2 Kasım 2019 Cumartesi


2019 İznik Ultra 160K


İznik Ultra benim için bir inat halini almıştı. 2018 de 140k parkurunu 97. km de bırakmıştım. Aylar öncesinden bir sonraki yıl koşacağım düşüncesi ile 160k ye kayıt olmuştum. Beklerken işler çok beklediğim gibi gitmemişti. Sakatlıklar ve toparlanma süresi istediğim yoğunlukta bir antreman birikimi yapmam engel olmuştu. Tüm bunlara rağmen 19 Nisan cuma günü start için İzniğe yola koyulmuştum. Diğer yandan parkur 160 km ye çıkmış, ilk kısma sağlam tırmanışlar eklenmişti.

parkur
parkur yükseltisi
Yarış 19.00 da başlayacaktı. Dropbag noktası Sölöz e çekilmişti. Böylece dere geçişi sonrası kuru elbiselere kavuşacaktım. Yiyecek planımı ve kıyafet planımı yapmıştım. Sölöz de ayakkabı dahil her şeyi değiştirecektim ve yeni bir yarış gibi ilerleyecektim. 90K parkurunu bitirmiş olduğumdan gölün karşı kısmını biliyordum. Gece etabından geriye enerji biriktirmeli ve iyi beslenmeliydim. Batonlarım yanımdaydı. 
Bu yarışta start çizgisine kendi inadımın sonucu olarak gelmiş olsam da; meseleyi büyüten bir dava haline getiren ve ilerlememi sağlayacak kişiler de buradaydı. Ailem yine bana start noktasina kadar eşlik etmiş ve fotograf çekilmeyi de ihmal etmemişlerdi. Böyle sıradışı şeyler yapan biri için bu kabullenilme ve destek çok önemliydi. İşte bu benim için başlama kıvılcımı olacaktı. Gergin bir bekleyiş içinde kafamın içinden planlarımı gözden geçiriyordum. 24 saati aşacak bir yarışta her şeyi düşünüp hesaplamaya çalışıyordum. Hava ertesi gün için yağmur gösteriyordu. Bu moral bozucuydu. En azından gece yağmayacak gibi görünüyordu. Yağmurluk eldivenler çantamdaydı. Uzun kollu ile başlayıp duruma göre katman sayısını arttıracaktım. Önümde uzun bir gece vardı.


Akşamüzeri saat 7 de İznik ten start aldık. Mesafe için hızlı bir tempo ile ilerledim. Zemin kuruydu. Beklediğimden iyi bir zemin beni umutlandırdı. Başlangıç için ultra maraton temposuna uymayan bir tempoyla fakat rahat biçimde Dikilitaş istasyonuna uğradım. Hiç vakit kaybetmeden devam ettim. Akşam 19.00 da başlamak çok tuhaftı. Güneş çoktan batmıştı. Ben zeytin tarlalarına girerken, güneş ışınları son çırpınışları içindeydi. Yine de iyi görebiliyordum. Işık ihtiyacımı sonuna kadar erteledim.
Bu kısımlarda çoğunlukla tek başıma koştum. Havanın kararması ile kafa lambamı açtım. Zeytinlikler içindeki patikalara daldık. Bu kısımlar inişli çıkışlı, bazen yol ortasından fışkıran otlar, bazen de traktör tekerlerinin açtığı çukurlar ile karanlıkta tam bir şenlik alanı. Nereye bastığıma dikkat etsem de kimi zaman beklenmedik süprizlerle bir su birikintisine gömülüveriyordum. Önümüzde bir gece vardı, daha yolun çok başındaydım.
Boyalıca ya hızlı ilerleyen bir grup olarak girdik. Öncü gruplardan olduğumuzu anladım. Masadan biraz tatlı şeyler yedim. Acele etmeden iyice yiyip içtim. Önümde çılgın bir tırmanış vardı.


Köy içinden geçen yıldan bildiğim kıvrıla kıvrıla giden yola girdim. Batonlarımı açtım. İlk tırmanış başlıyordu. Gecenin soğuğu ilk hissettiğim anlardan biriydi. Önce batonların metalinin soğuğu, sonra yolun sonunda karşımda beliren tırmanışı görmem ve hafif esen bir rüzgar... Uzaktan birer yıldız gibi olan ama dikkat edince tepeye tırmanın koşucuların kafa lambaları... Göğe çıkmanız gerekiyor izlemine kapılarak başlıyorsunuz. Ben de tırmanış fanatiği biri olarak batonlarımla disiplinle tırmanmaya başladım. Yol bozuktu. Yer yer yağmur suları nedeniyle derin yarıklar mevcuttu. Eğim kimi noktalarda acımasızlaşıyor, bacaklarım yanıyordu. Parkurun bana göre kendini hatırlattığı ilk anlardan biri hep burasıydı. Tepeye ulaşıp kaybolan ışıkları görünce yaklaştığımı anlayıp daha da hızlandım. Tepede kısa bir yürüyüş yapıp biraz su içtim. Ardından geceye doğru tekrar atıldım. Geçen seneden farklı olarak, bu kez bu kısımlarda yalnızdım. Sadece kafa lambamın ışığı ve ben. Parkurun fosforlu işaretlerini takip ederek aşağı doğru inmeye başladım. üzerime uzun katmanı giymemiştim. Gecenin soğuğu özellikle inişlerde kendini hissettirmişti. Genel olarak bu kısımlarda stabil patikalar vardı. Bir süre sonra Ilıca ya ulaştım. Bu kez kapalı bir alana girdik. Biraz çorba, biraz meyve yedim. Çantamı çıkarıp yağmurluğu giydim. Soğuk etkisini hissettiğimden sıcak kalmalıyım diye düşündüm. Bu noktadan sonra parkur değişmişti ve tırmanış içeren kısımlar vardı. İlk defa olarak deneyimleyecektim. Suları ve su kola karışımımı da tazeleyip yola devam ettim. Keramet köyünün içi sessiz, ıssızdı. Sokak aralarından geçip köpek havlamalarını umursamadan dik bir yola saptım. Ne olduğunu anlamadan epey sağlam eğimli, çimlerle kaplı bir patikada buldum kendimi. Bir şekilde dağ yoluna bağlanmıştım. Karanlıkta ara ara gökyüzü seçiliyordu. Parçalı bulutlar arasından ay ışığı zaman zaman kendini gösteriyordu. Yol önce stabil gidiyordu. İlerledikçe biraz dere ve çeşme sularının ıslak bıraktığı birikintilere denk geldim. Daha sonrası ise hiç beklediğim gibi değildi. Tamamen çamurla kaplanmış bir bataklıkta buldum kendimi. Kuru olarak basabileceğiniz hiçbir nokta yoktu. Kimi zaman bir anda ayak bileklerime kadar çamura gömülerek düşük bir hızda ilerlemeye çalışıyordum. Defalarca ayaklarım tamamen suya girip çıktı. Bir ara lambamla ayaklarıma baktım. Fosforlu yeşil renkleri olan ayakkabılarım tamamen çamurla kaplıydı. Renkler seçilemiyordu bile. Bazı kısımlarda çamurlar bir miktar azalır gibi oldu. Sonra tekrar arttı. Birkaç gün önce yağan yağmurların, dağda güneş kolay alamayan alanlardaki etkisinin sonucuydu tüm bunlar. Birkaç sağlam tırmanış sırasında bir araba ve bazı fotoğrafçılara rastladım. Çıldırmış olmalılar diye düşündüm. Karanlıkta burası zirve herhalde diye düşündüğüm bir açıklığa ulaştığımda dağların arkasında olduğumu fark ettim. Uzaklarda ciddi şehir ışıkları vardı. Yer yön kavramım karıştı. İstanbul mu? İzmit mi? diye düşündüm. Gecenin bu saatinde bunca çamurla mücadele sonrası, gökte parçalı bulutlar arasında ay ışığı vururken, kıymetli bir manzara olmalı bu diye içimden geçirdim. İnmeye başladıktan bir süre sonra Mahmudiye köyünün ışıkları belirdi. Bir anca köyün içine inip kontrol noktası olan köy kahvehanesine girdim. Bu kısımda insanlar şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense şaşkınlıkla ayaklarıma bakıyordum. Biraz çorba, soda ve kola içip bir şeyler yedikten sonra tekrar yola koyuldum. Çamurlu yollara tekrar saplanarak başladı yeni kısımlar. Bir noktadan sonra kaçınılacak bir durum ortada yoktu. Soğuk, çamur ve yorgunluk. Hepsine maruz kalındıktan sonra geride sadece devam etme düşüncesi kalıyordu. Bu kısımlarda başka bir koşucu ile birlikte ilerledik. Bir noktada asfalt yola ulaştık. Biraz onunla aşağı doğru inip tekrar yol kenarından bir patikaya daldık. Ay ışığı belirginleşmişti ve hiç unutamayacağım güzellikte tırmanışlar ve patikalardan geçtik. Bitki örtüsü azaldı. Dağın çıplak sırtlarında zikzak çizerek önce tırmanıp sonra inmeye başladık. Hedefimizde Yeniköy köyü vardı. Nerede olduğumdan o an haberdar değildim. Karşıdan bakında uzanan dağların yeşil çıplak kısımlarında fazla iniş olmadan ilerliyorduk. Hava soğuktu. Çamurun yerini ıslak çimenler almıştı. Sık çalılar ve otlarla kaplı dar bir patikaya girdik. Bir süre sonra yol arkadaşım geride kaldı. Ben devam ettim. Bitki örtüsü sıktı. Bir iki noktada kayboldum izlenimine kapıldım. Fakat ilerleyince işaret gördüm. Zor noktalardı. Bir köye yaklaştım ama patika içine girmedi. Demek ki henüz değil diye düşünüp devam ettim.
Yeniköy e ulaştığımda yine merkezdeki bir kahvehane kontrol noktasıydı. İçeri girdim. Gözlerim soğuktan kanlanmıştı hissediyordum. Batma hissi vardı. Oturdum. Çorba içmeye başladım. Sıcak sobanın yanında ne kadar üşüdüğümü ve hırpalandığımı ilk kez farkettim. Biraz soda ve kola da içip tekrar yola koyuldum. Sıcak ortamdan çıkmak ilk kez zor geldi. Bu kısımdan sonra göl kıyısına doğru giden, genellikle tırmanış içermeyen bölümler vardı. Soğuk çamurlu dağ patikalarından sonra iyi geldi. Zeytin tarlalarının arasında patikarlarda ilerledim. Bir süre işaret göremeyince geri koştum. 2 dk lık bir kaybolma yaşayıp dönüş işaretini kaçırdığımı farkettim. Koşu ağırlıkla inişten sonra anayol un karşısına geçip göl kıyısına iyice yaklaştığımı farkettim. Artık dümdüz yollardaydım. Bacaklarım taş gibiydi. Hareket etmeleri acı veriyordu. Soğuktandır diye düşündüm. İlk kez yürüme molası verdim. Yürüdükçe, tempoyu düşürdükçe tekrar harekete geçmek inanılmaz zorlaşıyordu. Psikolojik olarak düştüğüm anlardaydım. İstemsizce üşüyor ve titriyordum. Kısa koşular yapıp mola veriyordum.
İznik Gölü kıyısında iskelenin yanına, geçen yılki drop bag noktasına bu biçimde ulaştım. Çorba vardı. Üşüyordum. Oturup çorbamı içmeye çalıştım. Biraz ekmek de vardı. O an oturmamla birlikte tüm kaslarımın kaskatı kesildiğini ve soğuğu daha da net hissettiğimi fark ettim. Tek rahatlatan şey içtiğim sıcak çorbaydı. Zihinsel olarak çok aşağılardaydım. Planda drop bag e ulaşmak vardı. Fakat parkuru bildiğimden çok fazla yol olduğunu biliyordum. Zihnimde bunlar belirdikçe karamsarlık daha da artıyordu. Kısır döngü içine girmiştim. Sabahın 6 buçuğuydu. Gün başlıyordu. Hava kapalıydı. Yağmur bekleniyordu. Bir şekilde kalktım. Sularımı tazelemiş olarak göl kıyısına ilerledim. Yıl boyunca eve geldikçe koşuya çıktığım yerdeydim. Her şey aynıydı, tek farklı olan ben, vücudum, kaskatı bacaklarım ve zihnimdi. İlerlemeye başladım. Bedenim gitmek istemiyordu. O anki güçsüzlük çok farklı bir duyguydu. Bedenen zayıf olduğumdan zihinsel sürece yön veremiyordum. Yürüme molalarına devam ettim, biraz daha ilerlemeye çalıştım. Uzun yarışlarda bu tarz durumlar normaldi. Önemli olan devam etmeye ikna olmaktı. Bir noktadan sonra beden gitmek istemeyecek fakat isyan ettiğinde onu ikna edecek olan şey zihindi. Bir şekilde ikisini de kontrol edemiyordum. Örnekköy e ulaşmama sadece bir iki km kalmıştı belki. Fakat yağmur yağmaya başladı. Sonra biraz dolu eklendi. Durdum. Daha fazla gidemedim. Bu noktada ailemi aradığımı hatırlıyorum, araca bindiğimde titriyordum. Kontrol noktasına gidip bıraktığımı bildirdim. Yolda biraz uyudum, kalktığımda eve ulaşmak üzereydik. Üşüyordum. Sıcak bir banyo, ardından tekrar uyku...
Tamamlayamamamın etkisi daha sonra belirginleşti. Bunları yazarken bile o zor anları düşünüp o psikolojiyi hatırlamaya çalışmak yeterli olmuyor. Yaşanan an ve beynin o anki çalışma şekli düşünme şekli çok farklı. Rahatımızın tam olduğu oturduğumuz yerden bunları düşünürken devam etmeye zorlamayı düşünmek çok kolay. Sağlam irade, sağlam vücut, bunları düşünmek de kolay. Şu an yine inat ediyorum, tekrar denemek istiyorum. Fakat ne kadar hazır hissedilirse hissedilsin, bazı noktalar var ki zihinsel ve bedensel kırılma anları oluyor. Bunların üstesinden gelebilmek nasıl mümkün hala üzerinde düşünüyorum. Belki büyük bir motivasyona ihtiyaç var. Belki çok daha fazla koşmaya. Cevap ne olursa olsun bir kez daha bir dnf ile buruk bir biçimde İznik Ultra ya veda ettim. Zihinsel ve bedensel gücünüzün sizi hiç terk etmemesi dileğiyle...

3 Haziran 2019 Pazartesi



2019 İSTANBUL YARI MARATONU


Sakatlığımın sonrasında istikrarlı bir koşabilme süreci sonrasında %100 eski halime dönemesem de bir motivasyona ihtiyacım vardı. Normalleşme sürecimi hızlandıracak ve geçmişi hatırlatacak olan İstanbul Yarı Maratonu nu tekrar koşacaktım. Blog içinde geriye doğru giderseniz ilk yazımın 2014 İstanbul Yarı Maratonu olduğunu göreceksiniz. Aradan tam 5 yıl geçmişti. Parkur biraz değişse de benim için nostaljik yerini koruyordu.

parkur
Yarışa Ahmet, Volkan ve müdürleri ile birlikte gittik. Onlar 10K koşacaklardı. Yarış alanı Yenikapı Miting alanındaydı. Ulaşım açısından Marmaray ve metro kesişiminde olduğundan stratejik bir yer. Fakat start a ulaşabilmek için biraz yürümek gerekiyor. Parkur Sirkeci vapur iskelesinden döndükten sonra Bakırköy e doğru gidiyor, ardından dönüp tekrar Yenikapı da bitiyordu. Numaralar ve son kontroller sonrası yarışa hazırdık. Tek problem start alanının kalabalığıydı. Malesef kayıt sırasında hedef süreye göre A,B,C.. şeklinde kategorilere göre çıkış yapılacağı yazsa da. A kategorisinde olan ben arkalardaydım. Ön taraflarda ise başka kategorilerden bir çok kişi vardı.




Start ile birlikte dalgalanma başladı. Kalabalıktan ötürü start çizgisine gelebilmem yaklaşık 1 dk sürdü. Sonrasında çıkış kalabalığı içinde sürekli slalomlar ile sıyrılmaya çalışarak ilerledim. Farklı kategoriden bir sürü yarışçı geçip duruyordum. Bu durum ekstra efor harcamama ve tempomun bozulmasına sebep verdi. Km ler ilerledikçe daha stabil bir hal alacağını düşünerek üzerine fazla takılmadım. Başlarda biraz hızımı arttırdım. Sirkeciye yaklaşınca başlayan hafif yokuşta tempom düzene girmeye başladı. Dönüş sonrası biraz daha gaza bastım. Yanıma aldığım jellerden birini 10.km civarında yedim. Cerrahpaşa ve Samatya sahile vardığımda nostaljiye daldım. Öğrencilik yıllarımda koştuğum sahil, köprüler derken vakit ilerledi. Uzun zamandır bu yakaya gelmemiştim. Koşmaya başladığım günler aklımda belirdi, kendimi sahilde koşarken hayal ettim.


Bakırköy e giden yolu hep kasvetli bulmuşumdur. Yine öyleydi. Zihinsel olarak dönüşü bekleyip durduğum maraton anılarım canlandı. Mesafe kısa olduğundan bu kez son dönüş çabuk belirdi. Bu kısımdan sonra biraz daha ilerleyip son jeli de yedim. Son kmler kolay olmaz, fakat bu yarışta kendimi iyi hissettim, hızımı düşürmeyip hatta bir miktar daha arttırdım. Finish çizgisini gördüğümde en iyi yarı maratonum olmayacağını biliyordum, depoda hala kalanlar vardı. 1.37.07 zaman ile yarı maratonu tamamladım.
Sakatlık sonrası rahat ve güçlü bir yarış çıkarmak benim için önemliydi. Bileğimin başına gelenlerden sonra stabilleşme ve normale dönüş sürecimde ilk yarışımdı. Katedilecek çok fazla yol vardı, önümde talihsizce kayıt olduğum İznik Ultra vardı. Kaygılıydım. Fakat yarı maratonu tekrar koşmak bana bir parça da olsa motivasyon katmıştı. Sırada tekrar denemem gereken bir ultra vardı...


2018 Kapadokya Ultratrail 63K


''The secret isn’t in your legs, but in your strength of mind'' - Kilian Jornet


19 Ekim Cuma günü Kayseri 'ye uçmak için havaalanındayız. Bu kez geçen yıl yarıda bıraktığım 119 k için değil. 63 k koşmakta karar kıldım. Kapadokya Ultra Türkiye de şimdiye kadar ki görüp koştuğum en büyük organize yarış. Yabancı katılımcı sayısı muazzam. Kapadokya koşmak için başlı başına muazzam bir yer. Açıkçası kendi adıma koşarak bu bölgeleri gezerek dolaşmak ve keşfetmekten daha çok keşfedip tadını çıkardığımı düşünüyorum. Bu yolculukta bana kız arkadaşım eşlik ediyor. Onun üzerinde koşma kültürüne ilişkin deneyler yapıyorum aslında. Bu psikolojiyi ancak tanık olanlar ve yaşayanlar anlayabilir. Onun görevi beni beklemek olacak. 
Kayseri de indiğimizde organizasyon bizi otellerimize kadar transfer araçları ile bırakıyor. Bu detaylar güzel şeyler. Geriye yarışa odaklanmanız kalıyor. Odaya yerleşip yarış kitlerini almaya gidiyoruz. Gece yarısı olmadan dönüp uyumaya geçiyorum. Sabah 7 de koşuyor olacağım.

CMT parkut eğimi



63 km uzunluğundaki bu yarış iniş çıkışları ile keyifli bir parkur. Her yönden hazır olmak benim gibiler için zor. Yüksek haftalık koşu hacimleri ve farklı antreman türlerini irtifa kazanımı içerenleri de bir arada yapmak gerek. Özetlersek elde olanlarda keyif alınan bir parkur. Çok hazır değilseniz canınızı da yakabilir. Bir yıl önce 119 k koşmayı biraz bilinçsizce denemiş olan biri olarak asıl zorlu parkurun 63 k sonrası olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Haddimi bilip sabah 7 de yarış startına koştura koştura tam vaktinde ulaştık. 10 dk içinde yarış Ürgüp merkez den start verilecek. Hava kapalı ve yağmur yağdı yağacak derken start ile birlikte üzerime yağmur çiselemeye başlıyor. Son vedaları edip koşturmaya başlıyorum. Kalabalık bir start, öyle ki insan kendisini başka ülke yarışlarında koşuyormuş gibi hissediyor. Eğimli kısımlardan yavaş bir tempo ile aralıksız koşmaya başlıyorum. Bir süre sonra yarış patikalara sapıyor. Kalabalık dolayısıyla koşmak zaman zaman zorlaşıyor. Tek kişilik bölümlerde minik sıralar oluşuyor. Ufak etraftan dolanmalar yaparak ilerlemeye çalışıyorum. Yağmur hız kesmeden devam ediyor. Bu kısımlarda patikalar ve güzel manzaralar eşliğinde geçiyor. Ortalama bir tempo tutturup buna sağdık kalmaya çabalıyorum. Yağmur endişe verici fakat bulutlar ara vereceğini müjdeliyor.  İlerledikçe bacaklar yarış psikolojisine daha çok giriyor. Arada minik sert inişler yapıyorum. Elimden geldiğince kişiyi sabırla geçmeye çalışıyorum. Kimi zaman da kendi yarışımı koşma psikolojisine giriyorum. Bunlarla oyalanarak ilerliyorum. Çok geçmeden patikalar sona eriyor. Şehre yaklaşıyoruz mesajını veren kaldırım taşı dolu inişler başlıyor. Derken ilk istasyon İbrahimpaşa ya ulaşıyorum.

goshots.net

Hızlıca bir su molası. Biraz su kola karışımı. Biraz mandalina atıştırıyorum. Tekrar yola koyuluyorum. İleride bir koşucu benle aldığı bir salkım üzümü paylaşıyor. Biraz yiyorum. Biraz şarj olduktan sonra yola koyuluyorum. Yağmur artık azalmış durumda. Koşmak için ideal bir hava hakim. Kararlılıkla ileri atılıyorum.


goshots.net

Bu kısımdan sonraki bölümlerde epey olaya ısınıyorum. Kesintisiz bir tempo yakalıyorum. Şehirden ayrıldıkça bir süre sonra tekrar patikalara kendimizi atıveriyor. Önce basamaklardan kendimizi bırakıveriyoruz. Vadi benzeri bir yerde orman içinde inişler çıkışlarla dolu bir kısımda birbirimizi kovalıyoruz. Derken bir anda sert bir iniş beliriyor yavaşlıyoruz. Sonra tekrar oyuna dönüp kovalamaca. Zaman ve km ler nasıl geçiveriyor farkında değilim. Henüz yorgunluk baş göstermemiş durumda. Bu kovalamacaların ardından bu kez tırmanmaya başlıyoruz. Eğimler tırmanışlar soluk kesme evresine gelmemişken durmadan tempomu düşürerek baş ediyorum. Yarış uzadıkça saatler geçtikçe hızlı yürümelerin kaçınılmaz olacağı çok belli.
Şehre dokunmak üzere ismini bilmediğim ev kümelerine doğru koşuyoruz. Derken bir çarşıda buluyorum kendimi. İnsanlar normal hayatlarına devam ederken, turistler etrafa merakla bakınırken bizler dörtnala geçiyoruz. Kimisi durup alkışlıyor. Kimi insanımız anlamsızca bakıyor. Kimisi de anlamsız tepkiler veriyor. Tüm bunlar hızla geçip giderken gözüme şöylece bir takılıveriyor. İşaretlere ekstra dikkat ederek uzunca bir süre düz yolda ilerliyorum.

goshots.net

Bitmeyen düzlüklerde koşuşturduktan sonra minik bir tırmanışla tekrar patikalara yöneliyoruz. Sularım bitmek üzere. Henüz istasyondan bir belirti göremiyorum.
Uçhisar da sıvı tazeleyip hızlıca yola koyuluyorum. İniş ağırlıklı bu kısımlarda inme özürlü olarak bir miktar yavaşlasam da sıcak ve kurak etrafı sarmaya başladığı sırada Göreme ye ulaşıyorum. Bu istasyon kilit bir noktada. Bir sonraki istasyona olan mesafe ve eğim grafiği bir çok durumu göz önüne seriyor. Bu noktada biraz çarpılmış durumdayım. Biraz oturup sıvı tazelemesi yapıyorum. Hatta biraz abartıyorum. Abartmakta haklıyım zor ve uzun bir kısım beni bekliyor.

goshots.net

Önce bir süre stabil ilerliyoruz. Sonra tırmanışlar başlıyor. İnsanı üzen cinsten. Diğer tarafta güneş de var. Yüzünü göstermeye başlıyor. Single track eşsiz patikalarda o kadar güzel kısımlardan geçiliyor ki, malesef o efor içindeyken insan farkında varamıyor. Belki yarış bitince geriye tebessüm ederek hatırlanıyor. Peri bacalarına tırmanıyor aralarında tepelerde inip çıkıyorsunuz. Sonra aklımda kalanlar uzun yamaçlarda giden patika ve suyumun azalmakta oluşu. Bu kaygılar ile ufku gözleyerek ilerliyorum. Belki şu tepenin ardında istasyon belirtileri? diyorum fakat yok. Bu sahne birkaç kez tekrarlanıyor. Ardından birkaç tepe ardında Çavuşin olabileceği, olması gerektiği kısım görünüyor. Sıcak çarpmış durumda. Sularım bitmiş durumda. Bacaklarım ise bir miktar dayak yemiş gibiler. Çavuşin iyi beslenilmesi gereken yerlerin başında. Çünkü sırada Akdağ tırmanışı var. Çorba, kola, soda, limon, bulabildiğim her şeyi yığıyorum önüme. Oturup yiyorum çünkü işimiz uzun. Depolar boş. Psikolojik ve fiziksel olarak doyma noktasına yaklaştığımda harekete geçiyorum. Tırmanış aşama aşama dikleşiyor. Yarış parkuru içindeki konumundan mı yoksa havasından mı bilinmez. Bu kısım tırmanış sonrası her deneyişimde beni serseme çevirmiştir. Zahmetli tırmanış sonrası bu dağ üzerindeki düzlükte koşmanızı ister. Düzlük uzayıp gider, oysa siz bir an önce inmeyi istersiniz, bu kez iniş bir türlü gelmez. Gelince ise can yakan bir hızlı, dik biçimde sizi karşılar. Sinir bozmakta haklısınızdır.
Çavuşin de serilmiş biçimde takviye yapan yarışçıların arasında bir sandalye bulup oturuyorum ve yemeye başlıyorum, bir yandan kola su soda derken sularımı tazeleyip ayrılıyorum. Ardından yavaş yavaş gözükmeye başlayan tırmanışa doğru yaklaşıyorum. Tırmanmaya başladığımda ise dağa saldırıyorum. Batonlarım yok, eller dizde vaziyette tepeye doğru zorluyorum, sonra sağa doğru kıvrıla kıvrıla gidip bir dik çıkışa daha varıyorum, o kısımda da baskıyı arttırdıktan sonra dağım tepesindeki düz alana ulaşıyorum. Burada değişen eğim ile bacaklar farklı kas gruplarına ihtiyaç duyuyor artık. Basit gibi görünen düz koşu. Fakat sert tırmanıştan sonra o kolay gözüken koşuyu bir türlü hemen yapamıyorsunuz, bacaklarınız size itaat etmiyor hemen. Bir süre ağrı tempo ilerleyip sonradan biraz daha hızlanıyorum. İnişe geçtiğimde zikzaklar çizerek inilen dik bir patika ile karşılaşıyorum. Bacaklar için fren yapmak, ve freni bu kısımda abartmak acı verici. Mümkün olduğunda kendimi patikaya bırakıyorum.
Akdağ istasyonunda fazla vakit geçirmiyorum, biraz su tazeleyip yola devam ediyorum. Bu kısımlar hafif eğimli, bazense düz stabil yollar. Esasında hızlı ve güçlü bitirilebilecek yerlerden biri. Fakat beynim beni ele geçiriyor. Bu kısımda bazı noktalarda gereksiz yürüyorum. Düzlükler can sıkıcı hal alıyor. Kendimi zorlayıp koşuyorum. Bir süre sonra parkur birleşiyor. Daha az km koşan diğer koşucular ile birlikte son kısımlara yaklaşıyorum. Ürgüp e girince minik kaldırımlar başlıyor. Finish in kokusunu almanın coşkusu ile hızlanıyorum.
63k öyle ya da böyle bitiyor. Alınması gereken dersleri alıyorum. Geçen yılki 110k ya yeltenme düşüncesi geliyor aklıma. Henüz hazır olmadığım ortada. Yoğun iş temposu arasında yapabildiklerimle oturuyorum masaya her seferinde. Gülümseyerek bitirebilmek en önemlisi aslında. Sizi finishte bekleyip gülümsetecek kişinin orada olması aslında tüm bu efor ve zorluğa katlanabilmeyi kolaylaştırıyor. Gelecek yıl daha çok gülümsemeli bir yarış çıkarabilmem dileğiyle..

Not: Bu yarışla ilgili bu yazıyı, yarıştan aylar sonra ancak yazabildim. Kapadokya sonrasıydı. Havalar soğumuştu ve rutin koşularımdan birini yine hastane sonrası az uykuyla yapmak üzere atletizm pistine gitmiştim. Zemin düzdü, hava hafif soğuktu. 1.5 km kadar sonra sağ ayak bileğimi hayatımda daha önce yaşamadığım bir acı ile burktum. Biraz dinlenip koşmayı denedim. Sonra bir şeylerin ters gittiğini anladım. Kırıldı mı yoksa burkuldu mu? Çözmem gereken ilk soru buydu. İncelememde kırık saptamadım. Fakat şişmesi ve ağrısı bana bir şeylerin koptuğunu düşündürdü. Buz, istirahat(olabildiğince), kremler 1 hafta sonunda epey gelişme sağladım. Eskisi gibiydi biraz zayıftı sanki. Ne olabilir ki biraz ısınmam lazım diye düşündüm. Tekrar piste gittim.  3-4 km kadar koştum, sonra aynı ayak bileğimi, aynı biçimde aynı yerinden tekrar burktum. Daha çok acıdı. Bundan sonraki süreç 1 ay kadar sürdü. Sadece bisiklet sürmek dışında hiçbir şey yapamadım. Koşamadım. 2 hafta ayak bileğim hafif şiş gezdim. Üstelik hastanenin en fiziksel anlamda zor biriminde saatlerce ayakta durarak üzerime ekstra radyasyon koruyucu ekipmanlarla anjiyografi yaptım bir ay boyunca. Ayak bileğimin süreci can sıkıcı oldukça moral bozukluğum da o derece arttı. Ocak ayı boyunca bir miktar fizik tedavi uyguladım. Şubat ayında bedelli askerlik görevim için gittim. Martta askerden döndüğümde ayak bileğim farklıydı. Ama koşabiliyordum. Her şey resetlenmiş gibiydi. Tekrar güçlendirmek, denge kazanmak için çabaladım. %100 aynı hissedemezsem de bir miktar koşu istikrarı sağladım. Bu istikrar sonrası koşuya İstanbul Yarı Maratonu ile geri dönebildim...