15 Kasım 2016 Salı

 

2016 İSTANBUL MARATONU


"You have to forget your last marathon before you try another. Your mind can't know what's coming." - Frank Shorter

42K parkuru

13 Kasım Pazar günü dördüncü maratonumu koşmak için İstanbul'daydım. Bu kez maratona çok odaklanmamıştım. Bir şekilde biteceği ve daha iyi biçimde biteceği umuduyla katılıyordum yalnızca. Kafamda daha büyük planlar, daha farklı yarışlar vardı. Bir de olmaması gereken bir şey daha vardı; son koştuğum, kendimi iyi hissettiğim ve güzel bitirdiğim Antalya maratonu... Tecrübe edinmek vakit alan bir durumdu. Uzun mesafe koşularında edinilen tecrübe ise sizi tepetaklak edebilecek cinsten bir tecrübeydi. Pazar günü ben de farklı bir tecrübe edineceğimden habersizdim.
Hazırlık süreci benim için sadece koşmaya devam etmek olmuştu her zaman. Bir plan uygulayamamış, haftalık kmlerini sayamayan biriydim hala. Tüm bunları yapabilmek için stabil bir hayat da gerekirdi tabii. Hayat kariyer koşuşturmacaları içinde ne kadar stabil olabilirse o derece stabildi benim için. Hal böyle olunca koşmaya devam ettim, biraz bisiklet ilave edip maratona doğru yola çıktım.

Yanıma dört jel alıp koşacaktım. Havanın gece yağışlı olması yarış sabahı konusunda beni endişelendirince içlik giymeye karar verdim. Daha sonra havanın açması ile içlik giymem yanlış bir karara dönüşecekti.


Kahvaltıda her zamankinin aksine biraz yağlı bir omlet yedim, bunun yarış başlayana kadar sindireleceğini düşünerek büyük bir hata yaptım. Herşeyden habersiz start çizgisinde yerimi aldım.
Yeni bir şey deneyecekseniz, yiyecekseniz veya giyecekseniz bunu yarışta değil, daha öncesinde bir antremanda denemeniz gerektiğinin önemini çok işitmiştim. Uygulama konusunda ise nedense umursamamıştım.

Yarış saat 9'da start aldı. Köprüyü geçtikten sonra havanın durumu içlik giyerek yanlış yaptığımın sinyalini vermeye çoktan başlamıştı. Beşiktaş'a inene kadar tempomu bulmaya çalıştım. Fakat yokuş aşağı inme bittiğinde tuhaf bir his vardı. Yarışın başında start heyecanı ile çok farkına varamasam da artık farkındaydım. Sanki birşeyi tam sindirememe hissi, midemin olması gereken yerde bir şişkinlik bir tuhaflık hissi.... Aynı zamanda bacaklarıma güç iletmekte de zorlanıyordum. Oysa daha herşeyin çok başındaydım. Önümde kmlere ilaveten zihinsel bir süreç de vardı. Bunlara daha önce sağlam girmiştim, bu kez mide problemi ile girecektim. Bu olumsuzlukları düşününce negatif düşüncelere odaklanmaya başladım. Bilgisayar oyunlarında kötü oyun halinde kapatıp tekrar başlama seçeneğini seçmek gibi, maratonu başa almak istedim adeta. İstasyonlardan su içmeyi ihmal etmeden ilerliyordum ama bacaklarıma gitmesi gereken kan akımının bir kısmı hala mideme hücum ediyor gibi bir hal vardı. Belki kusarım diye düşündüm fakat kendimi zorlasam da olmadı. Bir saatin sonunda ilk jelimi yedim, alternatif biçimde bacaklarımı bir şekilde uyarmasını umdum. Olmadı.

Midemdeki tuhaf his ve bacaklarımdaki güçsüzlük başlarda hızımı çok etkilemese de sınırda ilerliyordum. Fakat basma şeklim topuğuma doğru kaymıştı. Bu, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu tek başına. Bu biçimde ilerlemek darbelere daha fazla maruz kalma, ayak problemleri, diz problemleri ve fazlasına mal olabilirdi...

20. km Yenikapı Sahili'ne ulaşılan kısımdı. Burası parkurda en nefret ettiğim kısmına giriş demekti benim için. Akıl oyunları bu kısımlarda başlıyordu normal şartlarda. Anormal şartlar da eklenince durum daha kötü olacak diye tahmin ediyordum. Güneş, gece boyu ve sabahın erken saatlerinde yağan yağmurla adeta dalga geçercesine belirmişti. Koşulan yönün tam tersi yönde esen rüzgar ilerlemeyi güçleştirerek adeta olaya tuz biber oluyordu. Bu kısımlardan Ataköy dönüşüne kadar hayatımda ilk kez bir yarışı bırakmak istedim. Planlar yapmaya başladım. Bırakırsam nasıl dönecektim peki? Acaba benim gibi düşünen başkaları var mıydı? En iyisi şu istasyonda biraz su içip elma yiyip devam etmekti. Ama işe yaramadı gibi, bıraksak mı artık? Şeklinde zihnimle kavga ediyordum adeta. Hızın önemi kalmamıştı artık, sadece ilerlemeye çalışıyordum. Bir süre sonra her iki ayağımın iç yüzünde ağrı hissetmeye de başladım. Sabah yağmuru ayakkabılarımı hafif ıslatmıştı. Bunlar bül sinyali, tahriş sinyalleriydi. Ağrı ve düşünceler dayanılmaz bir seviyeye ulaştığında yürümeye başladım. Bu yarış en iyi maraton denemem olmayacaktı, ama hiçbir yarışı yarım bırakmamıştım, bunu da bırakmamaya karar verdim. Bacaklarım enerjiyi kullanamadan dövülmüştü, midem fena değildi, bunların beni yıkmasına izin veremezdim. Koşmaya tekrar başladım. Artık bitirmek hedefiyle yol alıyordum. Ataköy dönüşü sonrası biraz daha iyi hissetmeye başladım.

Dönüşü yapıp artık dümdüz ilerleyeceğimi düşünerek biraz motive oldum. Jelimi yedikten sonra esas basma biçimim ile ileri atıldım. Başlarda böyle olsam sürdürebilirdim belki, fakat ayaklarımdaki tahrişlerin izin verdiği ölçüde devam ettim. Bazen ağrılar çok arttığında istasyona kadar dayanıp suyu yudumlarken yürüyüş moduna geçerek de olsa devam etttim. Sadece ayaklarım değil, dizlerim de ağrımaya başlamıştı. Basma biçiminin önemi kalmamıştı, bir şekilde ilerliyordum artık. Bir yandan da neden böyle olduğunu düşünüyordum.

Beslenme başlı başına bir meseleydi yarışlarda. Bunun bir standardı olmadığı gibi şartlara göre de değiştirmek gerekebiliyordu bazen. Hepsinden önemlisi yeni şeyleri mutlaka öncesinde denemek gerekiyordu. Tecrübesizce yaptığım kahvaltı ile, bacaklarıma gitmesi gereken önemli miktarda kanı mideme çalmıştım. En azından benim vardığım sonuç bu yöndeydi. Sadece bu muydu peki? Asla emin olamazdım, birçok değişken mevcuttu.

fotograf - Barış Gider


Son kmlere girdiğimde pek yorgun olmadığımı farkettim. Sorun potansiyeli kullanamayıp harcamış olmaktı. Hız konusunu uzun süredir düşünmediğimden, saatimi kontrol etmek ancak Gülhane parkına girdiğimde mümkün oldu. En azından 4 saatin altında bitmeliydi bu yarış. İçim burkuldu, bu parkuru bir türlü kendi ifademle ''alt edememiştim''. ''Daha sonra belki..'' diyerek bir kez daha binbir eziyet ile sonlandıracaktım. Sultanahmet'e doğru ilerlerken zaten harcamadığım enerjiyi son düzlükte eritebilmek adına bastım gaza. Finish çizgisi ve saati görebiliyordum. 3.58 küsürdü, biraz daha hızlandım, ve düşündüğüm gibi 3.59 sona ermeden bitiriverdim.

Yarıştan geriye kalanlar: her iki ayak tabanı iç yüzünde bir buçuk santimlik büller, biraz kas ağrısı, sağ ayağımın dış kısmında pis bir ağrı, e tabii  bir de hatıra madalyası...




 

20 Haziran 2016 Pazartesi

ULUDAĞ ZİRVESİNE KOŞMAK


Bazen yanıbaşımızdaki şeylerin farkına varamayız. Keşfedilmeyi bekleyen bir çok yer, bir çok şey varken bunlara özlem duyarız. Haftasonu için Bursa ya gitme planı yaptığımda koşmak istediğim aşikardı. Mezuniyet süreciyle birlikte birçok şey garip hale gelmişti. Hiçbirşey eskisi gibi değildi. Bir dönüm noktasıydı yaklaşılan. Bu tür boşluğa düşme anları, hayatta bağlantı noktalarıydı bana göre. Bir aşamadan diğer bir aşamaya. Bu derin düşünceler içinde huzura ve motive olmaya duyduğum özlemi tek giderebileceğim yol, koşarak iç huzuruma tekrar ulaşmaktı. Uludağ a çıkma fikri böyle beliriverdi bir sabah zihnimde işte. Günün geri kalanını hiç bir bilgim olmadığından araştırmaya ayırdım.

İlk planladığım Uludağ a ulaşmak oldu. Teleferik tam gideceğim güne kadar bakımdaydı. Bu yüzden dolmuş tercih etmem gerekecekti. Dolmuşlar ile Oteller Bölgesi ne ulaşmam yetecekti. Sonrasında dağcılık tecrübesi olmayan ben cep telefonum ile bulduğum bir zirveye tırmanış rotasını kullanacaktım. Çantamı her olasılığı düşünmeye çalışarak hazırladım. Tek başıma olacaktım. Yolda başka ekiplere de rastlama ihtimali de vardı fakat bu yalnız yapacağım bir yolculuk/koşu olacaktı. Babam bana eşlik etmekte ısrar edince onu Oteller Bölgesi nde bırakıp koşuma başladım. Önce küçük zirveye tırmanıcaktım ardından rotaya da göz atarak gerçek zirveye ulaşıcaktım. İtfaiye binasının ardındaki toprak yoldan ilerliyordum.

Küçük zirveye doğru
Toprak yoldan giderken görünen ilk zirve aslında sadece bir başlangıç olup küçük zirveydi. Ancak yaklaşırken burası olmalı diye düşünememe yol açtı kimi zaman. Rotamı kontrol ettiğimde gerçek daha yeni başladığımdı. Karlarla kaplı dik bir kısma geldiğimde rota burayı tırmanmam gerektiğini gösteriyordu. Evet, eğlence şimdi başlıyor diye düşündüm. Yukarıdaki erimekte olan kar yığınlarına doğru bakıp tırmanmaya başladım. Eriyen karlardan akan sular minik akıntılar meydana getirmiş, suyun etkisi ile yemyeşil bir alan oluşmuştu tüm sıcaklığa rağmen. Diğer kısımlar genellikle stabil olmayan irili ufaklı kayalardan oluşuyordu. Tırmanırken kimi zaman tehlikeli olabilen bu kısımlar özellikle daha kalabalık gruplar için tehlikeli olabilirdi. Sabırla tırmandım ve mümkün olduğunca stabil kısımları kullandım. Tırmanış sonrası karşıma ne çıkacak diye düşünerek en sonunda tepeye ulaştım.
Tırmandığım kısım

Eriyen karlar ve oluşturduğu minik akıntılar
Tepenin ardı adeta ıssızdı. Daha stabil irili ufaklı kayalar, baba dedikleri büyük kayalar ve kocaman bir hiçlik. Bu kısımda biraz daha yeşil bir zemin vardı fakat küçük zirvenin tepesine doğru kayalara dönüşüyordu. Bu kısımda biraz arka uçuruma yaklaşıp aşağıya baktım. Fakat sıcağın etkisi bir sis perdesi ardından görmeme izin veriyordu ancak. Geniş bir manzara olsa da çok net değildi. Bu kısımda biraz rotadan saptım ve araziye meydan okuyup dik olarak zirveye doğru, kayalarla didişerek ilerledim. Müzik çalarım kulağımdaydı. Güneş henüz tam tepeye ulaşmamıştı, rüzgar ise beni kuru tutuyordu. Ellerimle destek alarak yukarı doğru tırmanırken müziği kapadım ve rüzgarın sesini dinledim. Başka hiçbir ses yoktu.


Herşeye rağmen çiçekler
Kafamı pek kaldırmadan tırmanıyor bir yandan da rotadan çıktığımı fakat biraz yükseldikten sonra tekrar rotaya gireceğimi düşünerek ilerledim. Kaya dolu bu zemine rağmen mavili sarılı çiçekler açmayı başarmış beni selamlıyordu. Tepenin sırtına ulaştığımda önümde geniş bir ova vardı, yan tarafım uçurumdu. Arkamı dönüp fotoğraf çektim.
Geriye dönüp baktığımda

Bu ova sonrasında zirve gözükecek
Rotadan çıktığımı farkediyordum. Bu ovadan sonra zirve de görünür diye düşündüm ve ilerde patikaya benzer bir yol gördüm. Ovanın diğer ucundaydı, rota aynı noktayı gösteriyordu. Böylece oraya doğru koşturmaya başladım. Biraz düzlük bacaklarıma iyi gelmişti. Bu kısımda iyi hissettim ve hızlandım. Diğer uçta kayaların arasında belli belirsiz bir yol vardı, rotaya da uyunca onu takip etmeye başladım. İleride ikiye ayrılacak ve ben sağ kısımdan devam edicektim. Arazi iyice ıssızlaşmıştı, artık yalnızca kayalar vardı. Minik tepeyi de aşınca epey ileride zirveyi gördüm. Ona doğru kıvrılıp giden takip ettiğim yol devam ediyordu. Heryer kayalıktı, bazen sağa sola bakıp ne kadar yalnız ve ıssız bir yer diye düşündüm. Böyle anlarda müziği kapatıp etrafı dinliyordum, rüzgar harici bir ses duymayı bekliyordum. Huzurlu hissediyordum, Doğada yapayalnız olmak ilk başlarda ürperti verse de, hiç gitmediğim bir yere böylesine ani karar vererek gelmiş olmam, bu derece bir ıssızlıkta olmak hoşuma gitmişti. Bazen yeni şeyleri denemek için kendimizi zorlamamız gerekir. Yeni bir şey yapmak, bilinmeyeni gidip görmek keşfetmek için, kendimizi iteklemeli ve daha ileriye yönelmemiz gerekirdi. Sabah erkenden kalkıp kendimi iteklemiş ve buralara gelmiştim. Şimdi zirveyi seçebiliyordum, nasıl bir yer diye düşünüp yine kendimi itekledim. Kayaların arasında koşuşturarak devam ettim.

Artık zirve görünüyordu.
 Yol sırtlardan devam edip zirveye doğru gidiyordu. Bu kısımlarda iyice hızlandım, koşmak daha da zevkli bir hal aldı. Yamaçlara doğru yaklaştığımda yol daraldı. Kimi zaman kayalar tehlikeli olabildiğinden dikkatli fakat yavaş olmayan bir tempoda koşmaya devam ettim. İlerledikçe sağ yanımda uçurum belirginleşmeye başladı. Çok aşağılarda bazı yerleşim yerleri gözüküyordu, muhtemelen köylerdi. Patikanın olması ilerlemeyi büyük ölçüde kolaylaştırmıştı. Yamaçlarda ilerlerken manzara ve görüntü çok güzeldi. Keşke daha iyi bir fotoğraf makinam olsaydı diye düşündüm.


Zirvenin yamacına iyice yaklaştığımda artık patika silinmeye başladı. Biraz daha dik tırmanmaya başladım. Bir şeyleri takip etmektense daha zorlu fakat alternatif yollar yaratmakta usta olmuştum. Tempom iyiydi. Biraz dik ilerledikten sonra sırta ulaşmış oldum. Artık zirveye çok az kalmıştı. Bayrağı seçebiliyordum. Son bir tırmanış vardı, onu da koşturarak tamamladım ve zirvedeydim.

2543 metredeydim.
Zirvede yalnız değildim. Başka dinlenenler de vardı. 3 kişilik bir dağcı ekibi ile tanıştım ve fotoğraf çekmelerini rica ettim. Etrafı çekip duran benim için bulunmaz bir fırsattı. Herşey ayaklarımın altındaydı. Zirvenin altında göller bölgesi denilen yer vardı. Yukarıdan muhteşem gözüküyorlardı. Kenarlarında kamp yapanları bile görebiliyordunuz. Zirvenin rüzgarı altında biraz oturup dinlendim. Biraz atıştırarak kendimi ödülendirmeyi ihmal etmedim. Zirvedeki anı defterine birşeyler yazdım. Biraz etrafı izleyip huzurun tadını çıkardım. Görev tamamlanmıştı. Beklediğimden çok daha kolay biçimde buraya ulaşmıştım. Yorgun değildim. Yol boyunca biraz kendimi biraz kendi iç dünyamı dinleyip gözden geçirmiştim. Bu sürecin sonun bir zirveye ulaşmak bir sonlanma noktası olmuştu. Birşeyler başarmanın getirdiği hislerdi belki, ya da kafamda kurduğum bir görevi tamamlamanın verdiği rahatlık hissi.




Dönüşte daha farklı bir tutum sergiledim. Rotayı kapamıştım, hiçbir yükseltiyi kaçırmamaya karar verdim. Biraz iniş antremanı iyi olur diye düşündüm. Zirvenin yanındaki tepete koşturdum, kendimi aşağıdaki patikaya kadar bıraktım. Kayalarda inerken dikkatli olmak gerekiyordu, bir noktadan sonra herşey otomatik ilerlemeye başladı. Hızım artmıştı, patikaya ulaştığımda hızla geri yönde ilerlemeye başladım. Yol üzerinde başka ekiplerle karşılaştım, bir çoğu koşmama şaşkınlıkla baktı, kimisi durdurup biraz sohbet etti, kimi takdir etti. Bu grupları ardımda bırakıp koşturmaya devam ettim. Dönüş yolunda pek zaman kaybetmek istemedim, zamanımı diğer tepelere de tırmanmaya saklamak istedim. Patikada daha hızlı ilerleyip ovaya kadar ulaştım, burda bu kez patikayı izledim. Küçük zirveye ulaştığımda iki seçeneğim vardı, patikayla daha kolay inmek ya da kendim ortaya karışık bir şeyler denemekti. Tabii ki yine ellerim dizlerimde tırmanmaya başladım. Küçük zirveye ulaşıp aşağı koşmaya karar vermiştim. Yüksek tempolu bir tırmanış yaptım, sonunda biraz soluk soluğa kalıp biraz mola verdim. Aşağıda ilk tırmanış yaptığım dik yamacı gördüm ve aşağı doğru tekrar hızlandım. Nasıl göründüğüm konusunda bir fikrim yoktu ancak peşimde bir miktar kaya parçalarını da sürüklüyor olmalıydım. Yabancı bir çift aşağılarda daha güvenli bir noktadan fotoğrafımı çekiyorlardı, o an muhtemelen çok saçma göründüğümü düşündüm.


İniş bitince artık sona yaklaşmıştım. İlk tırmanışımı yaptığım noktadan tekrar aşağı doğru inmeye başladım, burası stabil bir zemin olmadığından peşimde daha fazla kaya parçası sürükleyerek daha dikkatli olmaya çalışarak aşağıya indim. Artık toprak yoldaydım, onca tırmanış ve iniş sonrası oldukça sıkıcı gözüküyordu. Sularımın son damlaları ile Oteller Bölgesi ne doğru ilerledim.
İnsanın doğa karşısında büyülenmesi ne demek bir kez daha anlamış oldum. Bazen gidip denemek hepimize inanılmaz zor gelir, savunma mekanizmalarımız bize olası kötü senaryoları hatırlatarak bizi caydırır. Modern hayat tarzı bizi genetik bilgimizde olan birçok şeyden uzaklaştırıyor, köreltiyor bana göre. Bazen köklere inmek isteriz, doğa karşısında çaresizlik, doğaya karşı farkındalık. Küçük dünyamızı biraz daha ötelere genişletmemiz gerekir kimi zaman. Tüm bunlar başlarda kararlılık ve çabayla gerçekleşmekte malesef. Fakat sonucunda ulaşılan huzur ve memnuniyet belki de hepsinin üstünde kalıyor bana göre. Çevremizde farkında olmadığımız buna benzer birçok zirve var belki de, somut ya da soyut anlamda. Gidip keşfedemedikten sonra ne anlamı kalır ki bütün bunların?

30 Nisan 2016 Cumartesi


2016 İstanbul Yarı Maratonu


İstanbul Yarı Maratonu nun yeri benim için ayrıydı. Katıldığım ilk yarıştı 2014 yılında. O zamanki heyecan ve bilinmezliği unutmak zor benim için. 2 yıl önce farkında olmadığım bir başlangıçtı. Zor bir başlangıçtı. Aradan geçen zaman çok fazla olmasa da, benim için araya giren kilometreler daha fazla gibi oldu. Bu yıl 24 Nisan cumartesi pazar sabahı yarışa gitmek için Yenikapı meydanına yürürken kendimi geçmişle kıyaslıyordum adeta.

Parkur

Parkur Yenikapı miting alanından başlıyor Eyüp dönüşünden sonra tekrar Yenikapı da bitiyordu. Daha öncesinde nasıl geçicek dediğim 21k artık nasıl daha hızlı geçicek haline dönmüştü benim için. Bir hafta öncesi İznik 50k dan sonra hiç koşmamış ve dinlenmiştim. Hız antremanı açısından eksiklerim oldugu aşikardı. İntervali çok sevmemiştim açıkcası. Kendimi dinleyerek ilerleyip olabildiğince hızlı bitirmeyi hedeflemiştim plan olarak. Geçen yıl 1 sa 38 dk gibi bir süre ile bitirdiğimden, bu kez kafamda 'bir bucuk saat altı?' düşüncesi yer edinmişti. Denemeye kararlıydım.

Yarış öncesi Alperle birlikte
2014 de birlikte koştuğumuz Alper de bu yıl ilk 21k sını koşacaktı. Ayağında stres fraktürü ve tendinitleri ile koşacağı için yarış öncesi bandaj planlamıştık. Deneysel bir koşu olacaktı onun için. Çantaları emanet ettikten sonra biraz ısındık sonra birbirimizi kaybettik. Bitişte bulabileceğimi düşünerek starta yakın bir yer edinmeye gittim. Kalabalıktı, katılım fazlaydı. Hava hafif bulutlu oldugundan güneş gözlüğü almadım. Fakat güneş yine beni yanıltacak, Eyüp dönüşünden sonra meydana çıkıp rahatsız etmeye başlayacaktı. Start ile birlikte çok vakit kaybetmeden hızlandım. Meydandan çıkıp yola girdiğimizde hızımı kontrollü arttırıp orta kararda bir tempo bulmaya çalıştım. Bir süre sonra tempoma kavuştum ve onu korumayı planlayarak ilerledim. 21k da olsa ikinci yarı önemliydi. Gücü kontrollü kullanıp yarıştan düşmemek, bir yandan da hızlı bir yarış çıkarmak az da olsa plana dayanıyordu. Denizi izleyerek, müzik dinleyerek Eminönü ne vardığımda vapurlar bizi selamlıyordu. Hatırı sayılır bir insan kalabalığı da vardı. Su istasyonlarında biraz su alıp kendimi ıslatarak devam ediyordum. Bu kısımlarda biraz daha kontrollü gidip tempomu hafif düşürerek dönüş hazırlığı içine girdim. Dönüşte bir jel yiyerek devam ettim. Güneş etkisini gösteriyor ve tam karşıdan rahatsız ediyordu. Dönüşten sonra biraz ilerlediğimde sağ quadricepsimde bir gariplik vardı. Yorgunluk hissi ile tembellik hissi arasında bir durumdu. Yeteri kadar çalışmıyor gibiydi. Aklıma direkt İznik yorgunluğu geldi. Hızlı bir tempoyla hemen bir hafta sonra yarış koşmanın kağıt üzerindeki kadar kolay olmadığını düşündüm. Bu garip hisse rağmen devam ettim. Tekrar Eminönünden geçerken parkur kalabalıklaşmıştı. 10k yarışçılarının arasından sıyrıla sıyrıla ilerledim. Gülhane tarafındaki hafif eğimi kolaylıkla hızla geçtim. Son kısımlara gelmiştim artık eforu yükseltmem gerekiyordu. Bu kısımlarda hızımı istediğim gibi arttıramadım. Hem 10k koşucularının kalabalığını yarmaya çalışmak, bir yandan da az çalışan sağ quadricepsimi zorlamak derken çok hızlanamadım. Hedef süreyi kıl payı ile kaçırma düşüncesi belirginleşmeye başladı zihnimde. Biraz ilerledikçe bu düşünce daha da ilerledi ve gerçeğe dönüştü. 1:30 un altı olamayacaktı bu sefer. Hız antremanı yapmanın zamanının geldiğini farkederek son metreleri koşmaya koyuldum. Finishten sakin bir biçimde geçtim. 2 yıl önceki yıpranmış halimle, şimdiki hala koşabilecek durumdaki buruk halimi kıyasladım. Hatıra madalyasını boynuma geçirirken, bu koşmamın yıldönümü diye düşündüm...


Çantama ulaşıp rüzgarlığımı giyip Alper i beklemeye koyuldum. İlk defa jel deneyip bunu kusmasına rağmen, ayağındaki bandaj ile ilk 21k sını bitirip madalyasını aldı. Koşu sonrası klasik analizlerimizi yaparak bir yıl dönümünü geride bıraktık. Daha uzaklara, biraz daha hızlı gitmek gerekiyordu sanırım..



21 Nisan 2016 Perşembe


İznik Ultra 2016 - 50K 

 

'' When your body is given up on you, your mind is all you have left.''  - Anton Krupicka


16 Nisan cumartesi günü İznikte ilk ultra maratonumu, ilk 50 km lik yarışımı koşucaktım. Birçok ilk yine bir aradaydı.. Benim için farklı bir sınırı aşmak olacaktı bu kez. Bilinmeyene doğru bir yolculuk.. Vücudumun bu kez ne tepkiler vereceğinden emin değildim.

İznik Ultra 50k parkuru

İznik Ultra 2015 eğim, 2016 ile kabaca aynı
Yarış öncesine gelirsek spesifik bir hazırlanma planım yine olmamıştı. Haftada maksimum 2 kez, biraz keyif biraz yokuş ağırlıklı koşularıma Antalya maratonundan sonra devam ettim. İznik Ultra'da benim için farklı olacak şeyler; çantayla koşmak, suyla koşmak olacaktı. Bu sebeple Raidlight ultra bottle 8 satın aldım. Bunu gerekli malzemeler biraz yiyecek ile doldurup bir pazar günü Belgrad'ın yolunu tuttum. 6 km lik pistte çantayla bir tanışma, tartışma, ardından birbirimize ısınma ve bütünleşme antremanı gerçekleştirdim. Bu antremanın çok önemli olduğunu bitirince anladım. Tamamen farklı bir duygu ve yarış esnasında şartlara adapte olabilmek, su içmek, yiyeceklere ulaşmak ve çantaya alışabilmek açısından çok önemliydi. Yarış için zorunlu malzemeleri tamamlayıp cuma günü İstanbul'dan ayrıldım.
16 Nisan sabahı hava sıcaktı, yarışın geç başlayacak olması, öğlen de süreceği gerçeği durumun daha da sıcak olacağını hissettiriyordu. 50 km lik parkur dik çıkışlar içeriyordu. Süre açısından çok iyimser beklentilerim vardı, yarışta ise pek çok hayal kırıklığım ve tecrübem olacaktı. Göğüs numaramı alıp Narlıca ya giden servislere bindiğimde yarış moduna yavaş yavaş girmeye başlamıştım, çevremdeki insanlara bakıp merak ediyordum, kendimi kıyaslıyordum. İlk 50 k yarışımdı, onlar ne hissediyordu acaba? 10: 30 u beklerken 130 k ve 80 k yarışmacıları istastona geldiler ve fazla vakit kaybetmeden ilerlediler, rahat görünüyorlardı. Kim bilir seneye belki ben aynı durumda olacaktım.
10:30 da start aldık, ön gruba tutundum ve yaklaşık 7 kişi birlikte gitmeye başladık. Kısa düz yolda çantamın hafif sallandığını gördüm, biraz daha sıkabilirmişim oysa.. Önemsemedim ve devam ettim, tırmanış başlamıştı, sarsıntı düşünmeye pek gerek kalmamıştı. Tırmanışlardan öğrendiğim şey, koşarak çıkmanın eğer gereken kondisyona sahipseniz süper birşey oldugu, ama eğer öyle değilseniz tempolu yürüyüp tırmanmanızın sizi daha az hırpalayacak olmasıydı. Ben tempolu çıkma taraftarıydım bu durumda. Sabırla tırmandım. Zaten önümdeki grup da kabaca aynı durumdaydı. Tırmanıştan bir süre sonra işaret dik bir zeytinlik inişini gösteriyordu. Korkutucu görünse de ayakkabılarıma güvenip inmeye başladım. Merrell All Out Charge kullanıyordum ve tutunuşları gerçekten çok başarılıydı. Önümde düşenler, kayanlar düşenler oldu, bense tutunmadan dikkatle kendimi bırakıyordum. Zeytinlikler arasında bir süre ilerleyen yarış tek kişilik patikalarla sürdü. Ormanın içindeki bu patikalarda grubumuz dağıldı ve kendimle başbaşa kaldım, kimi zaman öndekileri görüyordum. Yarışın en keyifli yerlerinden biriydi bu patikalar. Doğayla başbaşa hissediyordum, kafamdaki düşüncelerin yerini sadece ilerleme ve kendimi patikaya bırakma almıştı. Patikalar zaman zaman çok dikleşiyordu. Koşmak hemen hemen imkansızlaşıyordu. Bu kısımlarda hızlı yürüyüp tırmanarak kendimi toparlamaya çalışıyordum. Hızlı bir başlangıç olmuş biraz dekompanse hissediyordum. Müşküle kontrol noktasına varmak biraz vakit alsa da değmişti. Daha önce yarış raporlarında okuduğum gibi teyzeler ve diğer köy halkı evlerinin önünde camlarından çıkmış alkışlıyorlar ve destek veriyorlardı. Bu İzniğe, İstanbula veya Antalya ya gittiğinizde ve yarıştığınızda göremeyeceğiniz türden bir destekti. Konrol noktasında sularımı doldurtup devam ettiğimde farkettiğim şey, suluklar tam doluyken çantanın sallanması artıyordu. Fazlalık suları üzerime döküp serinledim ve yola devam ettim.

Müşküle'yi özetleyen bir fotograf- aksiyonfotografları.com

Tırmanışlar asıl şimdi başlıyordu. Dekompanse halim devam ediyordu. Suyu fazla içmiştim. Koşmak istemiyordum. Biraz ilerledikten sonra bir koşucuya yetiştim birlikte ilerlemeye başladık. Biraz dikkatim dağıldı. Bu ilerlememi kolaylaştırıyor bir yandan da zamanın daha hızlı geçmesini sağlıyordu. Düz yerlerde koşup, tırmanışlarda yürüyerek gücümü saklamaya çalışıyordum. Yarışın diğer kısmı beni bekliyordu. Biraz düşünceli biraz zihinsel mücadele dolu tırmanışlara sıcak havanın eklenmesi işi bunaltıcı hale getiriyordu. Eğim grafiği kafamda kabaca duruyordu. Her tırmanışın bir inişi olacağını da bir yandan düşünerek sabırla ilerliyordum.

aksiyonfotografları.com

Yarış dışı koşan bir koşucuya yetiştiğimizde önümüzde yaklaşık 6 kişinin olduğunu söyledi. O an çok rekabet edecek bir psikolojide değildim. Tek derdim gücümü ikinci yarıya saklamak ver sonrası için elimden geleni yapmaktı. Tırmanışlar bitmeye yakınken organizatörlerden Caner Bey yanımızdan geçti. Süleymaniye ye inmeye başladığımızda inişler başlamıştı. Burda biraz nefes aldım. Başlangıçta rahat gibi gözüken inişler uzadıkça bacaklarıma binen yükün farkında değildim. İleride öğrenicektim. Süleymaniye yolunda manzara görülmeye değerdi. Dağların arkasındaydım ve tahminimce Uludağ zirvesi karlı tepeler gözüküyordu. Uçsuz bucaksız, daha önce hiç farkına varmadığım, hayal etmediğim bir manzara vardı.

Dağların ardından

Süleymaniye kontrol noktasına geldiğimde biraz tatlı birşeyler atıştırdım. Gönüllüler arasında Mert Derman'ı görünce şaşırdım. Blogunu yakın takip ediyordum ve yarışta olacağını düşünmüştüm. Kendisine yazılarını takip ettiğimi, onunla karşılaşmamın büyük bir şans olduğundan bahsettim. Düşüceleriyle derinlemesine tanıdığınızı düşündüğünüz biriyle ilk karşılaşmanız tuhaf bir duyguydu. İstasyondan biraz serinlemiş ayrıldım. Yolda sularımla biraz kendimi serinletip devam ettim. Bu kısımlarda vücudum oldukça çöktü. Derbent'e varana kadar mesafe fazlaydı. Sıcak etkisini arttırmıştı, yavaşlamıştım. Bu sebeplerle jellerimden biraz yemeye başladım. Müzik listemi kurcaladım biraz kendimi motive etmeye çabaladım. İki koşucu beni geçti, daha ileride diğer koşucuları da görmeye başladım. Bir süre sonra belki jellerin etkisi belki de olumsuza odaklanmaktan bıkmamdan dolayı biraz tempoyu arttırdım. Süre hedeflerimin gerçekçi olmadığını çoktan anlamıştım. İlk ultra yarışımdı, artık vücudumu dinlemenin zamanıydı. Geriye sağlam bir yarış çıkarmak kalmıştı. Aykut Çelikbaş ve Faruk Kar ile karşılaştım. 130k nın ilk ikisi yanyana koşuyorlardı. Beni bir süre sonra geçmelerine rağmen onlarla Derbent e ulaşmadan karşılaşıcaktım. Caner Bey önümde ilerliyordu. Ondan uzak kalmamaya çalışarak devam ettim. Zaman zaman tırmanışlı zaman zaman minik inişli bir ilerlemenin ardından ormana tekrar daldık. Bu kısımda Caner Bey e yetiştim. Daha sonra Aykut Çelikbaş a da yetişebildim. Onu da blogundan takip ettiğimi söyledim. Onunla birlikte ilerlemenin benim için büyük şans olduğunu söyledim. Hemen hemen takip ettiğim herkesle karşılaşmıştım. Aynı durumu Caner Odabaşoğlu na da ilettim. Böylece biraz motive olarak gruptan ayrılıp ilerledim. Orman içinde debelenme sonrası Derbent e ulaşmak beni büyük ölçüde rahatlatmıştı. Burdan sonrası kolay olacak diye düşünüyordum. Geriye iniş kalmıştı.

Derbent sonrası Caner Bey ile biraz ilerledik, sonra karayolunun karşısına geçtiğimizde ondan ayrıldım, ilerlemeye ve gücümü son kısma harcamaya karar verdim. İznik zaman zaman aşağılarda görünüyordu. Fakat oraya ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı, farkındaydım. Biraz ormanlık alanda koşuşturma sonrası inişler başladı. Önce güzel hissettirse de zamanla yerini acıya bıraktı. Quadricepslerim adeta isyan ediyorlardı. Böylesine bir eğimde hızlanamamak, saatime baktığımda acı durumla karşılaşmak moral bozucuydu. Antremansızlığın en büyük etkisini yaşıyordum. Acının üstüne gidildiğinde, zihni başka yerlere yönlendirildiğinde etkisini yavaş yavaş azalttığını biliyordum. Bu sebepten zihinsel bir mücadeleye giriştim ve düşünmeye başladım. Önce kötü düşünceleri düşünüp zihnimi oyalayıp öfkelendim, o esnada adeta dark side'a geçmiştim. Nerde oldugumu ne yaptığımı düşündüm, sonra nerde olup neler yapacağımı düşündüm. Acı o an herşeyi durdurdu, zamanı durdurdu, hedefleri, planları, sıcağı, susuzluğu, ve kalan herşeyi... Yorgun sayılmazdım, tırmanabilirdim, fakat acı çekiyordum. Bu farklı bir deneyimdi. Bu durumdan çıkabilmenin tek yolu durmamaktı, durursam acı büyüyecek ve başlamak imkansız hale gelecekti. Finishi düşündüm, herşeyin bitmesini ve acının geçmesini düşündüm. Bazen aydınlığa çıkmanın yolu karanlığa gömülmek, mutluluğa erişmenin yolu da acı çekebilmekti bana göre. Üzerine gittim, daha hızlı inmeye daha da hızlanmaya başladım. Zamanla unuttum ve geriye sadece devam etmek kaldı. İzniğe indiğimde karşıda koşucular vardı. Onların ilerisinde ise tarihi surlar. Belki son bir atak yapabilir ve onları geçebilirdim. Fakat önemli olmadığını hissettim. Bu benim yolculuğumdu, diğerlerini düşünmenin anlamı pek yoktu. Kendimce devam ettim.
İznik beklediğim gibi alakasız bir bekleyiş içindeydi. Koşu camiasından olanlar destekliyor, halk ise kayıtsız bir tutum içinde hayatına devam ediyordu. Kimi araçlar durup yol verirken kimileri ise benim durup yol vermemi bekliyordu. Buna bir düğün konvoyu da dahildi. Bu konuyu eleştirsem de çok da önemli değildi. Koşarken bunu kendim için yapıyordum. Üzüldüğüm ise diğer insanların böyle bir duygudan böyle hislerden habersiz yaşamalarıydı. Gerçek ise; bunun değişmesi için çok zaman gerektiğiydi.
 
finishe son metreler - aksiyonfotografları.com


Finish çizgisini görmeye başladığımda durumumu özetledim. Keyifliydim, acı devam ediyordu, artık pek önemli değildi. Çizgiyi geçince ne kadar hızlı ne kadar yavaş pek önemi kalmayacaktı. Durmak acı verecekti belki ama, ilk ultramı bitirmiş olmak ve çini madalyanın boynumda olması bana devam etmek için yeterli olacaktı.
İlk ultramda böyle bir parkurda yarıştığım için şanslıydım. 6 saat 19 dakika 05 saniye ile parkuru bitirmiştim. Geriye dönüp baktığımda daha hızlı olabilirdi, daha çok koşup daha az yürüyebilir çok daha az vakit kaybım olabilirdi belki ama bunların bir önemi yoktu. İlkler her zaman farklıydı. Daha yolun başındaydım. Çekmem gereken daha çok acı ve antreman vardı. Bu kez baştan beri hedeflediğim çizgiyi ileriye taşımış birazcık daha uzağa koşabilmiştim. Diğer farkettiğim şey daha önemliydi, daha da uzağa koşabileceğimden emindim artık...


9 Mart 2016 Çarşamba




RUNATOLIA 2016 - 42K



'I am not talented, I am obsessed.' Conor McGregor 


Maraton Parkuru


Maraton 42,195 km lik bir koşudur. İnsan fizyolojisinin test edildiği bir mücadeledir. Koşarken fiziksel ve zihinsel mücadeleler verirsiniz. Bu mücadeleler sonucu size kattıkları, yeniden yarışmaya sürükler sizi. Maratonda kişiden kişiye değişmekle birlikte çoğu insan için bir kırılma noktası vardır. Bu noktadan sonra gerçek mücadele başlar. Bu noktaya maraton koşanlar arasında "duvar" denir. Bunu tüm vücudunuzda zihninizde hissedersiniz. Zihninizin ve vücudunuzun bağımsızmış hissine kapıldığınız bir noktadır. Burayı atlatabilmek zordur. Vücudunuzu ve zihninizi devam etmeye zorlarsınız, zorlayabildiğiniz derecede başarılı olursunuz.



6 Mart 2016 Pazar günü üçüncü maratonumu koşacaktım. Antalya ya ilk gidişimdi. En son kasım ayında 4 saat 5 dakika gibi bir süre ile İstanbul Maratonu nu koşmuştum. Maratona dair bir planım yoktu, bir hedefim de yoktu. Bu kez sadece koşmak için ordaydım. Antalya beni ilk başta tepesinde bembeyaz karlı dağları ile büyüledi. Diğer tarafta ise deniz ve güneşli yakıcı hava cezbetmeye yetmişti beni. Yarış için spesifik bir hazırlığım olmamıştı her zamanki gibi. Rutin koşularıma devam etmiş, yalnızca biraz eğim çalışması ve mesafeyi arttırarak değişiklikler yapmışım. Bunun harici Geyik Koşuları biraz rutinime renk katmıştı. Derinlerde düşüncem hem koşmak hem de biraz maratona has tükenme halinde düşüncelere dalmaktı aslında. Start öncesi bir planımın hala olmamasına ve geriye dakikalar kalmasına rağmen bu kadar sakin olabilmeme şaşırmıştım. Parkur ile ilgili tek bilgim okuduğum birkaç yarış raporuydu. Antalya ile ilgili gözlemim ise güneşin yakıcı etkisiydi. Bu sebepten biraz önlemimi aldım.



Start ile birlikte kalabalıktan sıyrılıp rahat bir tempo yakalamaya çalıştım. Başlarda çok bir planım yoktu saatime çok bakmadım. Bir ara baktığımda 04:45 gibi bir pace gördüm ve yavaşlamam gerektiğini düşündüm. Fakat yavaşlayamadığımı görüp önemsemedim. Start hızlı ve kalabalık başlamıştı. Fazla slalom yapmamaya çalışarak bir yandan da hızımı korumaya karar verdim. Rahat hissediyordum. İlerleyen km lerde bunu koruyamayabileceğimi bilsem de devam ettim. Parkur şehir içine de girerek genelde sahil boyunca ilerliyordu. Kimi zaman güzel deniz manzarası görüyor ve acaba güneşli bu güzel günde suyun tadını çıkaran var mı diye bakıyordum. Kimi zamanda tepeleri bembeyaz dağlara bakarak kendimi oyalıyordum. Belli bir kalabalık ile ilerleyen yarış özellikle 21 km koşanlar için olan dönüşten sonra adeta dağıldı. Maraton koşan zavallılar olarak ilerlemeye yapayalnız devam ettik. O sıralar saatimi kontrol ettiğimde 4:50 gibi bir pace gördüm, fakat kendimi hala rahat hissediyordum. Bunu bozmadan yola devam ettim. Su istasyonları her 2.5km de bir vardı ve genelde 5 km de bir bazen daha erken biraz su almadan geçmiyordum.

Yarışın ilerleyen kmlerinde yaklaşık aynı koşuğumuzu düşünüdüğüm ve birkaç kez test ettiğim bir koşucu ile birlikte ilerlemeye başladık. Bazen önce o oluyor bazen o oluyordu. Birlikte bir süre ilerlerken bir master grubuna da yetiştik. Hepsi her halinden tecrübeli görünüyordu. İçimden içlerinde en tecrübesiz olanın ben olduğunu düşündüm. Bir yandan da tempomun daha ne kadar süreceğini merak ettim. Parkur bir parkın içine girdiğinde oldukça keyfili hale geldi. Yeşillikler arasında biraz koşturmaca sonrası plajlara doğru ilerlemeye başladı. Yol asfalttan paket taşlara dönünce biraz değişse de beni çok etkilemedi. Bu plaj bölümünden sonra Lara Plajına giden bölüm biraz sinir bozucu ve nedense psikolojik olarak etkileyici gibi geldi. Eski bir asfalt upuzun ilerliyordu. Bir süre sonra dönen maratoncuları görünce dönüşe az kaldığını anladım. Hala aynı tempoda, daha önce söylediğim koşucu ile ilerliyorduk. Master ekibinden plajlar öncesi epey hoş bir iniş ile kopmuştuk. Bu iniş keyifliydi fakat dönüşte kırıcı kmlere denk geleceğinden bir mikar endişe yaratıyordu. 21 km dönüşünden sonra rahattım. Pace im yaklaşık 04:52 civarındaydı. Hala düşmemiş olması ilginçti. Bundan sonrası için değişebileceğini öngörüyordum. Yokuşa kadar plaj kısımlarını atlatırken hızımı korumayı başardım. Bunu yapabilmek için her su istasyonunda kendimi ıslatıyor, su içiyordum. 10 km de bir jel yiyerek devam etmeye gayret ediyordum. Kafamda yavaştan oluşmaya başlayan plan 30. km ye kadar ne pahasına olursa olsun yavaşlamamaktı. 21 km dönüşünden sonra birlikte koştuğum koşucu geri kalmaya başladı. Ben mi hızlandım diye kontrol ettiğimde hızımın aynı olduğunu görüp devam ettim. Yokuşa vardığımda beni bir kaç km önce geçen master ekibi önümde tırmanıyordu. Kararlı bir tempo ile durmadan yokuşa giriştim. Özellikle bu kısımda yokuş çalışmanın faydasını düz yola bir çok kişiyi geçerek çıkarak gördüm. Artık geriye kalan km ler zihinsel bir savaştı.

Önce müziklerimi değiştirdim. Sonra manzara açıldıkça dağları denizi izlemeye başladım. Sonra hayaller kurmaya çabaladım. Bana ilham huzur veren yerleri, kişileri düşündüm. Hayatımda problem olarak gördüğüm şeyleri düşündüm, o an hepsi ufak şeyler gibi göründü gözüme. Nasıl yaptım bilinmez ama, belki havadan belki sudan belki düşündüğüm şeylerden, belki müziklerden, 30 km sonrası hala iyiydim. Fiziksel acı vardı, fakat geriye kalan zihnim işi götürmeye devam ediyordu. 5:-4 gibi paceler görüyordum. Bu iyi bir hızdı. Sıvı alımına dikkat etmeyi sürdürerek düşünmeyi sürdürdüm. Sonlara yaklaştıkça şehrin içine tekrar girmiştik. Halk umursamazdı, bazen şaşkınlıkla bakıyor, nadiren de bravo diyerek motive ediyordu. Mevcut durumumuzda spora bakış açımızın özetiydi aşağı yukarı, çok bir beklentide olmadığımdan sorun da etmedim. Kendi mikro çevremde huzurluydum o sırada. Finishin kokusunu almaya başladığımda saatime bakıp hesaplar yapmaya başlamıştım. Artık kapıları açma, kmleri sayma vaktiydi. Tahminen 03:30 dan önce bitirecektim. Bunu ilk düşündüğümde aylar önce kağıt üzerinde imkansız bir şeydi. Şu an ise tam önümde uzanıyordu. Sadece biraz daha koşmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım, tüm hobi niyetine çıktığım antremanları düşündüm, bir yandan da beni motive eden enerjik hissettiren heyecanlandıran tüm düşünceleri önüme koydum ve 03:28:18 gibi bir süre ile bitirdim. 



Limitleri aşmak nedir bunu hiç bu kadar net hissetmemiştim. Herhangi bir ek hazırlık yapmadan, spesifik bir antreman yapmadan bir önceki derecemi 30 dk civarı geliştirmiştim. Ben bunu birçok faktöre bağlasam da hala hepsi bir araya gelip bunu sağlayabildi anlamış değilim. Herşeye rağmen bazı şeylerin değiştiğini görmek özgüvensiz bir yapıda olan benim için sevindiriciydi. Biraz inanmak, biraz koşmak, çok da düşünmek yetiyordu demek ki kimi zaman. Yarışı bitirdiğimde gözüm tekrar dağlara gitti. Onların üzerinde de zorlu koşular yapmak istediğimi düşündüm. Zaman gösterecekti.



Bu yarış parkuru ile sıkmayan eğlenceli bir deneyim olmuştu. Duvar etkisini bu kez kolay berteraf edebilmiştim. Bunda zihinsel mücadelemin etkisi büyük olmuştu. İnsanın hayatta ilham verici, huzur verici düşünceleri olmalı. Hepsinden önemlisi insanın; her sabah kalkıp yaşamaya devam edebilmek, nefes alabilmek, bazen de 40.km den sonra biraz daha ilerleyebilmek için, çizdiği sınırların ötesine geçip mutlu olabilmek için umudu olmalı. Maratonu bu açıdan hep bir iç mücadele olarak görmüşümdür. Bu kez umudu bulabilmiştim, meyvesi ise her zamankinden birazcık daha büyük olmuştu. Sizin çok daha büyük meyveleri bulabilmeniz dileğiyle...

27 Şubat 2016 Cumartesi



 

  GEYİK KOŞUSU- 28K- 21 ŞUBAT 2016

 

Bir Pazar sabahı geyik parkurunda koşacak olan ben, cumartesi gecesi yağan yağmuru gördüğümde beni bekleyen süprizi hissettim. Hayatta her zaman ideal şartlarda koşmak yoktu, olmayacaktı. Çamurla derinlemesine tanışmam böyle başlayacaktı işte. Pazar sabahı ormana girdiğimde ilk baktığım yer yerler oldu. Artık emin olmuştum. Bu kaçınılmazdı.
Patika koşularına girişimim geyik ile olmuştu, geyik ile devam ediyordu. Doğayla iç içe koşmak ayrı bir duygu ve felsefe olmuştu geçen sefer. Parkuru koşarken bir yandan da yoğun bir şekilde hissetmek, klasik bildiğimiz asfalt koşularında pek olan bir şey değildi benim için. İlk seferin ilk tecrübe olması ve odaklanacak birçok şeyin olması beni daha bilinçli deneyimlemek adına yine katılmaya zorladı. Son zamanlarda tek saplantım halini almış olan koşularım artık klasik pistlerden, beton yığınlarından kaçma planları üzerine kuruluydu. Her ne kadar eforun ve fiziksel tükenmenin verdiği acılar ve deşarj hissi kısmen iyi gelse de, sanki tam olamayan bir şeyler vardı.
Yarış 14km lik parkurda 2 turdan oluşuyordu. Taktiksel anlamda tek düşüncem ve hedefim 14km yarışçıları start ı öncesi ilk turu atabilmekti. Bunun harici kendimi parkura bırakıp düşüncelere dalacaktım. Start her zamanki gibi tam vaktinde 09:10 da verildi. Ortalama bir tempo ile başladım. Daha önceden deneyimlemek gerçekten önemliydi. Bekleyen zorlukları ve püf noktaları bilebilmek… Bu kez beklenmeyen şey ise biraz ilerledikten sonra kendini belli eden su birikintileri ve çamurdu. Önce kaçamak bazı hamleler denedim herkes gibi. Sonra kaçınılmaz bir ıslanma ve çamura batmadan sonra umursamamaya başladım. Mücadele başlıyordu. Bir süre sonra aslında en önemli şeyin çamur değil de inişlerden sağ çıkabilmek olduğunu fark edecektim. Çamur, ayakkabılar her ne kadar tutunma üzerine üretilmiş olsa da, tüm tabanı kaplamış ve bir buz pateni pistindeymişim hissini bana yaşatıyordu. En azından o an bana öyle geliyordu. Düşen ve kayan diğer yarışmacıları gördükçe daha dikkatli olmaya çalışıyordum. Bana hiç de mümkün gibi görünmüyordu.
Parkurun ilk km lerinde olan tırmanış nefes ve nabız düzenini bir miktar sarsıyor sonra nispeten daha yumuşak olan kısımlar son bir kırıcı yokuş ile kabaca devam ediyordu. İlk turda tırmanış sonrası toparlanmam geçen sefere göre daha kolay oldu. Her ne kadar kendimi iyi hissetsem de ikinci bir tur daha olduğu gerçeğini kendime hatırlatmaya çalışıyor bir yandan çamurla mücadele edip bir yandan da kontrollü olmaya gayret ediyordum. Geçen sefere göre daha hızlı olduğumu hissediyordum. Tek merak ettiğim bunu ne kadar koruyabileceğimdi. Çamurdan biraz daha bahsetmek gerekirse, adeta çamurla kaplanmış durumdaydım. Bunun farkına özellikle ikinci tırmanışta zemine tutunamayan zavallı ayaklarım bana anlatıyordu. Çaresiz parkur dışında çamur olmayan herhangi bir yere basarak tırmanmaya çabaladım. 




İkinci tura başladığımda start verilmemişti. Biraz su içip olabildiğince ilerlemeye çabaladım. Biraz çamurun etkisi biraz da yorgunluk birikimi etkisini özellikle tırmanışta göstermeye başladı. Tırmanışları bu yarışta koşmak yerine daima hızlı bir yürüyüş temposu ile tırmandım. Buna kendimi alıştırmam daha uzun yarışlarda işime yarayacak düşüncesindeydim. İlk izlenimlerim ise daha yolun çok başında olduğumdu. Toparlanma sürelerim belirgin ölçüde uzamaya, çamurla kaplı ayaklarım gittikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Çamur yorgunluğa, yorgunluk acıya, acı ise negatifliklere dönüşüp zihinsel anlamda mücadeleye dönmüştü. Savunma olarak yaptığım ise görmezden gelmek oldu, önce müzikleri değiştirdim, sonra parkurun güzelliğini düşündüm, sonra hayatımda güzel giden şeyleri düşündüm, pek bir şey aklıma gelmeyince olumsuzlukları düşünüp bunların fiziksel durumumun yanında ne kadar da minik, kolay şeyler olduğunu düşündüm. Düşünceler zihnimi ancak son tırmanışta terk edip o ana tekrar odaklandı. Son bir gayret ve mücadele sonrasında artık neredeyse özgürdüm. Geriye kalan kmlerde ise elimde kalan ne varsa ortaya döküp hızlanmaya çalıştım.

bitirmeye doğru


Yarışı bitiriş sürem bu kez 02:40:42 idi. Geçen sefere göre zamanımı biraz olsun geliştirebilmiş, tükenmemiş fakat çamurlu bir biçimde bitirebilmiştim. Bana göre her şeyden önemlisi, doğayla kavga etmeyi değil; durumu, şartları kabullenip, bunlarla birlikte yarışmayı ve bitirebilmeyi öğrenmiştim.

mücadelenin özeti