3 Haziran 2019 Pazartesi


2018 Kapadokya Ultratrail 63K


''The secret isn’t in your legs, but in your strength of mind'' - Kilian Jornet


19 Ekim Cuma günü Kayseri 'ye uçmak için havaalanındayız. Bu kez geçen yıl yarıda bıraktığım 119 k için değil. 63 k koşmakta karar kıldım. Kapadokya Ultra Türkiye de şimdiye kadar ki görüp koştuğum en büyük organize yarış. Yabancı katılımcı sayısı muazzam. Kapadokya koşmak için başlı başına muazzam bir yer. Açıkçası kendi adıma koşarak bu bölgeleri gezerek dolaşmak ve keşfetmekten daha çok keşfedip tadını çıkardığımı düşünüyorum. Bu yolculukta bana kız arkadaşım eşlik ediyor. Onun üzerinde koşma kültürüne ilişkin deneyler yapıyorum aslında. Bu psikolojiyi ancak tanık olanlar ve yaşayanlar anlayabilir. Onun görevi beni beklemek olacak. 
Kayseri de indiğimizde organizasyon bizi otellerimize kadar transfer araçları ile bırakıyor. Bu detaylar güzel şeyler. Geriye yarışa odaklanmanız kalıyor. Odaya yerleşip yarış kitlerini almaya gidiyoruz. Gece yarısı olmadan dönüp uyumaya geçiyorum. Sabah 7 de koşuyor olacağım.

CMT parkut eğimi



63 km uzunluğundaki bu yarış iniş çıkışları ile keyifli bir parkur. Her yönden hazır olmak benim gibiler için zor. Yüksek haftalık koşu hacimleri ve farklı antreman türlerini irtifa kazanımı içerenleri de bir arada yapmak gerek. Özetlersek elde olanlarda keyif alınan bir parkur. Çok hazır değilseniz canınızı da yakabilir. Bir yıl önce 119 k koşmayı biraz bilinçsizce denemiş olan biri olarak asıl zorlu parkurun 63 k sonrası olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Haddimi bilip sabah 7 de yarış startına koştura koştura tam vaktinde ulaştık. 10 dk içinde yarış Ürgüp merkez den start verilecek. Hava kapalı ve yağmur yağdı yağacak derken start ile birlikte üzerime yağmur çiselemeye başlıyor. Son vedaları edip koşturmaya başlıyorum. Kalabalık bir start, öyle ki insan kendisini başka ülke yarışlarında koşuyormuş gibi hissediyor. Eğimli kısımlardan yavaş bir tempo ile aralıksız koşmaya başlıyorum. Bir süre sonra yarış patikalara sapıyor. Kalabalık dolayısıyla koşmak zaman zaman zorlaşıyor. Tek kişilik bölümlerde minik sıralar oluşuyor. Ufak etraftan dolanmalar yaparak ilerlemeye çalışıyorum. Yağmur hız kesmeden devam ediyor. Bu kısımlarda patikalar ve güzel manzaralar eşliğinde geçiyor. Ortalama bir tempo tutturup buna sağdık kalmaya çabalıyorum. Yağmur endişe verici fakat bulutlar ara vereceğini müjdeliyor.  İlerledikçe bacaklar yarış psikolojisine daha çok giriyor. Arada minik sert inişler yapıyorum. Elimden geldiğince kişiyi sabırla geçmeye çalışıyorum. Kimi zaman da kendi yarışımı koşma psikolojisine giriyorum. Bunlarla oyalanarak ilerliyorum. Çok geçmeden patikalar sona eriyor. Şehre yaklaşıyoruz mesajını veren kaldırım taşı dolu inişler başlıyor. Derken ilk istasyon İbrahimpaşa ya ulaşıyorum.

goshots.net

Hızlıca bir su molası. Biraz su kola karışımı. Biraz mandalina atıştırıyorum. Tekrar yola koyuluyorum. İleride bir koşucu benle aldığı bir salkım üzümü paylaşıyor. Biraz yiyorum. Biraz şarj olduktan sonra yola koyuluyorum. Yağmur artık azalmış durumda. Koşmak için ideal bir hava hakim. Kararlılıkla ileri atılıyorum.


goshots.net

Bu kısımdan sonraki bölümlerde epey olaya ısınıyorum. Kesintisiz bir tempo yakalıyorum. Şehirden ayrıldıkça bir süre sonra tekrar patikalara kendimizi atıveriyor. Önce basamaklardan kendimizi bırakıveriyoruz. Vadi benzeri bir yerde orman içinde inişler çıkışlarla dolu bir kısımda birbirimizi kovalıyoruz. Derken bir anda sert bir iniş beliriyor yavaşlıyoruz. Sonra tekrar oyuna dönüp kovalamaca. Zaman ve km ler nasıl geçiveriyor farkında değilim. Henüz yorgunluk baş göstermemiş durumda. Bu kovalamacaların ardından bu kez tırmanmaya başlıyoruz. Eğimler tırmanışlar soluk kesme evresine gelmemişken durmadan tempomu düşürerek baş ediyorum. Yarış uzadıkça saatler geçtikçe hızlı yürümelerin kaçınılmaz olacağı çok belli.
Şehre dokunmak üzere ismini bilmediğim ev kümelerine doğru koşuyoruz. Derken bir çarşıda buluyorum kendimi. İnsanlar normal hayatlarına devam ederken, turistler etrafa merakla bakınırken bizler dörtnala geçiyoruz. Kimisi durup alkışlıyor. Kimi insanımız anlamsızca bakıyor. Kimisi de anlamsız tepkiler veriyor. Tüm bunlar hızla geçip giderken gözüme şöylece bir takılıveriyor. İşaretlere ekstra dikkat ederek uzunca bir süre düz yolda ilerliyorum.

goshots.net

Bitmeyen düzlüklerde koşuşturduktan sonra minik bir tırmanışla tekrar patikalara yöneliyoruz. Sularım bitmek üzere. Henüz istasyondan bir belirti göremiyorum.
Uçhisar da sıvı tazeleyip hızlıca yola koyuluyorum. İniş ağırlıklı bu kısımlarda inme özürlü olarak bir miktar yavaşlasam da sıcak ve kurak etrafı sarmaya başladığı sırada Göreme ye ulaşıyorum. Bu istasyon kilit bir noktada. Bir sonraki istasyona olan mesafe ve eğim grafiği bir çok durumu göz önüne seriyor. Bu noktada biraz çarpılmış durumdayım. Biraz oturup sıvı tazelemesi yapıyorum. Hatta biraz abartıyorum. Abartmakta haklıyım zor ve uzun bir kısım beni bekliyor.

goshots.net

Önce bir süre stabil ilerliyoruz. Sonra tırmanışlar başlıyor. İnsanı üzen cinsten. Diğer tarafta güneş de var. Yüzünü göstermeye başlıyor. Single track eşsiz patikalarda o kadar güzel kısımlardan geçiliyor ki, malesef o efor içindeyken insan farkında varamıyor. Belki yarış bitince geriye tebessüm ederek hatırlanıyor. Peri bacalarına tırmanıyor aralarında tepelerde inip çıkıyorsunuz. Sonra aklımda kalanlar uzun yamaçlarda giden patika ve suyumun azalmakta oluşu. Bu kaygılar ile ufku gözleyerek ilerliyorum. Belki şu tepenin ardında istasyon belirtileri? diyorum fakat yok. Bu sahne birkaç kez tekrarlanıyor. Ardından birkaç tepe ardında Çavuşin olabileceği, olması gerektiği kısım görünüyor. Sıcak çarpmış durumda. Sularım bitmiş durumda. Bacaklarım ise bir miktar dayak yemiş gibiler. Çavuşin iyi beslenilmesi gereken yerlerin başında. Çünkü sırada Akdağ tırmanışı var. Çorba, kola, soda, limon, bulabildiğim her şeyi yığıyorum önüme. Oturup yiyorum çünkü işimiz uzun. Depolar boş. Psikolojik ve fiziksel olarak doyma noktasına yaklaştığımda harekete geçiyorum. Tırmanış aşama aşama dikleşiyor. Yarış parkuru içindeki konumundan mı yoksa havasından mı bilinmez. Bu kısım tırmanış sonrası her deneyişimde beni serseme çevirmiştir. Zahmetli tırmanış sonrası bu dağ üzerindeki düzlükte koşmanızı ister. Düzlük uzayıp gider, oysa siz bir an önce inmeyi istersiniz, bu kez iniş bir türlü gelmez. Gelince ise can yakan bir hızlı, dik biçimde sizi karşılar. Sinir bozmakta haklısınızdır.
Çavuşin de serilmiş biçimde takviye yapan yarışçıların arasında bir sandalye bulup oturuyorum ve yemeye başlıyorum, bir yandan kola su soda derken sularımı tazeleyip ayrılıyorum. Ardından yavaş yavaş gözükmeye başlayan tırmanışa doğru yaklaşıyorum. Tırmanmaya başladığımda ise dağa saldırıyorum. Batonlarım yok, eller dizde vaziyette tepeye doğru zorluyorum, sonra sağa doğru kıvrıla kıvrıla gidip bir dik çıkışa daha varıyorum, o kısımda da baskıyı arttırdıktan sonra dağım tepesindeki düz alana ulaşıyorum. Burada değişen eğim ile bacaklar farklı kas gruplarına ihtiyaç duyuyor artık. Basit gibi görünen düz koşu. Fakat sert tırmanıştan sonra o kolay gözüken koşuyu bir türlü hemen yapamıyorsunuz, bacaklarınız size itaat etmiyor hemen. Bir süre ağrı tempo ilerleyip sonradan biraz daha hızlanıyorum. İnişe geçtiğimde zikzaklar çizerek inilen dik bir patika ile karşılaşıyorum. Bacaklar için fren yapmak, ve freni bu kısımda abartmak acı verici. Mümkün olduğunda kendimi patikaya bırakıyorum.
Akdağ istasyonunda fazla vakit geçirmiyorum, biraz su tazeleyip yola devam ediyorum. Bu kısımlar hafif eğimli, bazense düz stabil yollar. Esasında hızlı ve güçlü bitirilebilecek yerlerden biri. Fakat beynim beni ele geçiriyor. Bu kısımda bazı noktalarda gereksiz yürüyorum. Düzlükler can sıkıcı hal alıyor. Kendimi zorlayıp koşuyorum. Bir süre sonra parkur birleşiyor. Daha az km koşan diğer koşucular ile birlikte son kısımlara yaklaşıyorum. Ürgüp e girince minik kaldırımlar başlıyor. Finish in kokusunu almanın coşkusu ile hızlanıyorum.
63k öyle ya da böyle bitiyor. Alınması gereken dersleri alıyorum. Geçen yılki 110k ya yeltenme düşüncesi geliyor aklıma. Henüz hazır olmadığım ortada. Yoğun iş temposu arasında yapabildiklerimle oturuyorum masaya her seferinde. Gülümseyerek bitirebilmek en önemlisi aslında. Sizi finishte bekleyip gülümsetecek kişinin orada olması aslında tüm bu efor ve zorluğa katlanabilmeyi kolaylaştırıyor. Gelecek yıl daha çok gülümsemeli bir yarış çıkarabilmem dileğiyle..

Not: Bu yarışla ilgili bu yazıyı, yarıştan aylar sonra ancak yazabildim. Kapadokya sonrasıydı. Havalar soğumuştu ve rutin koşularımdan birini yine hastane sonrası az uykuyla yapmak üzere atletizm pistine gitmiştim. Zemin düzdü, hava hafif soğuktu. 1.5 km kadar sonra sağ ayak bileğimi hayatımda daha önce yaşamadığım bir acı ile burktum. Biraz dinlenip koşmayı denedim. Sonra bir şeylerin ters gittiğini anladım. Kırıldı mı yoksa burkuldu mu? Çözmem gereken ilk soru buydu. İncelememde kırık saptamadım. Fakat şişmesi ve ağrısı bana bir şeylerin koptuğunu düşündürdü. Buz, istirahat(olabildiğince), kremler 1 hafta sonunda epey gelişme sağladım. Eskisi gibiydi biraz zayıftı sanki. Ne olabilir ki biraz ısınmam lazım diye düşündüm. Tekrar piste gittim.  3-4 km kadar koştum, sonra aynı ayak bileğimi, aynı biçimde aynı yerinden tekrar burktum. Daha çok acıdı. Bundan sonraki süreç 1 ay kadar sürdü. Sadece bisiklet sürmek dışında hiçbir şey yapamadım. Koşamadım. 2 hafta ayak bileğim hafif şiş gezdim. Üstelik hastanenin en fiziksel anlamda zor biriminde saatlerce ayakta durarak üzerime ekstra radyasyon koruyucu ekipmanlarla anjiyografi yaptım bir ay boyunca. Ayak bileğimin süreci can sıkıcı oldukça moral bozukluğum da o derece arttı. Ocak ayı boyunca bir miktar fizik tedavi uyguladım. Şubat ayında bedelli askerlik görevim için gittim. Martta askerden döndüğümde ayak bileğim farklıydı. Ama koşabiliyordum. Her şey resetlenmiş gibiydi. Tekrar güçlendirmek, denge kazanmak için çabaladım. %100 aynı hissedemezsem de bir miktar koşu istikrarı sağladım. Bu istikrar sonrası koşuya İstanbul Yarı Maratonu ile geri dönebildim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder