30 Nisan 2016 Cumartesi


2016 İstanbul Yarı Maratonu


İstanbul Yarı Maratonu nun yeri benim için ayrıydı. Katıldığım ilk yarıştı 2014 yılında. O zamanki heyecan ve bilinmezliği unutmak zor benim için. 2 yıl önce farkında olmadığım bir başlangıçtı. Zor bir başlangıçtı. Aradan geçen zaman çok fazla olmasa da, benim için araya giren kilometreler daha fazla gibi oldu. Bu yıl 24 Nisan cumartesi pazar sabahı yarışa gitmek için Yenikapı meydanına yürürken kendimi geçmişle kıyaslıyordum adeta.

Parkur

Parkur Yenikapı miting alanından başlıyor Eyüp dönüşünden sonra tekrar Yenikapı da bitiyordu. Daha öncesinde nasıl geçicek dediğim 21k artık nasıl daha hızlı geçicek haline dönmüştü benim için. Bir hafta öncesi İznik 50k dan sonra hiç koşmamış ve dinlenmiştim. Hız antremanı açısından eksiklerim oldugu aşikardı. İntervali çok sevmemiştim açıkcası. Kendimi dinleyerek ilerleyip olabildiğince hızlı bitirmeyi hedeflemiştim plan olarak. Geçen yıl 1 sa 38 dk gibi bir süre ile bitirdiğimden, bu kez kafamda 'bir bucuk saat altı?' düşüncesi yer edinmişti. Denemeye kararlıydım.

Yarış öncesi Alperle birlikte
2014 de birlikte koştuğumuz Alper de bu yıl ilk 21k sını koşacaktı. Ayağında stres fraktürü ve tendinitleri ile koşacağı için yarış öncesi bandaj planlamıştık. Deneysel bir koşu olacaktı onun için. Çantaları emanet ettikten sonra biraz ısındık sonra birbirimizi kaybettik. Bitişte bulabileceğimi düşünerek starta yakın bir yer edinmeye gittim. Kalabalıktı, katılım fazlaydı. Hava hafif bulutlu oldugundan güneş gözlüğü almadım. Fakat güneş yine beni yanıltacak, Eyüp dönüşünden sonra meydana çıkıp rahatsız etmeye başlayacaktı. Start ile birlikte çok vakit kaybetmeden hızlandım. Meydandan çıkıp yola girdiğimizde hızımı kontrollü arttırıp orta kararda bir tempo bulmaya çalıştım. Bir süre sonra tempoma kavuştum ve onu korumayı planlayarak ilerledim. 21k da olsa ikinci yarı önemliydi. Gücü kontrollü kullanıp yarıştan düşmemek, bir yandan da hızlı bir yarış çıkarmak az da olsa plana dayanıyordu. Denizi izleyerek, müzik dinleyerek Eminönü ne vardığımda vapurlar bizi selamlıyordu. Hatırı sayılır bir insan kalabalığı da vardı. Su istasyonlarında biraz su alıp kendimi ıslatarak devam ediyordum. Bu kısımlarda biraz daha kontrollü gidip tempomu hafif düşürerek dönüş hazırlığı içine girdim. Dönüşte bir jel yiyerek devam ettim. Güneş etkisini gösteriyor ve tam karşıdan rahatsız ediyordu. Dönüşten sonra biraz ilerlediğimde sağ quadricepsimde bir gariplik vardı. Yorgunluk hissi ile tembellik hissi arasında bir durumdu. Yeteri kadar çalışmıyor gibiydi. Aklıma direkt İznik yorgunluğu geldi. Hızlı bir tempoyla hemen bir hafta sonra yarış koşmanın kağıt üzerindeki kadar kolay olmadığını düşündüm. Bu garip hisse rağmen devam ettim. Tekrar Eminönünden geçerken parkur kalabalıklaşmıştı. 10k yarışçılarının arasından sıyrıla sıyrıla ilerledim. Gülhane tarafındaki hafif eğimi kolaylıkla hızla geçtim. Son kısımlara gelmiştim artık eforu yükseltmem gerekiyordu. Bu kısımlarda hızımı istediğim gibi arttıramadım. Hem 10k koşucularının kalabalığını yarmaya çalışmak, bir yandan da az çalışan sağ quadricepsimi zorlamak derken çok hızlanamadım. Hedef süreyi kıl payı ile kaçırma düşüncesi belirginleşmeye başladı zihnimde. Biraz ilerledikçe bu düşünce daha da ilerledi ve gerçeğe dönüştü. 1:30 un altı olamayacaktı bu sefer. Hız antremanı yapmanın zamanının geldiğini farkederek son metreleri koşmaya koyuldum. Finishten sakin bir biçimde geçtim. 2 yıl önceki yıpranmış halimle, şimdiki hala koşabilecek durumdaki buruk halimi kıyasladım. Hatıra madalyasını boynuma geçirirken, bu koşmamın yıldönümü diye düşündüm...


Çantama ulaşıp rüzgarlığımı giyip Alper i beklemeye koyuldum. İlk defa jel deneyip bunu kusmasına rağmen, ayağındaki bandaj ile ilk 21k sını bitirip madalyasını aldı. Koşu sonrası klasik analizlerimizi yaparak bir yıl dönümünü geride bıraktık. Daha uzaklara, biraz daha hızlı gitmek gerekiyordu sanırım..



21 Nisan 2016 Perşembe


İznik Ultra 2016 - 50K 

 

'' When your body is given up on you, your mind is all you have left.''  - Anton Krupicka


16 Nisan cumartesi günü İznikte ilk ultra maratonumu, ilk 50 km lik yarışımı koşucaktım. Birçok ilk yine bir aradaydı.. Benim için farklı bir sınırı aşmak olacaktı bu kez. Bilinmeyene doğru bir yolculuk.. Vücudumun bu kez ne tepkiler vereceğinden emin değildim.

İznik Ultra 50k parkuru

İznik Ultra 2015 eğim, 2016 ile kabaca aynı
Yarış öncesine gelirsek spesifik bir hazırlanma planım yine olmamıştı. Haftada maksimum 2 kez, biraz keyif biraz yokuş ağırlıklı koşularıma Antalya maratonundan sonra devam ettim. İznik Ultra'da benim için farklı olacak şeyler; çantayla koşmak, suyla koşmak olacaktı. Bu sebeple Raidlight ultra bottle 8 satın aldım. Bunu gerekli malzemeler biraz yiyecek ile doldurup bir pazar günü Belgrad'ın yolunu tuttum. 6 km lik pistte çantayla bir tanışma, tartışma, ardından birbirimize ısınma ve bütünleşme antremanı gerçekleştirdim. Bu antremanın çok önemli olduğunu bitirince anladım. Tamamen farklı bir duygu ve yarış esnasında şartlara adapte olabilmek, su içmek, yiyeceklere ulaşmak ve çantaya alışabilmek açısından çok önemliydi. Yarış için zorunlu malzemeleri tamamlayıp cuma günü İstanbul'dan ayrıldım.
16 Nisan sabahı hava sıcaktı, yarışın geç başlayacak olması, öğlen de süreceği gerçeği durumun daha da sıcak olacağını hissettiriyordu. 50 km lik parkur dik çıkışlar içeriyordu. Süre açısından çok iyimser beklentilerim vardı, yarışta ise pek çok hayal kırıklığım ve tecrübem olacaktı. Göğüs numaramı alıp Narlıca ya giden servislere bindiğimde yarış moduna yavaş yavaş girmeye başlamıştım, çevremdeki insanlara bakıp merak ediyordum, kendimi kıyaslıyordum. İlk 50 k yarışımdı, onlar ne hissediyordu acaba? 10: 30 u beklerken 130 k ve 80 k yarışmacıları istastona geldiler ve fazla vakit kaybetmeden ilerlediler, rahat görünüyorlardı. Kim bilir seneye belki ben aynı durumda olacaktım.
10:30 da start aldık, ön gruba tutundum ve yaklaşık 7 kişi birlikte gitmeye başladık. Kısa düz yolda çantamın hafif sallandığını gördüm, biraz daha sıkabilirmişim oysa.. Önemsemedim ve devam ettim, tırmanış başlamıştı, sarsıntı düşünmeye pek gerek kalmamıştı. Tırmanışlardan öğrendiğim şey, koşarak çıkmanın eğer gereken kondisyona sahipseniz süper birşey oldugu, ama eğer öyle değilseniz tempolu yürüyüp tırmanmanızın sizi daha az hırpalayacak olmasıydı. Ben tempolu çıkma taraftarıydım bu durumda. Sabırla tırmandım. Zaten önümdeki grup da kabaca aynı durumdaydı. Tırmanıştan bir süre sonra işaret dik bir zeytinlik inişini gösteriyordu. Korkutucu görünse de ayakkabılarıma güvenip inmeye başladım. Merrell All Out Charge kullanıyordum ve tutunuşları gerçekten çok başarılıydı. Önümde düşenler, kayanlar düşenler oldu, bense tutunmadan dikkatle kendimi bırakıyordum. Zeytinlikler arasında bir süre ilerleyen yarış tek kişilik patikalarla sürdü. Ormanın içindeki bu patikalarda grubumuz dağıldı ve kendimle başbaşa kaldım, kimi zaman öndekileri görüyordum. Yarışın en keyifli yerlerinden biriydi bu patikalar. Doğayla başbaşa hissediyordum, kafamdaki düşüncelerin yerini sadece ilerleme ve kendimi patikaya bırakma almıştı. Patikalar zaman zaman çok dikleşiyordu. Koşmak hemen hemen imkansızlaşıyordu. Bu kısımlarda hızlı yürüyüp tırmanarak kendimi toparlamaya çalışıyordum. Hızlı bir başlangıç olmuş biraz dekompanse hissediyordum. Müşküle kontrol noktasına varmak biraz vakit alsa da değmişti. Daha önce yarış raporlarında okuduğum gibi teyzeler ve diğer köy halkı evlerinin önünde camlarından çıkmış alkışlıyorlar ve destek veriyorlardı. Bu İzniğe, İstanbula veya Antalya ya gittiğinizde ve yarıştığınızda göremeyeceğiniz türden bir destekti. Konrol noktasında sularımı doldurtup devam ettiğimde farkettiğim şey, suluklar tam doluyken çantanın sallanması artıyordu. Fazlalık suları üzerime döküp serinledim ve yola devam ettim.

Müşküle'yi özetleyen bir fotograf- aksiyonfotografları.com

Tırmanışlar asıl şimdi başlıyordu. Dekompanse halim devam ediyordu. Suyu fazla içmiştim. Koşmak istemiyordum. Biraz ilerledikten sonra bir koşucuya yetiştim birlikte ilerlemeye başladık. Biraz dikkatim dağıldı. Bu ilerlememi kolaylaştırıyor bir yandan da zamanın daha hızlı geçmesini sağlıyordu. Düz yerlerde koşup, tırmanışlarda yürüyerek gücümü saklamaya çalışıyordum. Yarışın diğer kısmı beni bekliyordu. Biraz düşünceli biraz zihinsel mücadele dolu tırmanışlara sıcak havanın eklenmesi işi bunaltıcı hale getiriyordu. Eğim grafiği kafamda kabaca duruyordu. Her tırmanışın bir inişi olacağını da bir yandan düşünerek sabırla ilerliyordum.

aksiyonfotografları.com

Yarış dışı koşan bir koşucuya yetiştiğimizde önümüzde yaklaşık 6 kişinin olduğunu söyledi. O an çok rekabet edecek bir psikolojide değildim. Tek derdim gücümü ikinci yarıya saklamak ver sonrası için elimden geleni yapmaktı. Tırmanışlar bitmeye yakınken organizatörlerden Caner Bey yanımızdan geçti. Süleymaniye ye inmeye başladığımızda inişler başlamıştı. Burda biraz nefes aldım. Başlangıçta rahat gibi gözüken inişler uzadıkça bacaklarıma binen yükün farkında değildim. İleride öğrenicektim. Süleymaniye yolunda manzara görülmeye değerdi. Dağların arkasındaydım ve tahminimce Uludağ zirvesi karlı tepeler gözüküyordu. Uçsuz bucaksız, daha önce hiç farkına varmadığım, hayal etmediğim bir manzara vardı.

Dağların ardından

Süleymaniye kontrol noktasına geldiğimde biraz tatlı birşeyler atıştırdım. Gönüllüler arasında Mert Derman'ı görünce şaşırdım. Blogunu yakın takip ediyordum ve yarışta olacağını düşünmüştüm. Kendisine yazılarını takip ettiğimi, onunla karşılaşmamın büyük bir şans olduğundan bahsettim. Düşüceleriyle derinlemesine tanıdığınızı düşündüğünüz biriyle ilk karşılaşmanız tuhaf bir duyguydu. İstasyondan biraz serinlemiş ayrıldım. Yolda sularımla biraz kendimi serinletip devam ettim. Bu kısımlarda vücudum oldukça çöktü. Derbent'e varana kadar mesafe fazlaydı. Sıcak etkisini arttırmıştı, yavaşlamıştım. Bu sebeplerle jellerimden biraz yemeye başladım. Müzik listemi kurcaladım biraz kendimi motive etmeye çabaladım. İki koşucu beni geçti, daha ileride diğer koşucuları da görmeye başladım. Bir süre sonra belki jellerin etkisi belki de olumsuza odaklanmaktan bıkmamdan dolayı biraz tempoyu arttırdım. Süre hedeflerimin gerçekçi olmadığını çoktan anlamıştım. İlk ultra yarışımdı, artık vücudumu dinlemenin zamanıydı. Geriye sağlam bir yarış çıkarmak kalmıştı. Aykut Çelikbaş ve Faruk Kar ile karşılaştım. 130k nın ilk ikisi yanyana koşuyorlardı. Beni bir süre sonra geçmelerine rağmen onlarla Derbent e ulaşmadan karşılaşıcaktım. Caner Bey önümde ilerliyordu. Ondan uzak kalmamaya çalışarak devam ettim. Zaman zaman tırmanışlı zaman zaman minik inişli bir ilerlemenin ardından ormana tekrar daldık. Bu kısımda Caner Bey e yetiştim. Daha sonra Aykut Çelikbaş a da yetişebildim. Onu da blogundan takip ettiğimi söyledim. Onunla birlikte ilerlemenin benim için büyük şans olduğunu söyledim. Hemen hemen takip ettiğim herkesle karşılaşmıştım. Aynı durumu Caner Odabaşoğlu na da ilettim. Böylece biraz motive olarak gruptan ayrılıp ilerledim. Orman içinde debelenme sonrası Derbent e ulaşmak beni büyük ölçüde rahatlatmıştı. Burdan sonrası kolay olacak diye düşünüyordum. Geriye iniş kalmıştı.

Derbent sonrası Caner Bey ile biraz ilerledik, sonra karayolunun karşısına geçtiğimizde ondan ayrıldım, ilerlemeye ve gücümü son kısma harcamaya karar verdim. İznik zaman zaman aşağılarda görünüyordu. Fakat oraya ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı, farkındaydım. Biraz ormanlık alanda koşuşturma sonrası inişler başladı. Önce güzel hissettirse de zamanla yerini acıya bıraktı. Quadricepslerim adeta isyan ediyorlardı. Böylesine bir eğimde hızlanamamak, saatime baktığımda acı durumla karşılaşmak moral bozucuydu. Antremansızlığın en büyük etkisini yaşıyordum. Acının üstüne gidildiğinde, zihni başka yerlere yönlendirildiğinde etkisini yavaş yavaş azalttığını biliyordum. Bu sebepten zihinsel bir mücadeleye giriştim ve düşünmeye başladım. Önce kötü düşünceleri düşünüp zihnimi oyalayıp öfkelendim, o esnada adeta dark side'a geçmiştim. Nerde oldugumu ne yaptığımı düşündüm, sonra nerde olup neler yapacağımı düşündüm. Acı o an herşeyi durdurdu, zamanı durdurdu, hedefleri, planları, sıcağı, susuzluğu, ve kalan herşeyi... Yorgun sayılmazdım, tırmanabilirdim, fakat acı çekiyordum. Bu farklı bir deneyimdi. Bu durumdan çıkabilmenin tek yolu durmamaktı, durursam acı büyüyecek ve başlamak imkansız hale gelecekti. Finishi düşündüm, herşeyin bitmesini ve acının geçmesini düşündüm. Bazen aydınlığa çıkmanın yolu karanlığa gömülmek, mutluluğa erişmenin yolu da acı çekebilmekti bana göre. Üzerine gittim, daha hızlı inmeye daha da hızlanmaya başladım. Zamanla unuttum ve geriye sadece devam etmek kaldı. İzniğe indiğimde karşıda koşucular vardı. Onların ilerisinde ise tarihi surlar. Belki son bir atak yapabilir ve onları geçebilirdim. Fakat önemli olmadığını hissettim. Bu benim yolculuğumdu, diğerlerini düşünmenin anlamı pek yoktu. Kendimce devam ettim.
İznik beklediğim gibi alakasız bir bekleyiş içindeydi. Koşu camiasından olanlar destekliyor, halk ise kayıtsız bir tutum içinde hayatına devam ediyordu. Kimi araçlar durup yol verirken kimileri ise benim durup yol vermemi bekliyordu. Buna bir düğün konvoyu da dahildi. Bu konuyu eleştirsem de çok da önemli değildi. Koşarken bunu kendim için yapıyordum. Üzüldüğüm ise diğer insanların böyle bir duygudan böyle hislerden habersiz yaşamalarıydı. Gerçek ise; bunun değişmesi için çok zaman gerektiğiydi.
 
finishe son metreler - aksiyonfotografları.com


Finish çizgisini görmeye başladığımda durumumu özetledim. Keyifliydim, acı devam ediyordu, artık pek önemli değildi. Çizgiyi geçince ne kadar hızlı ne kadar yavaş pek önemi kalmayacaktı. Durmak acı verecekti belki ama, ilk ultramı bitirmiş olmak ve çini madalyanın boynumda olması bana devam etmek için yeterli olacaktı.
İlk ultramda böyle bir parkurda yarıştığım için şanslıydım. 6 saat 19 dakika 05 saniye ile parkuru bitirmiştim. Geriye dönüp baktığımda daha hızlı olabilirdi, daha çok koşup daha az yürüyebilir çok daha az vakit kaybım olabilirdi belki ama bunların bir önemi yoktu. İlkler her zaman farklıydı. Daha yolun başındaydım. Çekmem gereken daha çok acı ve antreman vardı. Bu kez baştan beri hedeflediğim çizgiyi ileriye taşımış birazcık daha uzağa koşabilmiştim. Diğer farkettiğim şey daha önemliydi, daha da uzağa koşabileceğimden emindim artık...