2 Kasım 2019 Cumartesi


2019 İznik Ultra 160K


İznik Ultra benim için bir inat halini almıştı. 2018 de 140k parkurunu 97. km de bırakmıştım. Aylar öncesinden bir sonraki yıl koşacağım düşüncesi ile 160k ye kayıt olmuştum. Beklerken işler çok beklediğim gibi gitmemişti. Sakatlıklar ve toparlanma süresi istediğim yoğunlukta bir antreman birikimi yapmam engel olmuştu. Tüm bunlara rağmen 19 Nisan cuma günü start için İzniğe yola koyulmuştum. Diğer yandan parkur 160 km ye çıkmış, ilk kısma sağlam tırmanışlar eklenmişti.

parkur
parkur yükseltisi
Yarış 19.00 da başlayacaktı. Dropbag noktası Sölöz e çekilmişti. Böylece dere geçişi sonrası kuru elbiselere kavuşacaktım. Yiyecek planımı ve kıyafet planımı yapmıştım. Sölöz de ayakkabı dahil her şeyi değiştirecektim ve yeni bir yarış gibi ilerleyecektim. 90K parkurunu bitirmiş olduğumdan gölün karşı kısmını biliyordum. Gece etabından geriye enerji biriktirmeli ve iyi beslenmeliydim. Batonlarım yanımdaydı. 
Bu yarışta start çizgisine kendi inadımın sonucu olarak gelmiş olsam da; meseleyi büyüten bir dava haline getiren ve ilerlememi sağlayacak kişiler de buradaydı. Ailem yine bana start noktasina kadar eşlik etmiş ve fotograf çekilmeyi de ihmal etmemişlerdi. Böyle sıradışı şeyler yapan biri için bu kabullenilme ve destek çok önemliydi. İşte bu benim için başlama kıvılcımı olacaktı. Gergin bir bekleyiş içinde kafamın içinden planlarımı gözden geçiriyordum. 24 saati aşacak bir yarışta her şeyi düşünüp hesaplamaya çalışıyordum. Hava ertesi gün için yağmur gösteriyordu. Bu moral bozucuydu. En azından gece yağmayacak gibi görünüyordu. Yağmurluk eldivenler çantamdaydı. Uzun kollu ile başlayıp duruma göre katman sayısını arttıracaktım. Önümde uzun bir gece vardı.


Akşamüzeri saat 7 de İznik ten start aldık. Mesafe için hızlı bir tempo ile ilerledim. Zemin kuruydu. Beklediğimden iyi bir zemin beni umutlandırdı. Başlangıç için ultra maraton temposuna uymayan bir tempoyla fakat rahat biçimde Dikilitaş istasyonuna uğradım. Hiç vakit kaybetmeden devam ettim. Akşam 19.00 da başlamak çok tuhaftı. Güneş çoktan batmıştı. Ben zeytin tarlalarına girerken, güneş ışınları son çırpınışları içindeydi. Yine de iyi görebiliyordum. Işık ihtiyacımı sonuna kadar erteledim.
Bu kısımlarda çoğunlukla tek başıma koştum. Havanın kararması ile kafa lambamı açtım. Zeytinlikler içindeki patikalara daldık. Bu kısımlar inişli çıkışlı, bazen yol ortasından fışkıran otlar, bazen de traktör tekerlerinin açtığı çukurlar ile karanlıkta tam bir şenlik alanı. Nereye bastığıma dikkat etsem de kimi zaman beklenmedik süprizlerle bir su birikintisine gömülüveriyordum. Önümüzde bir gece vardı, daha yolun çok başındaydım.
Boyalıca ya hızlı ilerleyen bir grup olarak girdik. Öncü gruplardan olduğumuzu anladım. Masadan biraz tatlı şeyler yedim. Acele etmeden iyice yiyip içtim. Önümde çılgın bir tırmanış vardı.


Köy içinden geçen yıldan bildiğim kıvrıla kıvrıla giden yola girdim. Batonlarımı açtım. İlk tırmanış başlıyordu. Gecenin soğuğu ilk hissettiğim anlardan biriydi. Önce batonların metalinin soğuğu, sonra yolun sonunda karşımda beliren tırmanışı görmem ve hafif esen bir rüzgar... Uzaktan birer yıldız gibi olan ama dikkat edince tepeye tırmanın koşucuların kafa lambaları... Göğe çıkmanız gerekiyor izlemine kapılarak başlıyorsunuz. Ben de tırmanış fanatiği biri olarak batonlarımla disiplinle tırmanmaya başladım. Yol bozuktu. Yer yer yağmur suları nedeniyle derin yarıklar mevcuttu. Eğim kimi noktalarda acımasızlaşıyor, bacaklarım yanıyordu. Parkurun bana göre kendini hatırlattığı ilk anlardan biri hep burasıydı. Tepeye ulaşıp kaybolan ışıkları görünce yaklaştığımı anlayıp daha da hızlandım. Tepede kısa bir yürüyüş yapıp biraz su içtim. Ardından geceye doğru tekrar atıldım. Geçen seneden farklı olarak, bu kez bu kısımlarda yalnızdım. Sadece kafa lambamın ışığı ve ben. Parkurun fosforlu işaretlerini takip ederek aşağı doğru inmeye başladım. üzerime uzun katmanı giymemiştim. Gecenin soğuğu özellikle inişlerde kendini hissettirmişti. Genel olarak bu kısımlarda stabil patikalar vardı. Bir süre sonra Ilıca ya ulaştım. Bu kez kapalı bir alana girdik. Biraz çorba, biraz meyve yedim. Çantamı çıkarıp yağmurluğu giydim. Soğuk etkisini hissettiğimden sıcak kalmalıyım diye düşündüm. Bu noktadan sonra parkur değişmişti ve tırmanış içeren kısımlar vardı. İlk defa olarak deneyimleyecektim. Suları ve su kola karışımımı da tazeleyip yola devam ettim. Keramet köyünün içi sessiz, ıssızdı. Sokak aralarından geçip köpek havlamalarını umursamadan dik bir yola saptım. Ne olduğunu anlamadan epey sağlam eğimli, çimlerle kaplı bir patikada buldum kendimi. Bir şekilde dağ yoluna bağlanmıştım. Karanlıkta ara ara gökyüzü seçiliyordu. Parçalı bulutlar arasından ay ışığı zaman zaman kendini gösteriyordu. Yol önce stabil gidiyordu. İlerledikçe biraz dere ve çeşme sularının ıslak bıraktığı birikintilere denk geldim. Daha sonrası ise hiç beklediğim gibi değildi. Tamamen çamurla kaplanmış bir bataklıkta buldum kendimi. Kuru olarak basabileceğiniz hiçbir nokta yoktu. Kimi zaman bir anda ayak bileklerime kadar çamura gömülerek düşük bir hızda ilerlemeye çalışıyordum. Defalarca ayaklarım tamamen suya girip çıktı. Bir ara lambamla ayaklarıma baktım. Fosforlu yeşil renkleri olan ayakkabılarım tamamen çamurla kaplıydı. Renkler seçilemiyordu bile. Bazı kısımlarda çamurlar bir miktar azalır gibi oldu. Sonra tekrar arttı. Birkaç gün önce yağan yağmurların, dağda güneş kolay alamayan alanlardaki etkisinin sonucuydu tüm bunlar. Birkaç sağlam tırmanış sırasında bir araba ve bazı fotoğrafçılara rastladım. Çıldırmış olmalılar diye düşündüm. Karanlıkta burası zirve herhalde diye düşündüğüm bir açıklığa ulaştığımda dağların arkasında olduğumu fark ettim. Uzaklarda ciddi şehir ışıkları vardı. Yer yön kavramım karıştı. İstanbul mu? İzmit mi? diye düşündüm. Gecenin bu saatinde bunca çamurla mücadele sonrası, gökte parçalı bulutlar arasında ay ışığı vururken, kıymetli bir manzara olmalı bu diye içimden geçirdim. İnmeye başladıktan bir süre sonra Mahmudiye köyünün ışıkları belirdi. Bir anca köyün içine inip kontrol noktası olan köy kahvehanesine girdim. Bu kısımda insanlar şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense şaşkınlıkla ayaklarıma bakıyordum. Biraz çorba, soda ve kola içip bir şeyler yedikten sonra tekrar yola koyuldum. Çamurlu yollara tekrar saplanarak başladı yeni kısımlar. Bir noktadan sonra kaçınılacak bir durum ortada yoktu. Soğuk, çamur ve yorgunluk. Hepsine maruz kalındıktan sonra geride sadece devam etme düşüncesi kalıyordu. Bu kısımlarda başka bir koşucu ile birlikte ilerledik. Bir noktada asfalt yola ulaştık. Biraz onunla aşağı doğru inip tekrar yol kenarından bir patikaya daldık. Ay ışığı belirginleşmişti ve hiç unutamayacağım güzellikte tırmanışlar ve patikalardan geçtik. Bitki örtüsü azaldı. Dağın çıplak sırtlarında zikzak çizerek önce tırmanıp sonra inmeye başladık. Hedefimizde Yeniköy köyü vardı. Nerede olduğumdan o an haberdar değildim. Karşıdan bakında uzanan dağların yeşil çıplak kısımlarında fazla iniş olmadan ilerliyorduk. Hava soğuktu. Çamurun yerini ıslak çimenler almıştı. Sık çalılar ve otlarla kaplı dar bir patikaya girdik. Bir süre sonra yol arkadaşım geride kaldı. Ben devam ettim. Bitki örtüsü sıktı. Bir iki noktada kayboldum izlenimine kapıldım. Fakat ilerleyince işaret gördüm. Zor noktalardı. Bir köye yaklaştım ama patika içine girmedi. Demek ki henüz değil diye düşünüp devam ettim.
Yeniköy e ulaştığımda yine merkezdeki bir kahvehane kontrol noktasıydı. İçeri girdim. Gözlerim soğuktan kanlanmıştı hissediyordum. Batma hissi vardı. Oturdum. Çorba içmeye başladım. Sıcak sobanın yanında ne kadar üşüdüğümü ve hırpalandığımı ilk kez farkettim. Biraz soda ve kola da içip tekrar yola koyuldum. Sıcak ortamdan çıkmak ilk kez zor geldi. Bu kısımdan sonra göl kıyısına doğru giden, genellikle tırmanış içermeyen bölümler vardı. Soğuk çamurlu dağ patikalarından sonra iyi geldi. Zeytin tarlalarının arasında patikarlarda ilerledim. Bir süre işaret göremeyince geri koştum. 2 dk lık bir kaybolma yaşayıp dönüş işaretini kaçırdığımı farkettim. Koşu ağırlıkla inişten sonra anayol un karşısına geçip göl kıyısına iyice yaklaştığımı farkettim. Artık dümdüz yollardaydım. Bacaklarım taş gibiydi. Hareket etmeleri acı veriyordu. Soğuktandır diye düşündüm. İlk kez yürüme molası verdim. Yürüdükçe, tempoyu düşürdükçe tekrar harekete geçmek inanılmaz zorlaşıyordu. Psikolojik olarak düştüğüm anlardaydım. İstemsizce üşüyor ve titriyordum. Kısa koşular yapıp mola veriyordum.
İznik Gölü kıyısında iskelenin yanına, geçen yılki drop bag noktasına bu biçimde ulaştım. Çorba vardı. Üşüyordum. Oturup çorbamı içmeye çalıştım. Biraz ekmek de vardı. O an oturmamla birlikte tüm kaslarımın kaskatı kesildiğini ve soğuğu daha da net hissettiğimi fark ettim. Tek rahatlatan şey içtiğim sıcak çorbaydı. Zihinsel olarak çok aşağılardaydım. Planda drop bag e ulaşmak vardı. Fakat parkuru bildiğimden çok fazla yol olduğunu biliyordum. Zihnimde bunlar belirdikçe karamsarlık daha da artıyordu. Kısır döngü içine girmiştim. Sabahın 6 buçuğuydu. Gün başlıyordu. Hava kapalıydı. Yağmur bekleniyordu. Bir şekilde kalktım. Sularımı tazelemiş olarak göl kıyısına ilerledim. Yıl boyunca eve geldikçe koşuya çıktığım yerdeydim. Her şey aynıydı, tek farklı olan ben, vücudum, kaskatı bacaklarım ve zihnimdi. İlerlemeye başladım. Bedenim gitmek istemiyordu. O anki güçsüzlük çok farklı bir duyguydu. Bedenen zayıf olduğumdan zihinsel sürece yön veremiyordum. Yürüme molalarına devam ettim, biraz daha ilerlemeye çalıştım. Uzun yarışlarda bu tarz durumlar normaldi. Önemli olan devam etmeye ikna olmaktı. Bir noktadan sonra beden gitmek istemeyecek fakat isyan ettiğinde onu ikna edecek olan şey zihindi. Bir şekilde ikisini de kontrol edemiyordum. Örnekköy e ulaşmama sadece bir iki km kalmıştı belki. Fakat yağmur yağmaya başladı. Sonra biraz dolu eklendi. Durdum. Daha fazla gidemedim. Bu noktada ailemi aradığımı hatırlıyorum, araca bindiğimde titriyordum. Kontrol noktasına gidip bıraktığımı bildirdim. Yolda biraz uyudum, kalktığımda eve ulaşmak üzereydik. Üşüyordum. Sıcak bir banyo, ardından tekrar uyku...
Tamamlayamamamın etkisi daha sonra belirginleşti. Bunları yazarken bile o zor anları düşünüp o psikolojiyi hatırlamaya çalışmak yeterli olmuyor. Yaşanan an ve beynin o anki çalışma şekli düşünme şekli çok farklı. Rahatımızın tam olduğu oturduğumuz yerden bunları düşünürken devam etmeye zorlamayı düşünmek çok kolay. Sağlam irade, sağlam vücut, bunları düşünmek de kolay. Şu an yine inat ediyorum, tekrar denemek istiyorum. Fakat ne kadar hazır hissedilirse hissedilsin, bazı noktalar var ki zihinsel ve bedensel kırılma anları oluyor. Bunların üstesinden gelebilmek nasıl mümkün hala üzerinde düşünüyorum. Belki büyük bir motivasyona ihtiyaç var. Belki çok daha fazla koşmaya. Cevap ne olursa olsun bir kez daha bir dnf ile buruk bir biçimde İznik Ultra ya veda ettim. Zihinsel ve bedensel gücünüzün sizi hiç terk etmemesi dileğiyle...