15 Kasım 2016 Salı

 

2016 İSTANBUL MARATONU


"You have to forget your last marathon before you try another. Your mind can't know what's coming." - Frank Shorter

42K parkuru

13 Kasım Pazar günü dördüncü maratonumu koşmak için İstanbul'daydım. Bu kez maratona çok odaklanmamıştım. Bir şekilde biteceği ve daha iyi biçimde biteceği umuduyla katılıyordum yalnızca. Kafamda daha büyük planlar, daha farklı yarışlar vardı. Bir de olmaması gereken bir şey daha vardı; son koştuğum, kendimi iyi hissettiğim ve güzel bitirdiğim Antalya maratonu... Tecrübe edinmek vakit alan bir durumdu. Uzun mesafe koşularında edinilen tecrübe ise sizi tepetaklak edebilecek cinsten bir tecrübeydi. Pazar günü ben de farklı bir tecrübe edineceğimden habersizdim.
Hazırlık süreci benim için sadece koşmaya devam etmek olmuştu her zaman. Bir plan uygulayamamış, haftalık kmlerini sayamayan biriydim hala. Tüm bunları yapabilmek için stabil bir hayat da gerekirdi tabii. Hayat kariyer koşuşturmacaları içinde ne kadar stabil olabilirse o derece stabildi benim için. Hal böyle olunca koşmaya devam ettim, biraz bisiklet ilave edip maratona doğru yola çıktım.

Yanıma dört jel alıp koşacaktım. Havanın gece yağışlı olması yarış sabahı konusunda beni endişelendirince içlik giymeye karar verdim. Daha sonra havanın açması ile içlik giymem yanlış bir karara dönüşecekti.


Kahvaltıda her zamankinin aksine biraz yağlı bir omlet yedim, bunun yarış başlayana kadar sindireleceğini düşünerek büyük bir hata yaptım. Herşeyden habersiz start çizgisinde yerimi aldım.
Yeni bir şey deneyecekseniz, yiyecekseniz veya giyecekseniz bunu yarışta değil, daha öncesinde bir antremanda denemeniz gerektiğinin önemini çok işitmiştim. Uygulama konusunda ise nedense umursamamıştım.

Yarış saat 9'da start aldı. Köprüyü geçtikten sonra havanın durumu içlik giyerek yanlış yaptığımın sinyalini vermeye çoktan başlamıştı. Beşiktaş'a inene kadar tempomu bulmaya çalıştım. Fakat yokuş aşağı inme bittiğinde tuhaf bir his vardı. Yarışın başında start heyecanı ile çok farkına varamasam da artık farkındaydım. Sanki birşeyi tam sindirememe hissi, midemin olması gereken yerde bir şişkinlik bir tuhaflık hissi.... Aynı zamanda bacaklarıma güç iletmekte de zorlanıyordum. Oysa daha herşeyin çok başındaydım. Önümde kmlere ilaveten zihinsel bir süreç de vardı. Bunlara daha önce sağlam girmiştim, bu kez mide problemi ile girecektim. Bu olumsuzlukları düşününce negatif düşüncelere odaklanmaya başladım. Bilgisayar oyunlarında kötü oyun halinde kapatıp tekrar başlama seçeneğini seçmek gibi, maratonu başa almak istedim adeta. İstasyonlardan su içmeyi ihmal etmeden ilerliyordum ama bacaklarıma gitmesi gereken kan akımının bir kısmı hala mideme hücum ediyor gibi bir hal vardı. Belki kusarım diye düşündüm fakat kendimi zorlasam da olmadı. Bir saatin sonunda ilk jelimi yedim, alternatif biçimde bacaklarımı bir şekilde uyarmasını umdum. Olmadı.

Midemdeki tuhaf his ve bacaklarımdaki güçsüzlük başlarda hızımı çok etkilemese de sınırda ilerliyordum. Fakat basma şeklim topuğuma doğru kaymıştı. Bu, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu tek başına. Bu biçimde ilerlemek darbelere daha fazla maruz kalma, ayak problemleri, diz problemleri ve fazlasına mal olabilirdi...

20. km Yenikapı Sahili'ne ulaşılan kısımdı. Burası parkurda en nefret ettiğim kısmına giriş demekti benim için. Akıl oyunları bu kısımlarda başlıyordu normal şartlarda. Anormal şartlar da eklenince durum daha kötü olacak diye tahmin ediyordum. Güneş, gece boyu ve sabahın erken saatlerinde yağan yağmurla adeta dalga geçercesine belirmişti. Koşulan yönün tam tersi yönde esen rüzgar ilerlemeyi güçleştirerek adeta olaya tuz biber oluyordu. Bu kısımlardan Ataköy dönüşüne kadar hayatımda ilk kez bir yarışı bırakmak istedim. Planlar yapmaya başladım. Bırakırsam nasıl dönecektim peki? Acaba benim gibi düşünen başkaları var mıydı? En iyisi şu istasyonda biraz su içip elma yiyip devam etmekti. Ama işe yaramadı gibi, bıraksak mı artık? Şeklinde zihnimle kavga ediyordum adeta. Hızın önemi kalmamıştı artık, sadece ilerlemeye çalışıyordum. Bir süre sonra her iki ayağımın iç yüzünde ağrı hissetmeye de başladım. Sabah yağmuru ayakkabılarımı hafif ıslatmıştı. Bunlar bül sinyali, tahriş sinyalleriydi. Ağrı ve düşünceler dayanılmaz bir seviyeye ulaştığında yürümeye başladım. Bu yarış en iyi maraton denemem olmayacaktı, ama hiçbir yarışı yarım bırakmamıştım, bunu da bırakmamaya karar verdim. Bacaklarım enerjiyi kullanamadan dövülmüştü, midem fena değildi, bunların beni yıkmasına izin veremezdim. Koşmaya tekrar başladım. Artık bitirmek hedefiyle yol alıyordum. Ataköy dönüşü sonrası biraz daha iyi hissetmeye başladım.

Dönüşü yapıp artık dümdüz ilerleyeceğimi düşünerek biraz motive oldum. Jelimi yedikten sonra esas basma biçimim ile ileri atıldım. Başlarda böyle olsam sürdürebilirdim belki, fakat ayaklarımdaki tahrişlerin izin verdiği ölçüde devam ettim. Bazen ağrılar çok arttığında istasyona kadar dayanıp suyu yudumlarken yürüyüş moduna geçerek de olsa devam etttim. Sadece ayaklarım değil, dizlerim de ağrımaya başlamıştı. Basma biçiminin önemi kalmamıştı, bir şekilde ilerliyordum artık. Bir yandan da neden böyle olduğunu düşünüyordum.

Beslenme başlı başına bir meseleydi yarışlarda. Bunun bir standardı olmadığı gibi şartlara göre de değiştirmek gerekebiliyordu bazen. Hepsinden önemlisi yeni şeyleri mutlaka öncesinde denemek gerekiyordu. Tecrübesizce yaptığım kahvaltı ile, bacaklarıma gitmesi gereken önemli miktarda kanı mideme çalmıştım. En azından benim vardığım sonuç bu yöndeydi. Sadece bu muydu peki? Asla emin olamazdım, birçok değişken mevcuttu.

fotograf - Barış Gider


Son kmlere girdiğimde pek yorgun olmadığımı farkettim. Sorun potansiyeli kullanamayıp harcamış olmaktı. Hız konusunu uzun süredir düşünmediğimden, saatimi kontrol etmek ancak Gülhane parkına girdiğimde mümkün oldu. En azından 4 saatin altında bitmeliydi bu yarış. İçim burkuldu, bu parkuru bir türlü kendi ifademle ''alt edememiştim''. ''Daha sonra belki..'' diyerek bir kez daha binbir eziyet ile sonlandıracaktım. Sultanahmet'e doğru ilerlerken zaten harcamadığım enerjiyi son düzlükte eritebilmek adına bastım gaza. Finish çizgisi ve saati görebiliyordum. 3.58 küsürdü, biraz daha hızlandım, ve düşündüğüm gibi 3.59 sona ermeden bitiriverdim.

Yarıştan geriye kalanlar: her iki ayak tabanı iç yüzünde bir buçuk santimlik büller, biraz kas ağrısı, sağ ayağımın dış kısmında pis bir ağrı, e tabii  bir de hatıra madalyası...