmeniz için bir şans. Onu kullanmak sizin iradenizdedir.

aksiyonfotograflari.com

Derbent e vardığımda fenerimi takıp yeleğimi giydim. Geceye ve yağmura hazırdım. Çorbamı içip bir şeyler atıştırdım. Yola koyuldum. Yağmur hızlanmıştı. Kalan kısım iyice çamur haline gelmişti. İstasyonda durduktan sonra ilk adımlarımda üşümeye başlamıştım. Koştukça geçti, kendi ürettiğim ısı ile idare etmeye başladım. Parkur zorlaşmıştı, fakat ben zihinsel kırılma anımı yaşamıştım bile. Yarış bitecekti, biliyordum. Şansımı en iyi biçimde kullanıyordum. Sinyaller durmamı söylüyor, geçen sene bu inişlerde yaşadığım acıları hatırlatıyordu. Şaşırtıcı biçimde iyi hissediyor ve koşarak inmeye devam ediyordum. Başlarda zorlayan çamur zamanla sıradan bir hal aldı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Gözlerim henüz ışığa ihtiyaç duymuyordu. Yollar aşağı doğru dik biçimde kıvrıla kıvrıla iniyordu. Yerde benden önce geçen yüzlerde kişini ayak izi vardı. Ben onlara yenisini katarak koşturmaya devam ediyordum. Fonda yağmurun yağmurluğuma temas etme sesi ile her adımımın çamurla buluşma sesi haricinde hiç bir ses yoktu. Her adımımla bitişe yaklaştığımı hissediyor daha da güçlü ilerliyordum. Bir süre sonra inişler bitti. Karanlık iyice çöktü. Tekrar asfalt yollara ulaşmıştım. Kafa fenerimi açtım ve fosforlu işaretleri kontrol ederek İznik in içine doğru ilerledim. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Yollarda yalnızca arabalar denk geliyordu. Dışarıda adeta benden başka canlı yok gibiydi. Karanlık, bir yandan sağanak yağmur, bir yandan saatlerdir ıslak olmamın etkisi ile gelen üşüme hissi. Surlara paralel ilerlemeye başladım, sonra yönlendirme ile biraz daha şehir içi derken, bu yıl yeri değiştirilen finish i uzaktan gördüm. Görevliler de uzaktan beni görmüş olmalıydı. İstasyondan beri olan koşum son anlarına geliyordu. Bana verilen şansı kullanmıştım. Sinyal artık susmuştu, kaybettiğini anlamıştı. O an hiç 90K koşmamış gibi hissettim. Öylesine bir rahatlıkla finishten geçtim. Çini madalyamı boynuma taktılar. Bitirmiştim.


Başlarda güneş ve sıcak, ardından soğuk, yağmur ve çamur... Güçlü başlayıp yarıştan düşmek, ardından tekrar toparlanıp devam edebilmek. İznik bu yıl farklı deneyimler yaşamamı sağlamıştı. Ne koşul olursa olsun her yarışın ilk yarısı fiziksel, ikinci yarısı ise zihinsel mücadele ile geçiyordu. Dip noktalarda gezindiğim anlar olsa da, açılmaya çalışan karanlık kapıları kapatabilmiş ve kendimle olan mücadelemden galip ayrılmıştım. Yarış sonrası ilk düşüncem sıcak bir yer bulmak olmuştu. Eve ulaşıp sıcak bir duş alana kadar üşüme ve titremem tam olarak geçmedi. Hipotermi sınırlarında epey dolanmış olarak dinlenmeye çekildim. Daha uzaklara, daha yükseklere koşma planları yapmaya başlamıştım bile....

20 Şubat 2017 Pazartesi



2017 Geyik Koşuları - 28K


Bu yıl Geyik Koşusuna biraz da olsa sıradanlıktan uzaklaşmak adına katıldım. Kış süresince antrenmanlar epey aksamıştı. Özellikle ortam değişikliği, düzen değişikliği antrenman rutinlerini önemli derecede etkiliyor maalesef. Boşa giden kilometreler eğer belirli bir yoğunluğa sahip değilse forma pek katkıda bulunmuyor. Bu kez bir yarış raporu değil, çamura saplanma ve bir minik duvara çarpma raporu olacak bu yazı.
Hangi yarış olursa olsun zihinsel olarak onu düşünmemek ve ön hazırlık yapmamak motivasyonu önemli ölçüde etkiliyor, kararlılığı etkiliyor ve olumsuz bir durum karşısında dibe vurmayı çok kolaylaştırıyor. Start çizgisinde o heyecanı duymuyorsanız, orada olmanız biraz kötü bir karar olmuştur sizin için bana göre. Yarıştan önce bir miktar ben de öyleydim. Üstelik kendime acımasız da davranmamıştım antrenman döneminde. En azından sakatlık geçirmeden geçmişti kış. Fakat benden bir o kadar da götürmüştü. Bir miktar da yağ olarak eklemeyi ihmal etmemişti.
Start verildikten sonra acele etmeden kendi ritmimi bulmaya çalıştım. Yer yer çamur olması ileride daha da beterinin sinyalini veriyordu. Ön grubu bir süre görebilsem de arayı açacaklarını biliyordum. Bu kez nazik vücudum takibe hazır değildi. Zaten çamura saplana saplana savaş veriyorlardı, zaman çamurla mücadele zamanıydı.

ÇAFDER - Sevda Kündü
Belgrad da daha önce iki kez koşmuştum, eğimli yerler bir miktar nefesinizi kesiyor, ardından inişlerle canınızı yakmaya çabalıyordu. Yine öyle oldu, tırmanışlar ve inişlerle hırpalanarak ilerledim, bir yandan da gücümü ikinci yarıya saklamak istiyordum. Ama bir terslik vardı, sanki bir şeyleri tam sindirememe hissi gibi. Kafamda minik bir isyan ve cayma düşüncesi vardı alevlenen. Hızımı pek arttıramıyordum önceki yarışlarımın aksine. İlk turda dengede gidiyordum, adeta kendimi tartıyordum. Ne durumdayım? Ne haldeyim? Aldığım cevap ve tepkiler pek olumlu değildi. Yapılacak çok iş ve antrenman var demekti bu durum. Bazen bilgisayarda bir oyuna başladığınızda her şey kötü gider ve bu sayılmaz bir daha diyerek kapatıp baştan açarsınız. Koşuda böyle bir şey pek mümkün olmuyor, en azından benim için. İlk turun sonlarında meşhur yokuşlar geldiğinde çamur en yoğun haliyle son mücadele ruhumu da yok etti, nefesimi kesti. Bir süre yürüdüm ve ilk turu tamamlamak üzere koşmaya başladım. Saatimi kontrol ettiğimde geciktiğimi biliyordum. 14K koşacaklar startı verilmeden oradan geçmek avantajdı, bunu kaçıracağımı daha yokuşun başında biliyordum zaten. Umursamadan ilk turu tamamladım, Bir şey yeme ve içme isteği uyandı ve biraz duraklayıp giderdim. İkinci turuma başladığımda her yer koşucu doluydu. Çamur, zemin ve önümdeki koşucular, beni bekleyen engellerdi.
 
ÇAFDER - Sevda Kündü
İkinci turda tüm motivasyonumu kaybetmiştim. Zihnim gitmek istemiyordu. Madem böyle olacaktı neden başladım ki diye düşünmeye başlıyordum. Veya nasıl olur da geçen seneden daha kötü koşabilirdim? Cevabı açıktı aslında, neden koştuğumu bilmiyordum bu kez. Süre beklentim, kürsü beklentim yoktu, sadece koşmak için katılmıştım. Zihnim için yeterli bir enerji kaynağı değildi bu anlaşılan. Geçen süreçte onu biraz tembelliğe alıştırmış, fazla nazik davranmıştım. İkinci tur ilerlerken bazı anlar durmak istedim. Bu maraton koşarken duvara çarptığınızda olan türden bir durma isteğiydi. Sanki tüm enerji vücuttan bir anlığına kesilmiş gibi öylece durmak... Zombi gibi ilerlemeye başladım. Su verilen noktada su bahanesi ile durup biraz su içtim. Sonrasında yine karanlık düşünceler ile ilerledim. Fiziksel gücüm yerinde olsa da zihinsel gücüm yerlerdeydi. Bir noktadan sonra daha kötüsü olamaz, çünkü en kötüsü bu olacak dedim ve bitirme üzerine yola çıktım.
Son tırmanışta çamur artık sizi içine çekebilecek güce ulaşmıştı. Ayaklarımda yaklaşık birer kilo çamurla birlikte yokuşu bitirdiğimde planlar yapmaya başlamıştım. Yeniden bir disiplin, yeni antrenmanlar ile ilgili planlar hayaller kuruyordum. Tabii bir de bitirince bir kahve iyi olur düşüncesini kenara atamıyordum. Son kilometrelerde bana özgü olmayan bir sakinlik ile ilerledim. Aynı sakinlik ile bitiş çizgisini geçiverdim ve kendimi yarış sonrası ikramlara adadım. Kendime nazik davranmaya devam ediyordum.
Zihinsel kararlılığınız ve hedefleriniz mesafeler uzadıkça ve şartlar zorlaştıkça temel dayanağınız haline geliyor. Doğa her zaman insanoğlundan daha güçlü, ne derece çalışırsak çalışalım bir noktadan sonra geriye yalnızca zihniniz kalıveriyor. Size düşen iç yolculuğunuzu yapıp kendinizi harekete geçirmenin yollarını bulmak, ezberlemek ve bunları kullanabilmek sanırım.

7 Aralık 2016 Çarşamba


2016 Kaz Dağları Ultramaratonu - 80K



''It hurts up to a point and then it doesn't get any worse'' Ann Trason

    2 Aralık cuma günü ilk 80k yarışımı koşmak üzere Kaz Dağları Ramada Otel in önünde taksiden iniyordum. Bir an önce yarış numaramı alıp uyumak istiyordum. Yarış brifingi konferans salonuna girdiğimde devam ediyordu. Çok fazla dinlemedim, numaramı alıp malzemelerimi kontrol ettirdikten sonra odama giriş yaptım. Şimdi hazırlık zamanıydı..

    Herşeyi önüme serip düşünmek...
    80K koşacak olmam benim için bilinmeyen bir bölgeye yolculuk olacaktı. Zihinsel olarak bunun farkındaydım, Bunun hazırlığını fiziksel olarak pek yapamasam da zihinsel olarak iyi hazırlandığımı düşünüyordum. İstanbul maratonu sonrası peroneal tendinit olduğunu düşündüğüm problemi yaşamam beni strese sokmuş, ciddi bir dinlenme ve iyileşme periyoduna sokmuştum kendimi. Koşamamanın verdiği tedirginlik ayağım iyi olunca tekrar bir antreman yapmam ile biraz geçse de, ayağımın tekrar sızlaması ile geri gelmişti. Cuma günü yolculuğa çıkarken hala ayağım ağrıyor ve canımı sıkmaya devam ediyordu. Önümde beni bekleyen bir 80 km vardı, İşlerin ne yönde gideceğini asla tahmin edemezdiniz..



    Kaz Dağları Ultramaratonu 80K parkuru
    80k parkuru Yeşilyurt köyünden başlayacaktı. Ramada Otel de sona erecekti. Bu mesafeyi fiziksel ve zihinsel olarak aşabilmek için bence ilk kural asla bütüne odaklanmamaktı. Bu sebeple kontrol noktalarını işaretleyerek parçalara ayırdım:

    Yeşilyurt 0.km, Adatepe 14.km, Doyran 27.km, Dedepınar 43.km, Çamlıbel 53.km, Beyoba 64.km ve Ramada Otel 83.km de yer alıyordu. Küsuratları çıkararak bu noktaları eğim grafiğinde işaretledim. Artık karşımda 6 segment olmuştu.

    Kaz Dağları Ultramaratonu 80k Eğim grafiği
    Yarış sabah 7 de başlayacak ve hava karanlık olacaktı. Karanlıkta kafa feneri ile koşma açısından çok deneyimli değildim. Ayrıca baton taşıma zorunluluğu vardı, yine çok uzmanı olmadığım batonlarımı da yanımda taşıyacaktım. Özellikle ilk segmentlerde gücümü koruyarak durumuma bakmayı planladım. İlk 80K koşum olduğundan önemli olan kontrolü elden bırakmamaktı benim için. Hazırladığım segmentlerde iniş çıkış bol olsa da özellikle Doyran- Dedepınar istasyonları arasının en yıpratıcı kısım olacağını düşünüyordum. Sonrası bir şekilde ilerleyecekti.

    3 Aralık cumartesi sabahı 7 de yarış Yeşilyurt köyünden başladı. Kafa fenerimi açıp batonları elimde taşıyarak koşturmaya başladım. Gece koşmak fikri korkutucu gelse de, sessizlik ve havanın durgunluğu hoşuma gitmişti. Minik tırmanışlarda batonlarımı deneyerek alışmaya çalışıyordum. Işığıma odaklanıp sessizliğin yalnızca koşucuların olduğu ortamın tadını çıkarmaya başladım. Karanlıkta bazen yalnızca kafa lambasının ışığı ile giderken ürpersem de uzaklardan gelen bir köpek sesi ile irkiliyordum kimi zaman. Karanlık dolayısıyla zemine dikkat etmeye çalışarak ilerledim. Sağ ayağım zaman zaman sızlıyordu fakat endişe verici bir sinyal vermiyordu derken tam da sağ ayağımı burktum. Fakat devam ettikçe açıldı. Ucuz kurtuldum diye düşünerek daha kontrollü inmeye başladım. Ardından 2. kez burktum. Bu kez biraz acıtsa da ilerledikçe sıkıntı yaratmadı. Duruma sevinerek ilerledim. Güneş doğmaya başlıyordu. Gökyüzünde muhteşem bir pembelik vardı. İlerde duran bir ışık fark ettim. Bir koşucu ayağı ile sorun yaşıyordu. Bir sorunu olup olmadığını sordum. Ayak bileğini göstererek burktuğunu ve şiştiğini söyledi. Bırakacak gibi duruyordu. Geçmiş olsun diyerek yardıma ihtiyacı olmadığından emin olunca ilerledim. Hava aydınlanmaya başlarken ben aşağı doğru olabildiğince hızlı inmeye çalışıyordum. Bir noktada asfalta geçildi. Birkaç koşucu birlikte ilerliyorduk. Asfaltta bir süre ilerledikten sonra işaret görememeye başladım ileride bir köy görünüyordu. Kontrol noktası mı acaba diye düşünerek devam ederken bir araba ve içinden Polat Dede çıkıverdi. Dönüşü kaçırdığımızı, geri dönmemiz gerektiğini söyledi. 3 koşucu geriye dönüp yokuşu tırmanmaya başladık. Grup halinde koşarken malesef sürü psikolojisine girilerek dikkat azalıyordu. Aslında biz dönüşte olması gereken görevliyi de görmemiştik. Fakat biraz ilerledikten sonra işareti fark ettik. Parkur patikaya bağlanıyordu. Bu kez görevli oradaydı. İlk kez kaybolmuştum. Yokuş aşağı hızla inerek kazandımız avataj geri dönme ile kaybolmuştu. Sinir bozucu olsa da kabullenmekten başka çare yoktu. Ne de olsa yarış daha yeni başlamıştı. Patikada olabildiğince hızlı olarak birkaç kişiyi geçtim. İlk dere geçişinde endişe ile nasıl geçeceklerini düşünenler vardı. Bir anda atlayıp ilerledim. Islanmaktan kaçınmak ultralarda saçmaydı, kurumak için yeterli vakit olacaktı. Adatepe ye doğru iyi bir tempo ile ulaştım. Kontrol noktasında biraz kola su karışımı içip, kafa fenerimi çantama koyup devam ettim.

    goshots.net
    goshots.net
    Adatepe den ayrılıp yine patikaya daldık. Bu kısımlar patikaların biteceği segmentlerdi. Sonrası daha çok traktör yolları, bozuk köy yolları ile sürecekti. Patikalı bu kısımlarda kimi zaman zeytin bahçeleri içine dalarak, kimi zaman minik derelerden geçerek ilerledim. 3 4 kişi birlikte ilerliyorduk. Bir kısmı 35k koşucusuydu. Onlarla ve 80k koşan sabah da birlikte kaybolduğumuz Adem Işık ile ilerliyordum. Yarışın bu kısmında özellikle büyük bir dere geçişinde dizlere kadar suya giriyor, çok hoş bir köprüden de geçiyordunuz. Suya girmek ve kurumak konusunda ayakkabılara büyük iş düşüyordu. Kullandığım Salomonlar ıslanma sonrası hışırdama sesini bir süre çıkarıyordu. Bu biraz sinir bozucuydu. Ama kuruması çok kötü değildi. İlerleyen kmlerde problem olup olmayacağını henüz bilmiyordum. Bir noktadan sonra tırmanmaya başladık. Batonlarla tırmanmaya alıştım diyebilirdim. Bacaklarımı korumama yardımcı oluyorlardı. 35k grubu hızlandı ve kayboldular. Doyran a artık Adem ile ilerliyorduk. Yarışın kalan kısmını da birlikte koşacaktık.




    Doyran da biraz kola su karışımı, biraz tuzlu limon atıştırıp tatlı bir şeyler de tıkıştırarak sularımı tazeleyip yola çıktık. En yıpratıcı bölüm burası olacaktı. Fakat sonunda Dedepınar istasyonunda çorba vardı. Tek teselli olarak bunu görüyordum. Hızla tırmanmaya başladık. Dik kısımlarda hızla yürüyor, batonlarla tırmanıyor, koşulabilir kısımlarda ise koşuşturuyordum. Ayaklarımda garip hisler vardı. Gün içinde dere geçişlerinin etkisi ile oldugunu düşünüyordum. Muhtemel büller oluşacaktı. Henüz tolere edilebilir düzeydeydiler. Dik tırmanış bezdiriciydi. Batonların özellikle bu kısımlarda çok faydası oldu. Her çıkışın bir inişi vardı ve inmeye başladığımızda acı tam olarak bu noktadan sonra başlayacaktı. Bozuk traktör yolları irili ufaklı kayalarla taşlarla kaplıydı. Başlı başına vücuda stres oluşturan inme eylemini daha da ızdırap haline getiriyorlardı. Ayak tabanlarım burda farklı bir aşamaya geçtiler. içerde büller oldugundan emindim artık. Dizlerim ağrımaya başladı, sol diz arka yan kısmında ağrılar oluşmaya başladı. Tüm her şeye rağmen inmek bir türlü bitmek bilmedi. İşin komik tarafı acılar içinde bacakları korumaya çalışırken inerken yan tarafta muhteşem bir manzara olmasıydı. İniş sonrası bu kez bizi bekleyen yepyeni bir tırmanış vardı. Bu kısımda yorgunluk belirtileri ve acı belirginleşmeye başladı. Tırmanışın başında her yanım ağrı içindeydi. Ayak tabanımdaki sinyaller parmaklarımda büller oldugunu tabanda büller oldugu hissini veriyordu. Üzerine bastığımda acı veriyorlardı. Acının daha alt düzey olanları bastırması ile açıklayabileceğim şekilde, diz ve peroneal tendinit ağrılarımdan eser kalmamıştı ilginç biçimde. Bu kısımda tırmanırken bir değişim geçiriyordum aslında. Artık vücudun konfor düzeyinin dışına çıkmıştım. Geri kalan kısım böyle geçecekti. Buna alışmanın bir yolunu bulacak ve devam edecektim, aksi halde yarışı bırakacaktım. Tırmanış sürdükçe enerjim de azalmaya başlıyor, kötü düşünceler, geri kalan kmleri hesaplama düşünceleri zihnimi ele geçirmeye başlıyordu. Bunlar olurken yokuş gittikçe dikleşiyor ve zemin kötüleşmeye devam ediyordu. Bir noktadan sonra düşünceler büyüdü büyüdü ve müdahale gerektirdi. Çantamdan bir tahıl barı çıkarıp yedim, üzerine biraz su içip müzik çalarımı çıkardım. Zihinsel savaşı başlatmıştım. Batonlara asılıp tırmanmaya devam ettim. tırmanış bitince diğer kas gruplarını çalışmak her zaman kolay olmuyordu biraz yürüyüp kendime geldikten sonra Dedepınar a doğru inmeye başladık. Çorba bizi bekliyordu.


    Dedepınar da bir hesap kitap yaptım. Görevliler sağlık açısından sorunumuz olup olmadığını sordu. Ayaklarımda büller vardı. Ama bunlarla ilgilenerek zaman kaybetmek istemiyordum. Ayrıca dropbag getirmemiştim. Belki yedek ayakkabı getirip değiştirseydim iyi olabilirdi. Ama şimdi düşündüğümde çok fark yaratacağından emin değildim. Çantamda yedek çorap vardı, değiştiririm düşüncesi ile koymuştum. Fakat onların da durumu değiştirmeyeceğini düşündüm. Çorbanın tadını çıkardım. Bu noktada iyice beslenip moralli biçimde yola çıktık. Çamlıbel istasyonuna yaklaşık 10 küsür km vardı. Hızlı inmeye başladık, ayaklarımı önemsememeye başlamış ve iyi bir tempo yakalamıştık, yorulduğumuzda durup yürüyüşe geçiyor geri kalan kısımlarda koşuyorduk. Asfalt kısma kadar her şey yolunda gitti. Asfaltta inmeye başladığımızda işaretleri de bir yandan takip ediyordum. Yol beklediğimden uzun sürdü ve bir kısımda işaretler sıklaştı, ardında bir şey görmedim ve devam ettik, işin tuhafı ileride yerde koparılmış işareti görünce doğru yoldayız diye düşünüp yokuş aşağı biraz daha ilerledik.. Yaşlı bir amca bizi uyarıp geri döndürene kadar... Yine kaybolmuş, bir dönüşü kaçırmıştık. Yaklaşık bir maraton mesafesi koştuktan sonra hızla bir yokuş inip geri dönmek zorunda olmak, yarışın en moral düşürücü anlarından biriydi. İşaretlere dönmek bize yarım saat kaybettirdi. Tekrar kaybolmanın etkisi de bir hayli tempomuzu etkiledi. Malesef hatada bizim payımız büyüktü ama yarış boyuca kimi noktalarda işaretlerin kötü yerleşiminden dolayı sıkıntı yaşamıştık. Bazılarının yerinin değiştirildiğini dahi düşünmüştük. Yanlış yöne giderken yerde buldugumuz işaret belki onlardan biriydi. Her şeye rağmen ultraların doğasında kaybolmak da vardı. Çamlıbel e bu moralle ulaşmak zihinsel açıdan zor oldu.

    goshots.net


    Bu noktada epey beslenip çorbayla yine tazelendik. Kaybolmanın verdiği çöküklüğü biraz olsun üzerimden atabilmiştim. Bitirme kararlılığı sapasağlam duruyordu. Buna tutunacak ve acıları umursamadan devam edecektim. Ayaklarım mı? Hala aynı durumdalardı. Her adım attığımda bir acı diğerini izliyordu. Ama bir noktadan sonra önemsememeye başlıyordum. Çamlıbel den Beyoba ya doğru daha kararlı ilerlemeye başladık. Bu kısımda yine zeytin bahçeleri içine daldık. Dik inişler canımı yakmaya çalıştı. Zaten beni protesto etmekte olan bacaklarım duruma alışmıştı, tek şikayetçiler zavallı ayaklarımdı. Adem ile yol/koşu/ultra dostluğumuz sürüyordu. 2 kere kaybolarak yeterince aksiyon yaşamıştık. İkimizin de ilk 80k lik koşusuydu. Bazen o beni, bazen de ben onu izleyerek dere tepe çamur taş demeden ilerlemeye devam ediyorduk.



    Beyoba ya geldiğimizde artık sonlara doğru gelmiştik. Yine biraz çorba ile başlayıp bir şeyler atıştırdıktan sonra görevlilerin finishte görüşürüz dilekleri ile yola çıktık. 16 küsür kmlik son bir segmentti bu. Yarış 83.583 km ile bitecekti. Fakat bizim iki kez kaybolmamız ile bu bizde biraz daha fazla olacaktı. Son segment mesafe olarak fazla olsa da, tırmanış ve iniş açısından masumdu. Şelaleli bir kısma kadar yol biraz bozuluyordu yalnızca. Şelalenin sesini duymaya başladığımızda iri taşlarla dolu dar bir yola girdik.
    goshots.net

    Bu kısımda fotoğrafçılar bizi bekliyordu. Şelaleyi de geçince asfalt yol ile devam ettik. Hava kararmaya başlamıştı. Bir süre ilerledikten sonra fosforlu işaretleri de görmek açısından kafa lambamı tekrar taktım. Açmamla birlikte pil zayıf uyarısı vermeye başladı. Bir süre sonra sönecekti. Söndüğünde Adem in ışığını takip ederek devam etmeye başladık. Hava beklediğimden daha hızlı karardı. Biz tarla yollarında devam ediyorduk. Gece fosforlu işaretler yolu bulmamıza yardımcı oluyordu. Karanlıkta ilerlerken her adımımla daha uzağa gittiğimi, kişisel mesafemi arttırdığım aklıma geldi. Bu noktada bazen topuk veya tabanımda ani bir acı ile sıcaklık artışı saptamaya başlamıştım, zaman zaman büller patlıyordu. Onlar da belli bir stres eşiğinin sonuna gelmişlerdi anlaşılan. Zeytintikler arasında şehre yaklaştığımızda bir noktada sadece sol kısma konmuş bir işaret gördük. Etrafta fosforlu işaret yoktu. karşıda yoktu. Sola dönmemiz gerektiği anlamına geldiğini düşündük ve ilerledik. Daha sonra bir daha işaret göremedik. Bitişe yakın tekrar kaybolmuştuk. Bitirmeye yakınken tekrar böyle olması bu kez çok da canımızı sıkmadı, sadece bir an önce burdan kurtulmanın hesaplarını yapmaya başladık. Telefonumdan haritadan nasıl ulaşabileceğimize baktım. Otobana inip otele taksiyle geldiğim yolu kullanmaya karar verdik. Giderken ara yolları denesek de kaybolma riskini arttırdığını gördük. En belirgin olan yolda karar kılıp devam ettik. Sola döndüğümüz noktada işareti tartıştık. Başka işaret olmadığından emindik bu kez. Otobana indiğimizde yolun kenarında koşarken nasıl göründüğümüzü düşündüm. Bir an farklı bir dünyadan buraya gelmişiz hissine kapıldım. Bir süre ilerledikten sonra Güre yönüne giden yol için sağa döndük. Son 1,5km deydik artık. Artık kendi yolumuzu seçtiğimizden işaretler umrumuzda değildi. Otelin ışıkları göründüğünde artık bitmişti. Girişteki halıdan aynı anda geçmeye karar vererek yarışı bitirdik. 3 deyince sol ayakla geçecektik. 1...2.. ve 3 finish!
    goshots.net
    Bir maceranın daha sonuna gelmiştik. 3 kez kaybolmak zihinsel anlamda bir dalgalanma yaratsa da, madalyalarımızı takmış otururken önümüzde olan iki yarışçının bizden sonra gelmesi ile şaşırdık. Kaybolan yalnızca biz değildik. Parkurda Strava kaydıma göre tam 88km gitmiştik. Yani resmi mesafeden yaklaşık 5 km fazlalık. Yani 100 km ye çok da bir şey kalmamış demekti benim için. Planladığım diğer yarışlar o an asla aklıma gelmese de yarış sonrası dinlenip kendime geldiğimde bu mesafe moral verici bir şeydi. Parkurda yükselti fazla olmasa da bol iniş ve çıkış olması, durağan bir parkur olmaması ile hafife alınabilecek bir parkur olmadığını göstermişti. Patika bölümlerin az olması belki bir eksiklik sayılabilirdi. İşaretlemeler konusuna gelirsek yarış sonrası işaretlerin bir kısmının yerel halk tarafından koparıldığını duydum. Bazı noktalarda daha fazla işaret olması gerektiğini düşünüyorum. 35k sonrasında bazı noktalarda sıkıntı yaşamıştık. Kaybolmanın da etkisi ile paranoyak davranmış ve durup düşündüğümüz emin olamadığımız noktalar olmuştu. Bu açıdan eksikliklerin gelecek yıllarda düzeleceğini umuyorum. Kaybolmak bu tarz mesafelerde koşmanın doğasında var. Bundan kaçınmanın yolları da yine kişisel dikkatten geçiyor. Birçok anlamda mücadele ettiğimizden, sadece hızlı koşmakla değil, aynı zamanda dikkat ve gücü yitirmemekle başarı geliyor. İlk 80K (88km) bittiğinde kendimi hızlıca kontrol ettiğimde çok da kötü geçmediğini düşündüm. Ayaklarım haricinde bir problemim yoktu. Daha sonra kontrol ettiğimde büyük bir sıkıntıları olmadığını gördüm. Yedek ayakkabı getirip dropbag e koymak kesinlikle yapmam gereken bir şey olarak tecrübe oldu. Batonlar ile tecrübem arttı, tırmanışı bol yarışlarda kesinlikle yardımcılar. Karanlıkta koşmak farklı bir duygu uyandırsa da odaklanmak daha kolay oluyor. Yine de bunların tecrübesi zamanla artacak şeyler.
    Hiçbir zaman tam olarak hazır olamama durumum ile bu kez yine daha uzaklara koşmuştum. 80k lık bir yarışı 88km koşarak bitirmiş, acıların üstesinden gelmeyi de başararak 12 küsür saat mücadele etmiştim. Zihinsel açıdan bunu bitirmeye inanmak, bunun planını yapmak, tüm bu çabanın ardında yatan en büyük etken bana göre. Çok daha zor olarak düşündüğümüz hedefler, yarışlar, hayaller aslında o an, onlara zihinsel olarak hazır olamadığımız için o noktadalar belki de. Finish sonrası tatlı ağrılarımla yemek yemeye doğru giderken bizi görüp tebrik eden insanları gördükçe mutlu olan ben, saatler öncesinde parkura lanet eden, inişlerde inleyen halimi hayal ettim. Konfor alanımız dışında saatlerce mücadele ettikten sonra ertesi sabah uyandığımda beni yeni yarış planlarına sokan daha uzaklara koşma isteği, ne tuhaf dalgalanan bir duygu...
    Ülkemiz sporuna böyle bir organizasyon kazandırılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Özellikle biz koşanlar için gönüllü olup çorba hazırlayan köy teyzeleri için ayrıca teşekkür ediyorum. İstasyondaki gönüllülerin yerleri her zaman ayrıdır. Saatlerce koşucu bekleyip ihtiyaçlarımızla ilgilendikleri için her daim teşekkürü borç bilirim. Yarış içerisinde tanışıp adını unuttuğum tüm koşuculara teşekkürler. Yarışın büyük kısmını birlikte koşarak ultra/koşu/dert ortağı olduğum, birlikte üç kez kaybolduğum Adem Işık ı öncelikle kutlar, bana eşlik ettiğinden dolayı da teşekkür ederim. Eminim daha başka yarışlarda, daha başka parkurlarda yine karşılaşacağız.

    Daha uzaklara koşma dileğiyle...