17 Mart 2018 Cumartesi


2018 RUNATOLİA 42K


'' If you are losing faith in human nature, go out and watch a marathon - Kathrine Switzer ''

Şubat ayının son haftası, son nöbetlerimi tutarken zihnimde tek düşünce var; dinlenmek. Saat gecenin 4 ünde uyanık olan ben birkaç gün içinde maraton koşmalıyım. Zihnim bu düşünceyi kucaklıyor, peki ya bedenim? Bu kez çok hazırlıksızım, kafamda pace yok, plan yok, hedef yok. Tek aklıma gelen eski süremi geliştirebilmek.. Şüphe her yanımı sarmış durumda.
2 Mart Cuma günü uçağı beklemekteyim. Tek düşüncem uyumak, uçak havalandıktan sonra uyuyakalıyorum, ikram servisi ile sıçrıyorum. Bir süre sonra inişe geçiyoruz. Dağları gece olduğundan göremiyorum. En azından geçen yıl koşarak yeterince görmüştüm diye geçiriyorum içimden. Antalya serin, hava durumunu defalarca kontrol ettiğimden yağmur olasılığını düşünüyorum endişeyle.

Runatolia 42K
Akdeniz Üniversitesi Misafirhanesinde odama yerleşiyorum. Hava serin fakat uyumam için oldukça elverişli bir derecede. Haftanın yorgunluğu ile derin bir uykuya dalıyorum. 
Antalya Maratonu ile tanışmam 2016 yılında ilk kez koşmama dayanıyor. Kız kardeşimin Antalya da üniversite okuyor olması ve Mart ayında maraton koşmak için elverişli bir yer olması bana 2016 yılında en iyi maraton derecemi yapmamı sağlamıştı. Sonraki yıl katılamamanın verdiği eksiklik, bu yıl beklentilerle dolu planlarımdan biri olmasını sağladı. Spesifik olarak hazırlık yapmadan (yine!) elimden geleni yapıp mutlu bitirmeye çabalamak en temel planımdı. Mümkün mü emin olamasam da eski süremi kısaltabilirsem zaferle ayrılacaktım Antalyadan..
Cumartesi günü kahvaltının ardından abi kardeş yarış kiti almaya doğru yola çıkıyoruz. Maraton fuarı aynı yerde, Terracity teras katında göğüs numarası, çanta, t-shirt ümü alıp eskişehir ekibiyle bir araya geliyoruz. Herkes tam kadro orada. Biraz sohbet biraz yarış beklentileri sonrasında görüşmek üzere ayrılıyoruz. T-shirt yine kötü, ama bu yıl çanta gayet başarılı. Abi kardeş klasikleşen alışveriş turumuza çıkıyoruz. Ardından Eskişehir ekibi bizi arabaları ile bırakma inceliğinde bulunuyor.
Misafirhaneye geçiyorum. Ayakkabıları giyip minik bir koşu yapıyorum. Kafamda yarın için planlar kurmaya çabalıyorum, en sonunda geriye tek bir şey kalıyor, sakin başlamak. Akşam klasik yarış hazırlığı sonrası erken yatmak istesem de uyku tutmuyor.
Pazar sabahı alarm çalıyor. Sindirim sistemi bilgilerimi yokluyorum. Hemen bir şeyler yemem bir şeyler atmam, sonra da yediklerimi büyük ölçüde sindirip startta en ideal halde olmam gerek. Bir de biraz su var tabii. Hedefe yönelik abartı olmayan bir kahvaltı ve kahve sonrası starta doğru yürüyoruz kardeşimle. Son gözden geçirmeler sonrası hazırım! Isınmaya başlıyorum. 2016 yılındaki ısınmam aklıma geliyor. Aynı yerdeyim, aynı doğrultuda koşuyorum..


Start verilmesi yaklaştığında, tuvalete gitme ihtiyacı hissediyorum. Yine kuyruk var. Endişe ile kuyruğa dalıyorum. Tam zamanında çıkıp start alanına koşuyorum. Aceleyle saatimi açıyorum. Ve geri sayım başlıyor. Start a basıyorum ve yarış başlıyor. Kalabalıktan bir miktar sıyrılıp ilerliyorum. Şehrin içinde geçen bu kısımda insanlar şaşkınca bizi izliyor. Tempomu tutturmaya çalışıyorum. Yaklaşık 5 dk sonra saatime baktığımda hızımı km/sa cinsinden gösterdiğini fark ediyorum. Acele ile bisiklet modunu açmışım anlaşılan.. Biraz düşünüp sonra rahat hissettiğim ölçüde pace derdinden uzak koşma fikri kulağıma hoş geliyor ve umursamıyorum.
Çevremdeki koşucular ile biraz hızlı gibi gelen bir tempo ile ilerliyoruz. İyi hissettiğimden yavaşlamıyorum. Maratonda kilometreler yavaş yavaş bedeni hırpalamaya başladığında geriye bir şeylerin, bir miktar daha enerjinin kalması gerek. Çünkü vücut durmak için elinden geleni yapmaya başladığında onu zihniniz engellemeli. Bunu yapabilmek için derinlerde, çok derinlerde saklı bir enerjiniz olmalı. Her maratonda o enerjiyi tekrar bulabilecek miyim? diye bir şüphe uyanması ise, maratonu eşsiz benzersiz bir mücadele haline getiren şey aslında.
Adımlarım rahat ve kadansım iyi, kendimi iyi hissediyorum. Kendi tempomdayım bozmamaya çalışarak yavaş yavaş şehirden çıkmaya başlıyoruz. İstasyonlarda hızlıca su alıp biraz içip biraz döke döke gidiyorum. Lara plajına yaklaşmadan önce bir yokuştan aşağıya iniyoruz. Sonra plaja giriveriyoruz. Bu kısımda masadan bir şeyler ağzıma tıkıp devam ediyorum. Plaj muhteşem! Buradan her seferinde koşarak geçmiş olmak acı olsa da, plaj bittiğinde ıssız yol kadar acı değil. Plajın bitiminden sonra geri dönüşü yapana kadar uçsuz ıssız bir asfalt yol var. Bu kısım bir çoklarına göre maratonun en zihinsel olan kısmı. Henüz keyfim bozulmaya başlamadı. Bu ıssız yolda kendimi Kona da Ironman koşu parkurunda gibi hayal ederim her zaman. Tempom oturmuş durumda ve gözlerim geri dönüşü görmeye çalışırken lider koşucular yandan geçmeye başladılar bile. Bir süre ilerledikten sonra karşıdan gelen Oğuzhan Emre Singer i görüyorum. Çok iyi gidiyorsun diyerek motive ediyorum. İyi bir gruba takılmış güçlü görünüyor. Yarış sonunda 3 saat altı hedefine ulaştığını öğreneceğim.
Dönüşte bir jel yiyorum. Bir miktar rahatlıyorum. Artık geriye başladığım noktaya ulaşmak kaldı. Yine Kona Ironman hayalleri ile ıssız kısımda koşturuyorum. Karşıdan gelenleri inceliyorum. Kimisi için maraton etkisini göstermeye başlamış, kimileri ile halinden memnun görünüyor. Lara ya tekrar dalıveriyorum. Bu kısımda yorgunluk sinyalleri almaya başlıyorum. 30. km ye kadar ne kadar dayanabilirsem o kadar iyi diye aklımdan geçiriyorum. Plajın bitiminde biraz besin takviyesi alıp ilerliyorum. Bildiğim şey yokuşun başlayacak olması. Olabildiğince sakin yokuşa giriyorum durmadan bitirip devam ediyorum. Bacaklarım yanıyor. Yokuş antremanlarım eksik kalıyor diye aklımdan geçiriyorum. Yükselti bulmalıyım.
30. km geçiveriyor. Artık duvar etkisini kucaklamalı, olabildiğinde yarışın kalanına serpiştirmeliyim. Km/sa cinsinden hızımı kontrol ederek sabit tutmaya çalışıyorum. Bacaklarım ağırlaşmaya başlıyor. Bu kısımda km saymak mantıklı değil, çünkü zaman hızlı, mesafe yavaş akmaya başlıyor. Zihnimi başka yerlere çeviriyorum. Koşacağım ultra maratonlar bunun kaç katı olacak diye düşünüyorum. Yorulmayı bahane etmek olma diye içimden geçiriyorum. Önemli olan durmamak.
Son km lerde yarış en yoğun haline büründü. Hızım düştü. Tek önemli olan ilerlemek oldu. Düşüncelere daldım. Bunun gerçekten tadını çıkarmalıydım. Günlük rutinler ve iş temposundan bağımsız olarak Antalya da, şu dakikada, quadricepslerim gitmek istemiyor beni protesto etmeye çalışıyorlardı. Ben ise bunun tadını çıkararak ne kadar şanslıyım diye düşündüm. O an acıyı ve tüm olumsuzlukları benimsedim. Saatime bakıp tahminlere başladım.
Sevda Kündü

3.saatten sonra geçen dakikalar bir miktar huzursuzluğa soksa da, 3.20 den sonra anladım ki, eski dereceme ya çok yaklaşacaktım, ya da onu biraz aşacaktım. Normal şartlarda hızlıca bir depar ile bunu kırabilirsiniz evet. Maratonda eğer 40.km yi geçmişseniz bunu yapabilmeniz kocaman bir yürek ister. Artık elinizde kalan bitmek üzeredir. Bitmemesi için direnirsiniz, zihniniz derinlerden bir şeyler bulup motive etmeye çalışır sizi. Ama gerçek elinizde ne kaldıysa onunla yetinmek zorunda olduğunuzdur.

3 saat 31 dakika 57 saniye... Saatimin ölçtüğü süre beni bir yandan mutlu edip bir yandan buruk hissettiriyor.. Ne kadar yavaş ne kadar hızlı olursa olsun duruyorum. Ve endorfin kan dolaşımını istila ediveriyor. İşte bu duygu diyorum, dünyayı gerçek anlamda durduran, her şeyi resetleyen. Bunu tekrar ve tekrar, daha da yoğun yaşamak için; her seferinde daha uzun koşup duruyoruz işte.