26 Nisan 2017 Çarşamba


2017 İznik Ultra Maratonu 90K


'Passion is pushing myself when there is no one else around - just me and the road.'  
                                                                                                       Ryan Shay


22 Nisan Cumartesi sabahı, kış boyu kısa antremanlarımı yaptığım stadın önündeydim. Bu kez durum biraz daha farklıydı. Stadın etrafında koşmayacaktım. Orhangazi den İznik e koşacaktım. Geçen yıl 50K koşarak başladığım İznik Ultra macerası bu yıl 90K ile devam edecekti. Psikolojik açıdan en hazırlıksız, kafamın en dağınık olduğu yarışlardan biri olacaktı bu. Yeni bir şehre taşınmıştım, yeni görevim oldukça yoğundu. Yarışa kaydımı bile geç vakitte ancak gidebileceğim kesinleşince yapabilmiştim. Antremanlar mı? Hiç hazır olduğum bir yarış olmadı, fırsat buldukça dışarı çıkıp koşmaya devam ettim ve edecek gibi de görünüyorum. Hal böyleyken yarışı ancak yola çıktığımda düşünmeye başladım. 90 km demek kolaydı, fakat koşarken pek bu sayıyı düşünmemek en temel kuraldı benim için. Yarışa gitme bahanesiyle evime de uğramış ve orda kalmıştım. Tuhaf olan 90K koşacak olmama rağmen her yerin, özellikle başlangıç noktasının bana fazla tanıdık olmasıydı. Yine bir antreman koşusuna veya bir bisiklet turuna çıkacakmışım gibi bir hava vardı üzerimde. Böyle durumu hafife alan düşünceler uzun yarışlarda tehlikeli şeylerdi. Zaman ve koşullar siz farkında olmadan size haddinizi bildirmeye hazırdı daima.

İznik Ultra 90K parkur

İznik Ultra 90K eğim 
Yarışa anne ve babamla gittim. Evet bir ilkokul çocuğunu okula uğurlayan veliler gibi, onlar da beni yarışa uğurluyorlardı. Aslında durumu hiç onaylamamalarına rağmen yarışlar birbirini takip ettikçe sıradanlaşmaya başlamıştı faaliyetlerim. Onlar da durumdan bol fotoğraf çekilerek yaralanma yolunu seçmişlerdi. Beslenme çantası sırtında bir ultramaraton koşucusu hemen alttaki fotoğrafta!


Start verildikten sonra kendimce bir tempo ile koşturmaya başladım. Sıradan bir antreman temposu olsa da bu yarış için hızlı sayılabilirdi. Ön grupla göz temasını kaybetmeyerek peşlerine takıldım. Bisikletim ile uzun turlara çıktığım göl yolunda ilerliyorduk. Çevre yine tanıdıktı, fark yarışta olmamdı. Hava güneşliydi. Yağmurlu olabileceği söylenmişti oysa. İnce giyindiğime o an sevindim, güneş epey yakıyordu. Asfalttan koşumuz devam ediyordu, henüz patikalara dağlara taşlara ulaşmamıştık. Sessiz bir sabırsızlık havası seziyordum. Ne zaman patikalar başlayacak? Cevabın biraz sonra göl kenarında beni beklediğini biliyordum.

aksiyonfotograflari.com

Göl kenarındaki koşu sonrasında bir miktar daha asfalttan koşup Gölyaka köyünün içinden geçtik. Sonra zeytinliklere doğru dalıp toprak yolda, eğimi pek olmayan bölgede koşmaya başladık. Bu kısımlara çok aşina değildim. Hemen solumda göl, aralarda zaman zaman görünen balıkçı barınakları ve zeytinlikler arasında koşuyorduk. Sölöz Burnu buralar olmalı diye düşündüm. Zeytinlikler içinde bazı kısımlar çamurluydu. Buralarda yavaşlamak zorunda kalıyordum. Bu kısımda bir dere geçişi de bizi bekliyordu. Dereyi gördüm ve ayakkabılarını çıkarıp geçişe hazırlananlara aldırmadan atlayıverdim. Yoluma devam ettiğimde önümde iki kişi ile birlikte ilerliyorduk. İlerleyen zamanda bir istasyonda çoraplarımı değiştirmeyi planlayarak devam ettim. Sölöz istasyonuna ikinci sırada girdim, bir şeyler atıştırıp yoluma devam ettim. İyi gittiğini düşünemeyeceğim kadar erken bir noktadaydım. Zamanla mesafe beni alt edecekti. Sölöz sonrası tırmanışlar ile ormanların içine daldık. Keyfili yollarda ağaçların arasında epey koşabildim. Bu kısımda beni zorlayan sol kaburga altıma giren ağrı oldu. İstasyonda kolayı fazla kaçırdım diye düşündüm. Zamanla da ağrı kayboldu. Epeyce tırmandıktan sonra geriye Narlıca istasyonuna doğru olan iniş kalmıştı. Bu kısımlarda kendimi iyi hissettim. İnişlerden keyif aldığımı söyleyebilirim, bu pek söylediğim bir cümle değildir. Narlıca istasyonunda Aykut Çelikbaş görevliydi. Onu gördüğümde şaşırdım, 140K da koştuğunu düşünmüştüm. Kolundaki çatlak yüzünden yarışamadığını söyledi. Onun ikram ettiği çorbayı içtim, çoraplarımı değiştirdim, ekstra bir şeyler daha atıştırıp teşekkür edip yola koyuldum. Geçen yılki 50K parkuruna başlıyordum artık.

Narlıca ya iniş öncesi
Bu kısımlar zorlayıcıydı, belki de yarışın en zorlayıcı kısmıydı. Fakat enerjim henüz yeterli oldugundan çok isyan etmeden zeytinlikler arasına daldım. İp desteği koydukları inişleri yaptım. Tarlalar arasında işaretleri takip ettim. Bu kısımdan kurtulunca tek kişilik patikalara dalacak ormanın içinde adeta kaybolacaktım. Bu kısımlar her ne kadar teknik olsa da, bu yıl yine keyifle koştum. Doğada olmak tanımına en uygun kısımlardı bana göre. Eğim zaman zaman epey dikleşip bacakları yakarak zorluyordu. Ağaçların gölgeleri altında bir yandan otları çalıları gözümden savuşturup bir yandan koşmaya devam ettim.


Müşküle ye vardığımda, bu yıl muhtemelen önümüzden giden 50K koşanların kalabalığından sonra tek tük giden bizler pek kalabalık gelmemiştik. Geçen yıl yollarda oturan teyzeler bu sene yok denecek kadar azalmıştı. Sokaklardaki çocuklara beşlik çakarak ilerledim. İstasyonda suları tazeleyip yola koyuldum. Benim için yarışın kırılma anı olacak bölüm başlamıştı. Epey bir tırmanış beni bekliyordu. Başlarda istikrarla tırmanmaya başladım, devamı gelecekti biliyordum, düşünmemeye çalışıp ilerledim. Etrafla ilgilenip çevreyi gözlemledim. Kafamı bir şekilde dağıtmalıydım. Kötü düşünceler, ne kadar kaldı, ne kadar daha tırmanış? Geçen seneden hatırladığım kesitler beni rahatsız etmeye başlamışlardı bile, karamsar bir havaya girmem için bastırıyorlardı adeta.

aksiyonfotograflari.com

Toprak yollardaki tırmanışların ardı kesilmiyordu. Bir süre sonra ufak bir iniş kısmı başlayacaktı. Ne zaman diye sabırsızlanmaya başlamıştım bile. Sonrası yine iç açıcı değildi. Orman içinde tırmanışlar vardı bu kez. Süleymaniye ye ulaşmak kolay olmayacaktı. Bir miktar koşturarak indikten sonra orman içinde tekrar tırmanmaya başladım. Yorgunluk belirtileri başlamıştı. Bir şeyler yiyip içerek kendimi biraz gazlamaya çalıştım. Yerden bir sopa alıp tek elimle tırmanışlarda destek yapmaya başladım. Tüm bunlara rağmen zihinsel süreç karanlık bir hal almaya başlamıştı. Yeni başlayan her yokuşun sonunda bir tane daha çıkıveriyordu. Bir kısımları geçen yıldan hatırlıyor, bir kısmına ise küfrediyordum. Sanki zihnimden geçen karamsarlığın etkisi ile hava da karamsar hal almıştı. Kıyafetlerim ıslaktı, sürekli terliyordum sonuçta. Ama bu kez daha farklı bir duyguydu. Üzerime bir güçsüzlük çökmeye başlamıştı. Havadan tek tük yağmur damlaları geliyordu. Üşümeye başlıyordum. Bu durum karamsarlık değildi, hava değişmeye başlamış ve ben yavaş yavaş bir hipotermi sürecine giriyordum. Rüzgarın da esmesi ile kendime geliverdim. Yağmurluğumu çıkarıp üzerime geçirdim. Önümü kapatıp koşuşturmaya başladım. Isı üretmeye ihtiyacım vardı. Ellerim üşüyordu, çantamda eldivenler vardı fakat çıkarma eforunu sergileyemedim. Yola devam ettim. Bir süre sonra inişler başladı. Bunlar Süleymaniye nin yakın oldugunun habercisiydi. Hiç durmadan koşarak istasyona girdim. Yağmur hala tek tük biçimde yağıyordu. Daha şiddetli olsa kim bilir ne hale gelirim diye düşündüm. İstasyonda çorba içtim ve atıştırmaya başladım. Yiyebildiğim kadar yiyip içtim. Derbent e, son istasyona doğru diğer bir koşucu ile yola çıktık. Birlikte olmanın da etkisi ile koşulabilir kısımlarda koştuk, Tırmanışlarda tırmandık. Amacımız saat 6 olmadan Derbent e ulaşmaktı, Böylece reflektif yelek giymemize gerek kalmayacaktı. Planlarda ulaşabilir gibi görünsek de, bu kısımda zorlayıcı bölümler de vardı. Düz yollarda bir miktar koşuşturduktan sonra orman içine bir kez daha dalıverdik.
Başlarda umutlu koşularımız, parkur kırıcı hale geldikçe yerini umutsuz düşüncelere bıraktı. Ben yetişemeyeceğimin farkındaydım. Yarışta ikinci düşüşü burada yaşadım. Parkurun da kırıcı etkisi yorgunluk ile birleşince kendimle münakaşa etmeye başladım. Tempomu iyice düşürdüm. O an koşmak için bir sebep bulmakta zorlandığım ender anlardan biriydi. Neden koştuğumu ne anlamı oldugunu düşündüm kendimce. Belli zaman kalıplarını hedeflemek, ardından bunlara ulaşamadıktan sonra bir anlamı var mıydı bu kadar koşmanın ? Peki o zaman evde oturmak aynı mutluluğu verecek miydi ? Etrafıma bakındım. Yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. Neyse ki su geçirmiyordu. Hava soğuktu. Parkurda tek başımaydım. Sonra birden ne olursa olsun bu yarışı bitireceğimi düşündüm. Aslında olay diğerleri ile olan yarış değildi. Kendi iradem ile olan yarıştı. Her engelde, her başarısızlıkta, yolunda gitmeyen durumda durup bırakma sinyalini verip duran beynimin o kısmı ileydi benim meselem. Ayaklarımın ağrıdığını bahane ediyor, havanın soğuk olduğunu söylüyor, sürekli dur sinyali veriyordu. Etrafa tekrar baktım, artık müzik dinlemiyor yağmurun sesini dinliyordum. Tüm berbat hava koşullarına rağmen o an, orda tek başıma devam etmekte olmam bana keyif verdi. Bir biçimde bitecekti, neden tadını çıkarmayı denemiyordum? Sinyaller devam etti, ben dinlemedim koşmaya başladım. Ayaklarım bacaklarım çamurlara girip çıkıyor, zaman zaman sızlıyordu. Çok aldırmadım. O an orada olmanın güzelliğine övgüde bulunarak ilerledim. İnsanın doğaya karşı kendini savunmasız hissetmesi çok doğaldır. Bu his çok hoşa giden bir şey değildir. Şehir hayatında bunu olabildiğince baskılarız ve kontrol bizdeymiş hissi uyanıverir. Çok azımız bunlardan sıyrılıp tüm gerçekliği ile sıradışı zor koşullara kendini bırakmayı seçer. Bir kez kimin daha güçlü oldugunu anladığınızda, içinizde önce bir korku, sonra bir rahatlık çöker. Oyun bitmiştir. Kazanması muhtemel kişi bellidir. Ama o kadar da acımasız değildir. Size bir şans verir, bu durumdan çıkabilmeniz için bir şans. Onu kullanmak sizin iradenizdedir.

aksiyonfotograflari.com

Derbent e vardığımda fenerimi takıp yeleğimi giydim. Geceye ve yağmura hazırdım. Çorbamı içip bir şeyler atıştırdım. Yola koyuldum. Yağmur hızlanmıştı. Kalan kısım iyice çamur haline gelmişti. İstasyonda durduktan sonra ilk adımlarımda üşümeye başlamıştım. Koştukça geçti, kendi ürettiğim ısı ile idare etmeye başladım. Parkur zorlaşmıştı, fakat ben zihinsel kırılma anımı yaşamıştım bile. Yarış bitecekti, biliyordum. Şansımı en iyi biçimde kullanıyordum. Sinyaller durmamı söylüyor, geçen sene bu inişlerde yaşadığım acıları hatırlatıyordu. Şaşırtıcı biçimde iyi hissediyor ve koşarak inmeye devam ediyordum. Başlarda zorlayan çamur zamanla sıradan bir hal aldı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Gözlerim henüz ışığa ihtiyaç duymuyordu. Yollar aşağı doğru dik biçimde kıvrıla kıvrıla iniyordu. Yerde benden önce geçen yüzlerde kişini ayak izi vardı. Ben onlara yenisini katarak koşturmaya devam ediyordum. Fonda yağmurun yağmurluğuma temas etme sesi ile her adımımın çamurla buluşma sesi haricinde hiç bir ses yoktu. Her adımımla bitişe yaklaştığımı hissediyor daha da güçlü ilerliyordum. Bir süre sonra inişler bitti. Karanlık iyice çöktü. Tekrar asfalt yollara ulaşmıştım. Kafa fenerimi açtım ve fosforlu işaretleri kontrol ederek İznik in içine doğru ilerledim. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Yollarda yalnızca arabalar denk geliyordu. Dışarıda adeta benden başka canlı yok gibiydi. Karanlık, bir yandan sağanak yağmur, bir yandan saatlerdir ıslak olmamın etkisi ile gelen üşüme hissi. Surlara paralel ilerlemeye başladım, sonra yönlendirme ile biraz daha şehir içi derken, bu yıl yeri değiştirilen finish i uzaktan gördüm. Görevliler de uzaktan beni görmüş olmalıydı. İstasyondan beri olan koşum son anlarına geliyordu. Bana verilen şansı kullanmıştım. Sinyal artık susmuştu, kaybettiğini anlamıştı. O an hiç 90K koşmamış gibi hissettim. Öylesine bir rahatlıkla finishten geçtim. Çini madalyamı boynuma taktılar. Bitirmiştim.


Başlarda güneş ve sıcak, ardından soğuk, yağmur ve çamur... Güçlü başlayıp yarıştan düşmek, ardından tekrar toparlanıp devam edebilmek. İznik bu yıl farklı deneyimler yaşamamı sağlamıştı. Ne koşul olursa olsun her yarışın ilk yarısı fiziksel, ikinci yarısı ise zihinsel mücadele ile geçiyordu. Dip noktalarda gezindiğim anlar olsa da, açılmaya çalışan karanlık kapıları kapatabilmiş ve kendimle olan mücadelemden galip ayrılmıştım. Yarış sonrası ilk düşüncem sıcak bir yer bulmak olmuştu. Eve ulaşıp sıcak bir duş alana kadar üşüme ve titremem tam olarak geçmedi. Hipotermi sınırlarında epey dolanmış olarak dinlenmeye çekildim. Daha uzaklara, daha yükseklere koşma planları yapmaya başlamıştım bile....

20 Şubat 2017 Pazartesi



2017 Geyik Koşuları - 28K


Bu yıl Geyik Koşusuna biraz da olsa sıradanlıktan uzaklaşmak adına katıldım. Kış süresince antrenmanlar epey aksamıştı. Özellikle ortam değişikliği, düzen değişikliği antrenman rutinlerini önemli derecede etkiliyor maalesef. Boşa giden kilometreler eğer belirli bir yoğunluğa sahip değilse forma pek katkıda bulunmuyor. Bu kez bir yarış raporu değil, çamura saplanma ve bir minik duvara çarpma raporu olacak bu yazı.
Hangi yarış olursa olsun zihinsel olarak onu düşünmemek ve ön hazırlık yapmamak motivasyonu önemli ölçüde etkiliyor, kararlılığı etkiliyor ve olumsuz bir durum karşısında dibe vurmayı çok kolaylaştırıyor. Start çizgisinde o heyecanı duymuyorsanız, orada olmanız biraz kötü bir karar olmuştur sizin için bana göre. Yarıştan önce bir miktar ben de öyleydim. Üstelik kendime acımasız da davranmamıştım antrenman döneminde. En azından sakatlık geçirmeden geçmişti kış. Fakat benden bir o kadar da götürmüştü. Bir miktar da yağ olarak eklemeyi ihmal etmemişti.
Start verildikten sonra acele etmeden kendi ritmimi bulmaya çalıştım. Yer yer çamur olması ileride daha da beterinin sinyalini veriyordu. Ön grubu bir süre görebilsem de arayı açacaklarını biliyordum. Bu kez nazik vücudum takibe hazır değildi. Zaten çamura saplana saplana savaş veriyorlardı, zaman çamurla mücadele zamanıydı.

ÇAFDER - Sevda Kündü
Belgrad da daha önce iki kez koşmuştum, eğimli yerler bir miktar nefesinizi kesiyor, ardından inişlerle canınızı yakmaya çabalıyordu. Yine öyle oldu, tırmanışlar ve inişlerle hırpalanarak ilerledim, bir yandan da gücümü ikinci yarıya saklamak istiyordum. Ama bir terslik vardı, sanki bir şeyleri tam sindirememe hissi gibi. Kafamda minik bir isyan ve cayma düşüncesi vardı alevlenen. Hızımı pek arttıramıyordum önceki yarışlarımın aksine. İlk turda dengede gidiyordum, adeta kendimi tartıyordum. Ne durumdayım? Ne haldeyim? Aldığım cevap ve tepkiler pek olumlu değildi. Yapılacak çok iş ve antrenman var demekti bu durum. Bazen bilgisayarda bir oyuna başladığınızda her şey kötü gider ve bu sayılmaz bir daha diyerek kapatıp baştan açarsınız. Koşuda böyle bir şey pek mümkün olmuyor, en azından benim için. İlk turun sonlarında meşhur yokuşlar geldiğinde çamur en yoğun haliyle son mücadele ruhumu da yok etti, nefesimi kesti. Bir süre yürüdüm ve ilk turu tamamlamak üzere koşmaya başladım. Saatimi kontrol ettiğimde geciktiğimi biliyordum. 14K koşacaklar startı verilmeden oradan geçmek avantajdı, bunu kaçıracağımı daha yokuşun başında biliyordum zaten. Umursamadan ilk turu tamamladım, Bir şey yeme ve içme isteği uyandı ve biraz duraklayıp giderdim. İkinci turuma başladığımda her yer koşucu doluydu. Çamur, zemin ve önümdeki koşucular, beni bekleyen engellerdi.
 
ÇAFDER - Sevda Kündü
İkinci turda tüm motivasyonumu kaybetmiştim. Zihnim gitmek istemiyordu. Madem böyle olacaktı neden başladım ki diye düşünmeye başlıyordum. Veya nasıl olur da geçen seneden daha kötü koşabilirdim? Cevabı açıktı aslında, neden koştuğumu bilmiyordum bu kez. Süre beklentim, kürsü beklentim yoktu, sadece koşmak için katılmıştım. Zihnim için yeterli bir enerji kaynağı değildi bu anlaşılan. Geçen süreçte onu biraz tembelliğe alıştırmış, fazla nazik davranmıştım. İkinci tur ilerlerken bazı anlar durmak istedim. Bu maraton koşarken duvara çarptığınızda olan türden bir durma isteğiydi. Sanki tüm enerji vücuttan bir anlığına kesilmiş gibi öylece durmak... Zombi gibi ilerlemeye başladım. Su verilen noktada su bahanesi ile durup biraz su içtim. Sonrasında yine karanlık düşünceler ile ilerledim. Fiziksel gücüm yerinde olsa da zihinsel gücüm yerlerdeydi. Bir noktadan sonra daha kötüsü olamaz, çünkü en kötüsü bu olacak dedim ve bitirme üzerine yola çıktım.
Son tırmanışta çamur artık sizi içine çekebilecek güce ulaşmıştı. Ayaklarımda yaklaşık birer kilo çamurla birlikte yokuşu bitirdiğimde planlar yapmaya başlamıştım. Yeniden bir disiplin, yeni antrenmanlar ile ilgili planlar hayaller kuruyordum. Tabii bir de bitirince bir kahve iyi olur düşüncesini kenara atamıyordum. Son kilometrelerde bana özgü olmayan bir sakinlik ile ilerledim. Aynı sakinlik ile bitiş çizgisini geçiverdim ve kendimi yarış sonrası ikramlara adadım. Kendime nazik davranmaya devam ediyordum.
Zihinsel kararlılığınız ve hedefleriniz mesafeler uzadıkça ve şartlar zorlaştıkça temel dayanağınız haline geliyor. Doğa her zaman insanoğlundan daha güçlü, ne derece çalışırsak çalışalım bir noktadan sonra geriye yalnızca zihniniz kalıveriyor. Size düşen iç yolculuğunuzu yapıp kendinizi harekete geçirmenin yollarını bulmak, ezberlemek ve bunları kullanabilmek sanırım.

7 Aralık 2016 Çarşamba


2016 Kaz Dağları Ultramaratonu - 80K



''It hurts up to a point and then it doesn't get any worse'' Ann Trason

    2 Aralık cuma günü ilk 80k yarışımı koşmak üzere Kaz Dağları Ramada Otel in önünde taksiden iniyordum. Bir an önce yarış numaramı alıp uyumak istiyordum. Yarış brifingi konferans salonuna girdiğimde devam ediyordu. Çok fazla dinlemedim, numaramı alıp malzemelerimi kontrol ettirdikten sonra odama giriş yaptım. Şimdi hazırlık zamanıydı..

    Herşeyi önüme serip düşünmek...
    80K koşacak olmam benim için bilinmeyen bir bölgeye yolculuk olacaktı. Zihinsel olarak bunun farkındaydım, Bunun hazırlığını fiziksel olarak pek yapamasam da zihinsel olarak iyi hazırlandığımı düşünüyordum. İstanbul maratonu sonrası peroneal tendinit olduğunu düşündüğüm problemi yaşamam beni strese sokmuş, ciddi bir dinlenme ve iyileşme periyoduna sokmuştum kendimi. Koşamamanın verdiği tedirginlik ayağım iyi olunca tekrar bir antreman yapmam ile biraz geçse de, ayağımın tekrar sızlaması ile geri gelmişti. Cuma günü yolculuğa çıkarken hala ayağım ağrıyor ve canımı sıkmaya devam ediyordu. Önümde beni bekleyen bir 80 km vardı, İşlerin ne yönde gideceğini asla tahmin edemezdiniz..



    Kaz Dağları Ultramaratonu 80K parkuru
    80k parkuru Yeşilyurt köyünden başlayacaktı. Ramada Otel de sona erecekti. Bu mesafeyi fiziksel ve zihinsel olarak aşabilmek için bence ilk kural asla bütüne odaklanmamaktı. Bu sebeple kontrol noktalarını işaretleyerek parçalara ayırdım:

    Yeşilyurt 0.km, Adatepe 14.km, Doyran 27.km, Dedepınar 43.km, Çamlıbel 53.km, Beyoba 64.km ve Ramada Otel 83.km de yer alıyordu. Küsuratları çıkararak bu noktaları eğim grafiğinde işaretledim. Artık karşımda 6 segment olmuştu.

    Kaz Dağları Ultramaratonu 80k Eğim grafiği
    Yarış sabah 7 de başlayacak ve hava karanlık olacaktı. Karanlıkta kafa feneri ile koşma açısından çok deneyimli değildim. Ayrıca baton taşıma zorunluluğu vardı, yine çok uzmanı olmadığım batonlarımı da yanımda taşıyacaktım. Özellikle ilk segmentlerde gücümü koruyarak durumuma bakmayı planladım. İlk 80K koşum olduğundan önemli olan kontrolü elden bırakmamaktı benim için. Hazırladığım segmentlerde iniş çıkış bol olsa da özellikle Doyran- Dedepınar istasyonları arasının en yıpratıcı kısım olacağını düşünüyordum. Sonrası bir şekilde ilerleyecekti.

    3 Aralık cumartesi sabahı 7 de yarış Yeşilyurt köyünden başladı. Kafa fenerimi açıp batonları elimde taşıyarak koşturmaya başladım. Gece koşmak fikri korkutucu gelse de, sessizlik ve havanın durgunluğu hoşuma gitmişti. Minik tırmanışlarda batonlarımı deneyerek alışmaya çalışıyordum. Işığıma odaklanıp sessizliğin yalnızca koşucuların olduğu ortamın tadını çıkarmaya başladım. Karanlıkta bazen yalnızca kafa lambasının ışığı ile giderken ürpersem de uzaklardan gelen bir köpek sesi ile irkiliyordum kimi zaman. Karanlık dolayısıyla zemine dikkat etmeye çalışarak ilerledim. Sağ ayağım zaman zaman sızlıyordu fakat endişe verici bir sinyal vermiyordu derken tam da sağ ayağımı burktum. Fakat devam ettikçe açıldı. Ucuz kurtuldum diye düşünerek daha kontrollü inmeye başladım. Ardından 2. kez burktum. Bu kez biraz acıtsa da ilerledikçe sıkıntı yaratmadı. Duruma sevinerek ilerledim. Güneş doğmaya başlıyordu. Gökyüzünde muhteşem bir pembelik vardı. İlerde duran bir ışık fark ettim. Bir koşucu ayağı ile sorun yaşıyordu. Bir sorunu olup olmadığını sordum. Ayak bileğini göstererek burktuğunu ve şiştiğini söyledi. Bırakacak gibi duruyordu. Geçmiş olsun diyerek yardıma ihtiyacı olmadığından emin olunca ilerledim. Hava aydınlanmaya başlarken ben aşağı doğru olabildiğince hızlı inmeye çalışıyordum. Bir noktada asfalta geçildi. Birkaç koşucu birlikte ilerliyorduk. Asfaltta bir süre ilerledikten sonra işaret görememeye başladım ileride bir köy görünüyordu. Kontrol noktası mı acaba diye düşünerek devam ederken bir araba ve içinden Polat Dede çıkıverdi. Dönüşü kaçırdığımızı, geri dönmemiz gerektiğini söyledi. 3 koşucu geriye dönüp yokuşu tırmanmaya başladık. Grup halinde koşarken malesef sürü psikolojisine girilerek dikkat azalıyordu. Aslında biz dönüşte olması gereken görevliyi de görmemiştik. Fakat biraz ilerledikten sonra işareti fark ettik. Parkur patikaya bağlanıyordu. Bu kez görevli oradaydı. İlk kez kaybolmuştum. Yokuş aşağı hızla inerek kazandımız avataj geri dönme ile kaybolmuştu. Sinir bozucu olsa da kabullenmekten başka çare yoktu. Ne de olsa yarış daha yeni başlamıştı. Patikada olabildiğince hızlı olarak birkaç kişiyi geçtim. İlk dere geçişinde endişe ile nasıl geçeceklerini düşünenler vardı. Bir anda atlayıp ilerledim. Islanmaktan kaçınmak ultralarda saçmaydı, kurumak için yeterli vakit olacaktı. Adatepe ye doğru iyi bir tempo ile ulaştım. Kontrol noktasında biraz kola su karışımı içip, kafa fenerimi çantama koyup devam ettim.

    goshots.net
    goshots.net
    Adatepe den ayrılıp yine patikaya daldık. Bu kısımlar patikaların biteceği segmentlerdi. Sonrası daha çok traktör yolları, bozuk köy yolları ile sürecekti. Patikalı bu kısımlarda kimi zaman zeytin bahçeleri içine dalarak, kimi zaman minik derelerden geçerek ilerledim. 3 4 kişi birlikte ilerliyorduk. Bir kısmı 35k koşucusuydu. Onlarla ve 80k koşan sabah da birlikte kaybolduğumuz Adem Işık ile ilerliyordum. Yarışın bu kısmında özellikle büyük bir dere geçişinde dizlere kadar suya giriyor, çok hoş bir köprüden de geçiyordunuz. Suya girmek ve kurumak konusunda ayakkabılara büyük iş düşüyordu. Kullandığım Salomonlar ıslanma sonrası hışırdama sesini bir süre çıkarıyordu. Bu biraz sinir bozucuydu. Ama kuruması çok kötü değildi. İlerleyen kmlerde problem olup olmayacağını henüz bilmiyordum. Bir noktadan sonra tırmanmaya başladık. Batonlarla tırmanmaya alıştım diyebilirdim. Bacaklarımı korumama yardımcı oluyorlardı. 35k grubu hızlandı ve kayboldular. Doyran a artık Adem ile ilerliyorduk. Yarışın kalan kısmını da birlikte koşacaktık.




    Doyran da biraz kola su karışımı, biraz tuzlu limon atıştırıp tatlı bir şeyler de tıkıştırarak sularımı tazeleyip yola çıktık. En yıpratıcı bölüm burası olacaktı. Fakat sonunda Dedepınar istasyonunda çorba vardı. Tek teselli olarak bunu görüyordum. Hızla tırmanmaya başladık. Dik kısımlarda hızla yürüyor, batonlarla tırmanıyor, koşulabilir kısımlarda ise koşuşturuyordum. Ayaklarımda garip hisler vardı. Gün içinde dere geçişlerinin etkisi ile oldugunu düşünüyordum. Muhtemel büller oluşacaktı. Henüz tolere edilebilir düzeydeydiler. Dik tırmanış bezdiriciydi. Batonların özellikle bu kısımlarda çok faydası oldu. Her çıkışın bir inişi vardı ve inmeye başladığımızda acı tam olarak bu noktadan sonra başlayacaktı. Bozuk traktör yolları irili ufaklı kayalarla taşlarla kaplıydı. Başlı başına vücuda stres oluşturan inme eylemini daha da ızdırap haline getiriyorlardı. Ayak tabanlarım burda farklı bir aşamaya geçtiler. içerde büller oldugundan emindim artık. Dizlerim ağrımaya başladı, sol diz arka yan kısmında ağrılar oluşmaya başladı. Tüm her şeye rağmen inmek bir türlü bitmek bilmedi. İşin komik tarafı acılar içinde bacakları korumaya çalışırken inerken yan tarafta muhteşem bir manzara olmasıydı. İniş sonrası bu kez bizi bekleyen yepyeni bir tırmanış vardı. Bu kısımda yorgunluk belirtileri ve acı belirginleşmeye başladı. Tırmanışın başında her yanım ağrı içindeydi. Ayak tabanımdaki sinyaller parmaklarımda büller oldugunu tabanda büller oldugu hissini veriyordu. Üzerine bastığımda acı veriyorlardı. Acının daha alt düzey olanları bastırması ile açıklayabileceğim şekilde, diz ve peroneal tendinit ağrılarımdan eser kalmamıştı ilginç biçimde. Bu kısımda tırmanırken bir değişim geçiriyordum aslında. Artık vücudun konfor düzeyinin dışına çıkmıştım. Geri kalan kısım böyle geçecekti. Buna alışmanın bir yolunu bulacak ve devam edecektim, aksi halde yarışı bırakacaktım. Tırmanış sürdükçe enerjim de azalmaya başlıyor, kötü düşünceler, geri kalan kmleri hesaplama düşünceleri zihnimi ele geçirmeye başlıyordu. Bunlar olurken yokuş gittikçe dikleşiyor ve zemin kötüleşmeye devam ediyordu. Bir noktadan sonra düşünceler büyüdü büyüdü ve müdahale gerektirdi. Çantamdan bir tahıl barı çıkarıp yedim, üzerine biraz su içip müzik çalarımı çıkardım. Zihinsel savaşı başlatmıştım. Batonlara asılıp tırmanmaya devam ettim. tırmanış bitince diğer kas gruplarını çalışmak her zaman kolay olmuyordu biraz yürüyüp kendime geldikten sonra Dedepınar a doğru inmeye başladık. Çorba bizi bekliyordu.


    Dedepınar da bir hesap kitap yaptım. Görevliler sağlık açısından sorunumuz olup olmadığını sordu. Ayaklarımda büller vardı. Ama bunlarla ilgilenerek zaman kaybetmek istemiyordum. Ayrıca dropbag getirmemiştim. Belki yedek ayakkabı getirip değiştirseydim iyi olabilirdi. Ama şimdi düşündüğümde çok fark yaratacağından emin değildim. Çantamda yedek çorap vardı, değiştiririm düşüncesi ile koymuştum. Fakat onların da durumu değiştirmeyeceğini düşündüm. Çorbanın tadını çıkardım. Bu noktada iyice beslenip moralli biçimde yola çıktık. Çamlıbel istasyonuna yaklaşık 10 küsür km vardı. Hızlı inmeye başladık, ayaklarımı önemsememeye başlamış ve iyi bir tempo yakalamıştık, yorulduğumuzda durup yürüyüşe geçiyor geri kalan kısımlarda koşuyorduk. Asfalt kısma kadar her şey yolunda gitti. Asfaltta inmeye başladığımızda işaretleri de bir yandan takip ediyordum. Yol beklediğimden uzun sürdü ve bir kısımda işaretler sıklaştı, ardında bir şey görmedim ve devam ettik, işin tuhafı ileride yerde koparılmış işareti görünce doğru yoldayız diye düşünüp yokuş aşağı biraz daha ilerledik.. Yaşlı bir amca bizi uyarıp geri döndürene kadar... Yine kaybolmuş, bir dönüşü kaçırmıştık. Yaklaşık bir maraton mesafesi koştuktan sonra hızla bir yokuş inip geri dönmek zorunda olmak, yarışın en moral düşürücü anlarından biriydi. İşaretlere dönmek bize yarım saat kaybettirdi. Tekrar kaybolmanın etkisi de bir hayli tempomuzu etkiledi. Malesef hatada bizim payımız büyüktü ama yarış boyuca kimi noktalarda işaretlerin kötü yerleşiminden dolayı sıkıntı yaşamıştık. Bazılarının yerinin değiştirildiğini dahi düşünmüştük. Yanlış yöne giderken yerde buldugumuz işaret belki onlardan biriydi. Her şeye rağmen ultraların doğasında kaybolmak da vardı. Çamlıbel e bu moralle ulaşmak zihinsel açıdan zor oldu.

    goshots.net


    Bu noktada epey beslenip çorbayla yine tazelendik. Kaybolmanın verdiği çöküklüğü biraz olsun üzerimden atabilmiştim. Bitirme kararlılığı sapasağlam duruyordu. Buna tutunacak ve acıları umursamadan devam edecektim. Ayaklarım mı? Hala aynı durumdalardı. Her adım attığımda bir acı diğerini izliyordu. Ama bir noktadan sonra önemsememeye başlıyordum. Çamlıbel den Beyoba ya doğru daha kararlı ilerlemeye başladık. Bu kısımda yine zeytin bahçeleri içine daldık. Dik inişler canımı yakmaya çalıştı. Zaten beni protesto etmekte olan bacaklarım duruma alışmıştı, tek şikayetçiler zavallı ayaklarımdı. Adem ile yol/koşu/ultra dostluğumuz sürüyordu. 2 kere kaybolarak yeterince aksiyon yaşamıştık. İkimizin de ilk 80k lik koşusuydu. Bazen o beni, bazen de ben onu izleyerek dere tepe çamur taş demeden ilerlemeye devam ediyorduk.



    Beyoba ya geldiğimizde artık sonlara doğru gelmiştik. Yine biraz çorba ile başlayıp bir şeyler atıştırdıktan sonra görevlilerin finishte görüşürüz dilekleri ile yola çıktık. 16 küsür kmlik son bir segmentti bu. Yarış 83.583 km ile bitecekti. Fakat bizim iki kez kaybolmamız ile bu bizde biraz daha fazla olacaktı. Son segment mesafe olarak fazla olsa da, tırmanış ve iniş açısından masumdu. Şelaleli bir kısma kadar yol biraz bozuluyordu yalnızca. Şelalenin sesini duymaya başladığımızda iri taşlarla dolu dar bir yola girdik.
    goshots.net

    Bu kısımda fotoğrafçılar bizi bekliyordu. Şelaleyi de geçince asfalt yol ile devam ettik. Hava kararmaya başlamıştı. Bir süre ilerledikten sonra fosforlu işaretleri de görmek açısından kafa lambamı tekrar taktım. Açmamla birlikte pil zayıf uyarısı vermeye başladı. Bir süre sonra sönecekti. Söndüğünde Adem in ışığını takip ederek devam etmeye başladık. Hava beklediğimden daha hızlı karardı. Biz tarla yollarında devam ediyorduk. Gece fosforlu işaretler yolu bulmamıza yardımcı oluyordu. Karanlıkta ilerlerken her adımımla daha uzağa gittiğimi, kişisel mesafemi arttırdığım aklıma geldi. Bu noktada bazen topuk veya tabanımda ani bir acı ile sıcaklık artışı saptamaya başlamıştım, zaman zaman büller patlıyordu. Onlar da belli bir stres eşiğinin sonuna gelmişlerdi anlaşılan. Zeytintikler arasında şehre yaklaştığımızda bir noktada sadece sol kısma konmuş bir işaret gördük. Etrafta fosforlu işaret yoktu. karşıda yoktu. Sola dönmemiz gerektiği anlamına geldiğini düşündük ve ilerledik. Daha sonra bir daha işaret göremedik. Bitişe yakın tekrar kaybolmuştuk. Bitirmeye yakınken tekrar böyle olması bu kez çok da canımızı sıkmadı, sadece bir an önce burdan kurtulmanın hesaplarını yapmaya başladık. Telefonumdan haritadan nasıl ulaşabileceğimize baktım. Otobana inip otele taksiyle geldiğim yolu kullanmaya karar verdik. Giderken ara yolları denesek de kaybolma riskini arttırdığını gördük. En belirgin olan yolda karar kılıp devam ettik. Sola döndüğümüz noktada işareti tartıştık. Başka işaret olmadığından emindik bu kez. Otobana indiğimizde yolun kenarında koşarken nasıl göründüğümüzü düşündüm. Bir an farklı bir dünyadan buraya gelmişiz hissine kapıldım. Bir süre ilerledikten sonra Güre yönüne giden yol için sağa döndük. Son 1,5km deydik artık. Artık kendi yolumuzu seçtiğimizden işaretler umrumuzda değildi. Otelin ışıkları göründüğünde artık bitmişti. Girişteki halıdan aynı anda geçmeye karar vererek yarışı bitirdik. 3 deyince sol ayakla geçecektik. 1...2.. ve 3 finish!
    goshots.net
    Bir maceranın daha sonuna gelmiştik. 3 kez kaybolmak zihinsel anlamda bir dalgalanma yaratsa da, madalyalarımızı takmış otururken önümüzde olan iki yarışçının bizden sonra gelmesi ile şaşırdık. Kaybolan yalnızca biz değildik. Parkurda Strava kaydıma göre tam 88km gitmiştik. Yani resmi mesafeden yaklaşık 5 km fazlalık. Yani 100 km ye çok da bir şey kalmamış demekti benim için. Planladığım diğer yarışlar o an asla aklıma gelmese de yarış sonrası dinlenip kendime geldiğimde bu mesafe moral verici bir şeydi. Parkurda yükselti fazla olmasa da bol iniş ve çıkış olması, durağan bir parkur olmaması ile hafife alınabilecek bir parkur olmadığını göstermişti. Patika bölümlerin az olması belki bir eksiklik sayılabilirdi. İşaretlemeler konusuna gelirsek yarış sonrası işaretlerin bir kısmının yerel halk tarafından koparıldığını duydum. Bazı noktalarda daha fazla işaret olması gerektiğini düşünüyorum. 35k sonrasında bazı noktalarda sıkıntı yaşamıştık. Kaybolmanın da etkisi ile paranoyak davranmış ve durup düşündüğümüz emin olamadığımız noktalar olmuştu. Bu açıdan eksikliklerin gelecek yıllarda düzeleceğini umuyorum. Kaybolmak bu tarz mesafelerde koşmanın doğasında var. Bundan kaçınmanın yolları da yine kişisel dikkatten geçiyor. Birçok anlamda mücadele ettiğimizden, sadece hızlı koşmakla değil, aynı zamanda dikkat ve gücü yitirmemekle başarı geliyor. İlk 80K (88km) bittiğinde kendimi hızlıca kontrol ettiğimde çok da kötü geçmediğini düşündüm. Ayaklarım haricinde bir problemim yoktu. Daha sonra kontrol ettiğimde büyük bir sıkıntıları olmadığını gördüm. Yedek ayakkabı getirip dropbag e koymak kesinlikle yapmam gereken bir şey olarak tecrübe oldu. Batonlar ile tecrübem arttı, tırmanışı bol yarışlarda kesinlikle yardımcılar. Karanlıkta koşmak farklı bir duygu uyandırsa da odaklanmak daha kolay oluyor. Yine de bunların tecrübesi zamanla artacak şeyler.
    Hiçbir zaman tam olarak hazır olamama durumum ile bu kez yine daha uzaklara koşmuştum. 80k lık bir yarışı 88km koşarak bitirmiş, acıların üstesinden gelmeyi de başararak 12 küsür saat mücadele etmiştim. Zihinsel açıdan bunu bitirmeye inanmak, bunun planını yapmak, tüm bu çabanın ardında yatan en büyük etken bana göre. Çok daha zor olarak düşündüğümüz hedefler, yarışlar, hayaller aslında o an, onlara zihinsel olarak hazır olamadığımız için o noktadalar belki de. Finish sonrası tatlı ağrılarımla yemek yemeye doğru giderken bizi görüp tebrik eden insanları gördükçe mutlu olan ben, saatler öncesinde parkura lanet eden, inişlerde inleyen halimi hayal ettim. Konfor alanımız dışında saatlerce mücadele ettikten sonra ertesi sabah uyandığımda beni yeni yarış planlarına sokan daha uzaklara koşma isteği, ne tuhaf dalgalanan bir duygu...
    Ülkemiz sporuna böyle bir organizasyon kazandırılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Özellikle biz koşanlar için gönüllü olup çorba hazırlayan köy teyzeleri için ayrıca teşekkür ediyorum. İstasyondaki gönüllülerin yerleri her zaman ayrıdır. Saatlerce koşucu bekleyip ihtiyaçlarımızla ilgilendikleri için her daim teşekkürü borç bilirim. Yarış içerisinde tanışıp adını unuttuğum tüm koşuculara teşekkürler. Yarışın büyük kısmını birlikte koşarak ultra/koşu/dert ortağı olduğum, birlikte üç kez kaybolduğum Adem Işık ı öncelikle kutlar, bana eşlik ettiğinden dolayı da teşekkür ederim. Eminim daha başka yarışlarda, daha başka parkurlarda yine karşılaşacağız.

    Daha uzaklara koşma dileğiyle...





    15 Kasım 2016 Salı

     

    2016 İSTANBUL MARATONU


    "You have to forget your last marathon before you try another. Your mind can't know what's coming." - Frank Shorter

    42K parkuru

    13 Kasım Pazar günü dördüncü maratonumu koşmak için İstanbul'daydım. Bu kez maratona çok odaklanmamıştım. Bir şekilde biteceği ve daha iyi biçimde biteceği umuduyla katılıyordum yalnızca. Kafamda daha büyük planlar, daha farklı yarışlar vardı. Bir de olmaması gereken bir şey daha vardı; son koştuğum, kendimi iyi hissettiğim ve güzel bitirdiğim Antalya maratonu... Tecrübe edinmek vakit alan bir durumdu. Uzun mesafe koşularında edinilen tecrübe ise sizi tepetaklak edebilecek cinsten bir tecrübeydi. Pazar günü ben de farklı bir tecrübe edineceğimden habersizdim.
    Hazırlık süreci benim için sadece koşmaya devam etmek olmuştu her zaman. Bir plan uygulayamamış, haftalık kmlerini sayamayan biriydim hala. Tüm bunları yapabilmek için stabil bir hayat da gerekirdi tabii. Hayat kariyer koşuşturmacaları içinde ne kadar stabil olabilirse o derece stabildi benim için. Hal böyle olunca koşmaya devam ettim, biraz bisiklet ilave edip maratona doğru yola çıktım.

    Yanıma dört jel alıp koşacaktım. Havanın gece yağışlı olması yarış sabahı konusunda beni endişelendirince içlik giymeye karar verdim. Daha sonra havanın açması ile içlik giymem yanlış bir karara dönüşecekti.


    Kahvaltıda her zamankinin aksine biraz yağlı bir omlet yedim, bunun yarış başlayana kadar sindireleceğini düşünerek büyük bir hata yaptım. Herşeyden habersiz start çizgisinde yerimi aldım.
    Yeni bir şey deneyecekseniz, yiyecekseniz veya giyecekseniz bunu yarışta değil, daha öncesinde bir antremanda denemeniz gerektiğinin önemini çok işitmiştim. Uygulama konusunda ise nedense umursamamıştım.

    Yarış saat 9'da start aldı. Köprüyü geçtikten sonra havanın durumu içlik giyerek yanlış yaptığımın sinyalini vermeye çoktan başlamıştı. Beşiktaş'a inene kadar tempomu bulmaya çalıştım. Fakat yokuş aşağı inme bittiğinde tuhaf bir his vardı. Yarışın başında start heyecanı ile çok farkına varamasam da artık farkındaydım. Sanki birşeyi tam sindirememe hissi, midemin olması gereken yerde bir şişkinlik bir tuhaflık hissi.... Aynı zamanda bacaklarıma güç iletmekte de zorlanıyordum. Oysa daha herşeyin çok başındaydım. Önümde kmlere ilaveten zihinsel bir süreç de vardı. Bunlara daha önce sağlam girmiştim, bu kez mide problemi ile girecektim. Bu olumsuzlukları düşününce negatif düşüncelere odaklanmaya başladım. Bilgisayar oyunlarında kötü oyun halinde kapatıp tekrar başlama seçeneğini seçmek gibi, maratonu başa almak istedim adeta. İstasyonlardan su içmeyi ihmal etmeden ilerliyordum ama bacaklarıma gitmesi gereken kan akımının bir kısmı hala mideme hücum ediyor gibi bir hal vardı. Belki kusarım diye düşündüm fakat kendimi zorlasam da olmadı. Bir saatin sonunda ilk jelimi yedim, alternatif biçimde bacaklarımı bir şekilde uyarmasını umdum. Olmadı.

    Midemdeki tuhaf his ve bacaklarımdaki güçsüzlük başlarda hızımı çok etkilemese de sınırda ilerliyordum. Fakat basma şeklim topuğuma doğru kaymıştı. Bu, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu tek başına. Bu biçimde ilerlemek darbelere daha fazla maruz kalma, ayak problemleri, diz problemleri ve fazlasına mal olabilirdi...

    20. km Yenikapı Sahili'ne ulaşılan kısımdı. Burası parkurda en nefret ettiğim kısmına giriş demekti benim için. Akıl oyunları bu kısımlarda başlıyordu normal şartlarda. Anormal şartlar da eklenince durum daha kötü olacak diye tahmin ediyordum. Güneş, gece boyu ve sabahın erken saatlerinde yağan yağmurla adeta dalga geçercesine belirmişti. Koşulan yönün tam tersi yönde esen rüzgar ilerlemeyi güçleştirerek adeta olaya tuz biber oluyordu. Bu kısımlardan Ataköy dönüşüne kadar hayatımda ilk kez bir yarışı bırakmak istedim. Planlar yapmaya başladım. Bırakırsam nasıl dönecektim peki? Acaba benim gibi düşünen başkaları var mıydı? En iyisi şu istasyonda biraz su içip elma yiyip devam etmekti. Ama işe yaramadı gibi, bıraksak mı artık? Şeklinde zihnimle kavga ediyordum adeta. Hızın önemi kalmamıştı artık, sadece ilerlemeye çalışıyordum. Bir süre sonra her iki ayağımın iç yüzünde ağrı hissetmeye de başladım. Sabah yağmuru ayakkabılarımı hafif ıslatmıştı. Bunlar bül sinyali, tahriş sinyalleriydi. Ağrı ve düşünceler dayanılmaz bir seviyeye ulaştığında yürümeye başladım. Bu yarış en iyi maraton denemem olmayacaktı, ama hiçbir yarışı yarım bırakmamıştım, bunu da bırakmamaya karar verdim. Bacaklarım enerjiyi kullanamadan dövülmüştü, midem fena değildi, bunların beni yıkmasına izin veremezdim. Koşmaya tekrar başladım. Artık bitirmek hedefiyle yol alıyordum. Ataköy dönüşü sonrası biraz daha iyi hissetmeye başladım.

    Dönüşü yapıp artık dümdüz ilerleyeceğimi düşünerek biraz motive oldum. Jelimi yedikten sonra esas basma biçimim ile ileri atıldım. Başlarda böyle olsam sürdürebilirdim belki, fakat ayaklarımdaki tahrişlerin izin verdiği ölçüde devam ettim. Bazen ağrılar çok arttığında istasyona kadar dayanıp suyu yudumlarken yürüyüş moduna geçerek de olsa devam etttim. Sadece ayaklarım değil, dizlerim de ağrımaya başlamıştı. Basma biçiminin önemi kalmamıştı, bir şekilde ilerliyordum artık. Bir yandan da neden böyle olduğunu düşünüyordum.

    Beslenme başlı başına bir meseleydi yarışlarda. Bunun bir standardı olmadığı gibi şartlara göre de değiştirmek gerekebiliyordu bazen. Hepsinden önemlisi yeni şeyleri mutlaka öncesinde denemek gerekiyordu. Tecrübesizce yaptığım kahvaltı ile, bacaklarıma gitmesi gereken önemli miktarda kanı mideme çalmıştım. En azından benim vardığım sonuç bu yöndeydi. Sadece bu muydu peki? Asla emin olamazdım, birçok değişken mevcuttu.

    fotograf - Barış Gider


    Son kmlere girdiğimde pek yorgun olmadığımı farkettim. Sorun potansiyeli kullanamayıp harcamış olmaktı. Hız konusunu uzun süredir düşünmediğimden, saatimi kontrol etmek ancak Gülhane parkına girdiğimde mümkün oldu. En azından 4 saatin altında bitmeliydi bu yarış. İçim burkuldu, bu parkuru bir türlü kendi ifademle ''alt edememiştim''. ''Daha sonra belki..'' diyerek bir kez daha binbir eziyet ile sonlandıracaktım. Sultanahmet'e doğru ilerlerken zaten harcamadığım enerjiyi son düzlükte eritebilmek adına bastım gaza. Finish çizgisi ve saati görebiliyordum. 3.58 küsürdü, biraz daha hızlandım, ve düşündüğüm gibi 3.59 sona ermeden bitiriverdim.

    Yarıştan geriye kalanlar: her iki ayak tabanı iç yüzünde bir buçuk santimlik büller, biraz kas ağrısı, sağ ayağımın dış kısmında pis bir ağrı, e tabii  bir de hatıra madalyası...




     

    20 Haziran 2016 Pazartesi

    ULUDAĞ ZİRVESİNE KOŞMAK


    Bazen yanıbaşımızdaki şeylerin farkına varamayız. Keşfedilmeyi bekleyen bir çok yer, bir çok şey varken bunlara özlem duyarız. Haftasonu için Bursa ya gitme planı yaptığımda koşmak istediğim aşikardı. Mezuniyet süreciyle birlikte birçok şey garip hale gelmişti. Hiçbirşey eskisi gibi değildi. Bir dönüm noktasıydı yaklaşılan. Bu tür boşluğa düşme anları, hayatta bağlantı noktalarıydı bana göre. Bir aşamadan diğer bir aşamaya. Bu derin düşünceler içinde huzura ve motive olmaya duyduğum özlemi tek giderebileceğim yol, koşarak iç huzuruma tekrar ulaşmaktı. Uludağ a çıkma fikri böyle beliriverdi bir sabah zihnimde işte. Günün geri kalanını hiç bir bilgim olmadığından araştırmaya ayırdım.

    İlk planladığım Uludağ a ulaşmak oldu. Teleferik tam gideceğim güne kadar bakımdaydı. Bu yüzden dolmuş tercih etmem gerekecekti. Dolmuşlar ile Oteller Bölgesi ne ulaşmam yetecekti. Sonrasında dağcılık tecrübesi olmayan ben cep telefonum ile bulduğum bir zirveye tırmanış rotasını kullanacaktım. Çantamı her olasılığı düşünmeye çalışarak hazırladım. Tek başıma olacaktım. Yolda başka ekiplere de rastlama ihtimali de vardı fakat bu yalnız yapacağım bir yolculuk/koşu olacaktı. Babam bana eşlik etmekte ısrar edince onu Oteller Bölgesi nde bırakıp koşuma başladım. Önce küçük zirveye tırmanıcaktım ardından rotaya da göz atarak gerçek zirveye ulaşıcaktım. İtfaiye binasının ardındaki toprak yoldan ilerliyordum.

    Küçük zirveye doğru
    Toprak yoldan giderken görünen ilk zirve aslında sadece bir başlangıç olup küçük zirveydi. Ancak yaklaşırken burası olmalı diye düşünememe yol açtı kimi zaman. Rotamı kontrol ettiğimde gerçek daha yeni başladığımdı. Karlarla kaplı dik bir kısma geldiğimde rota burayı tırmanmam gerektiğini gösteriyordu. Evet, eğlence şimdi başlıyor diye düşündüm. Yukarıdaki erimekte olan kar yığınlarına doğru bakıp tırmanmaya başladım. Eriyen karlardan akan sular minik akıntılar meydana getirmiş, suyun etkisi ile yemyeşil bir alan oluşmuştu tüm sıcaklığa rağmen. Diğer kısımlar genellikle stabil olmayan irili ufaklı kayalardan oluşuyordu. Tırmanırken kimi zaman tehlikeli olabilen bu kısımlar özellikle daha kalabalık gruplar için tehlikeli olabilirdi. Sabırla tırmandım ve mümkün olduğunca stabil kısımları kullandım. Tırmanış sonrası karşıma ne çıkacak diye düşünerek en sonunda tepeye ulaştım.
    Tırmandığım kısım

    Eriyen karlar ve oluşturduğu minik akıntılar
    Tepenin ardı adeta ıssızdı. Daha stabil irili ufaklı kayalar, baba dedikleri büyük kayalar ve kocaman bir hiçlik. Bu kısımda biraz daha yeşil bir zemin vardı fakat küçük zirvenin tepesine doğru kayalara dönüşüyordu. Bu kısımda biraz arka uçuruma yaklaşıp aşağıya baktım. Fakat sıcağın etkisi bir sis perdesi ardından görmeme izin veriyordu ancak. Geniş bir manzara olsa da çok net değildi. Bu kısımda biraz rotadan saptım ve araziye meydan okuyup dik olarak zirveye doğru, kayalarla didişerek ilerledim. Müzik çalarım kulağımdaydı. Güneş henüz tam tepeye ulaşmamıştı, rüzgar ise beni kuru tutuyordu. Ellerimle destek alarak yukarı doğru tırmanırken müziği kapadım ve rüzgarın sesini dinledim. Başka hiçbir ses yoktu.


    Herşeye rağmen çiçekler
    Kafamı pek kaldırmadan tırmanıyor bir yandan da rotadan çıktığımı fakat biraz yükseldikten sonra tekrar rotaya gireceğimi düşünerek ilerledim. Kaya dolu bu zemine rağmen mavili sarılı çiçekler açmayı başarmış beni selamlıyordu. Tepenin sırtına ulaştığımda önümde geniş bir ova vardı, yan tarafım uçurumdu. Arkamı dönüp fotoğraf çektim.
    Geriye dönüp baktığımda

    Bu ova sonrasında zirve gözükecek
    Rotadan çıktığımı farkediyordum. Bu ovadan sonra zirve de görünür diye düşündüm ve ilerde patikaya benzer bir yol gördüm. Ovanın diğer ucundaydı, rota aynı noktayı gösteriyordu. Böylece oraya doğru koşturmaya başladım. Biraz düzlük bacaklarıma iyi gelmişti. Bu kısımda iyi hissettim ve hızlandım. Diğer uçta kayaların arasında belli belirsiz bir yol vardı, rotaya da uyunca onu takip etmeye başladım. İleride ikiye ayrılacak ve ben sağ kısımdan devam edicektim. Arazi iyice ıssızlaşmıştı, artık yalnızca kayalar vardı. Minik tepeyi de aşınca epey ileride zirveyi gördüm. Ona doğru kıvrılıp giden takip ettiğim yol devam ediyordu. Heryer kayalıktı, bazen sağa sola bakıp ne kadar yalnız ve ıssız bir yer diye düşündüm. Böyle anlarda müziği kapatıp etrafı dinliyordum, rüzgar harici bir ses duymayı bekliyordum. Huzurlu hissediyordum, Doğada yapayalnız olmak ilk başlarda ürperti verse de, hiç gitmediğim bir yere böylesine ani karar vererek gelmiş olmam, bu derece bir ıssızlıkta olmak hoşuma gitmişti. Bazen yeni şeyleri denemek için kendimizi zorlamamız gerekir. Yeni bir şey yapmak, bilinmeyeni gidip görmek keşfetmek için, kendimizi iteklemeli ve daha ileriye yönelmemiz gerekirdi. Sabah erkenden kalkıp kendimi iteklemiş ve buralara gelmiştim. Şimdi zirveyi seçebiliyordum, nasıl bir yer diye düşünüp yine kendimi itekledim. Kayaların arasında koşuşturarak devam ettim.

    Artık zirve görünüyordu.
     Yol sırtlardan devam edip zirveye doğru gidiyordu. Bu kısımlarda iyice hızlandım, koşmak daha da zevkli bir hal aldı. Yamaçlara doğru yaklaştığımda yol daraldı. Kimi zaman kayalar tehlikeli olabildiğinden dikkatli fakat yavaş olmayan bir tempoda koşmaya devam ettim. İlerledikçe sağ yanımda uçurum belirginleşmeye başladı. Çok aşağılarda bazı yerleşim yerleri gözüküyordu, muhtemelen köylerdi. Patikanın olması ilerlemeyi büyük ölçüde kolaylaştırmıştı. Yamaçlarda ilerlerken manzara ve görüntü çok güzeldi. Keşke daha iyi bir fotoğraf makinam olsaydı diye düşündüm.


    Zirvenin yamacına iyice yaklaştığımda artık patika silinmeye başladı. Biraz daha dik tırmanmaya başladım. Bir şeyleri takip etmektense daha zorlu fakat alternatif yollar yaratmakta usta olmuştum. Tempom iyiydi. Biraz dik ilerledikten sonra sırta ulaşmış oldum. Artık zirveye çok az kalmıştı. Bayrağı seçebiliyordum. Son bir tırmanış vardı, onu da koşturarak tamamladım ve zirvedeydim.

    2543 metredeydim.
    Zirvede yalnız değildim. Başka dinlenenler de vardı. 3 kişilik bir dağcı ekibi ile tanıştım ve fotoğraf çekmelerini rica ettim. Etrafı çekip duran benim için bulunmaz bir fırsattı. Herşey ayaklarımın altındaydı. Zirvenin altında göller bölgesi denilen yer vardı. Yukarıdan muhteşem gözüküyorlardı. Kenarlarında kamp yapanları bile görebiliyordunuz. Zirvenin rüzgarı altında biraz oturup dinlendim. Biraz atıştırarak kendimi ödülendirmeyi ihmal etmedim. Zirvedeki anı defterine birşeyler yazdım. Biraz etrafı izleyip huzurun tadını çıkardım. Görev tamamlanmıştı. Beklediğimden çok daha kolay biçimde buraya ulaşmıştım. Yorgun değildim. Yol boyunca biraz kendimi biraz kendi iç dünyamı dinleyip gözden geçirmiştim. Bu sürecin sonun bir zirveye ulaşmak bir sonlanma noktası olmuştu. Birşeyler başarmanın getirdiği hislerdi belki, ya da kafamda kurduğum bir görevi tamamlamanın verdiği rahatlık hissi.




    Dönüşte daha farklı bir tutum sergiledim. Rotayı kapamıştım, hiçbir yükseltiyi kaçırmamaya karar verdim. Biraz iniş antremanı iyi olur diye düşündüm. Zirvenin yanındaki tepete koşturdum, kendimi aşağıdaki patikaya kadar bıraktım. Kayalarda inerken dikkatli olmak gerekiyordu, bir noktadan sonra herşey otomatik ilerlemeye başladı. Hızım artmıştı, patikaya ulaştığımda hızla geri yönde ilerlemeye başladım. Yol üzerinde başka ekiplerle karşılaştım, bir çoğu koşmama şaşkınlıkla baktı, kimisi durdurup biraz sohbet etti, kimi takdir etti. Bu grupları ardımda bırakıp koşturmaya devam ettim. Dönüş yolunda pek zaman kaybetmek istemedim, zamanımı diğer tepelere de tırmanmaya saklamak istedim. Patikada daha hızlı ilerleyip ovaya kadar ulaştım, burda bu kez patikayı izledim. Küçük zirveye ulaştığımda iki seçeneğim vardı, patikayla daha kolay inmek ya da kendim ortaya karışık bir şeyler denemekti. Tabii ki yine ellerim dizlerimde tırmanmaya başladım. Küçük zirveye ulaşıp aşağı koşmaya karar vermiştim. Yüksek tempolu bir tırmanış yaptım, sonunda biraz soluk soluğa kalıp biraz mola verdim. Aşağıda ilk tırmanış yaptığım dik yamacı gördüm ve aşağı doğru tekrar hızlandım. Nasıl göründüğüm konusunda bir fikrim yoktu ancak peşimde bir miktar kaya parçalarını da sürüklüyor olmalıydım. Yabancı bir çift aşağılarda daha güvenli bir noktadan fotoğrafımı çekiyorlardı, o an muhtemelen çok saçma göründüğümü düşündüm.


    İniş bitince artık sona yaklaşmıştım. İlk tırmanışımı yaptığım noktadan tekrar aşağı doğru inmeye başladım, burası stabil bir zemin olmadığından peşimde daha fazla kaya parçası sürükleyerek daha dikkatli olmaya çalışarak aşağıya indim. Artık toprak yoldaydım, onca tırmanış ve iniş sonrası oldukça sıkıcı gözüküyordu. Sularımın son damlaları ile Oteller Bölgesi ne doğru ilerledim.
    İnsanın doğa karşısında büyülenmesi ne demek bir kez daha anlamış oldum. Bazen gidip denemek hepimize inanılmaz zor gelir, savunma mekanizmalarımız bize olası kötü senaryoları hatırlatarak bizi caydırır. Modern hayat tarzı bizi genetik bilgimizde olan birçok şeyden uzaklaştırıyor, köreltiyor bana göre. Bazen köklere inmek isteriz, doğa karşısında çaresizlik, doğaya karşı farkındalık. Küçük dünyamızı biraz daha ötelere genişletmemiz gerekir kimi zaman. Tüm bunlar başlarda kararlılık ve çabayla gerçekleşmekte malesef. Fakat sonucunda ulaşılan huzur ve memnuniyet belki de hepsinin üstünde kalıyor bana göre. Çevremizde farkında olmadığımız buna benzer birçok zirve var belki de, somut ya da soyut anlamda. Gidip keşfedemedikten sonra ne anlamı kalır ki bütün bunların?

    30 Nisan 2016 Cumartesi


    2016 İstanbul Yarı Maratonu


    İstanbul Yarı Maratonu nun yeri benim için ayrıydı. Katıldığım ilk yarıştı 2014 yılında. O zamanki heyecan ve bilinmezliği unutmak zor benim için. 2 yıl önce farkında olmadığım bir başlangıçtı. Zor bir başlangıçtı. Aradan geçen zaman çok fazla olmasa da, benim için araya giren kilometreler daha fazla gibi oldu. Bu yıl 24 Nisan cumartesi pazar sabahı yarışa gitmek için Yenikapı meydanına yürürken kendimi geçmişle kıyaslıyordum adeta.

    Parkur

    Parkur Yenikapı miting alanından başlıyor Eyüp dönüşünden sonra tekrar Yenikapı da bitiyordu. Daha öncesinde nasıl geçicek dediğim 21k artık nasıl daha hızlı geçicek haline dönmüştü benim için. Bir hafta öncesi İznik 50k dan sonra hiç koşmamış ve dinlenmiştim. Hız antremanı açısından eksiklerim oldugu aşikardı. İntervali çok sevmemiştim açıkcası. Kendimi dinleyerek ilerleyip olabildiğince hızlı bitirmeyi hedeflemiştim plan olarak. Geçen yıl 1 sa 38 dk gibi bir süre ile bitirdiğimden, bu kez kafamda 'bir bucuk saat altı?' düşüncesi yer edinmişti. Denemeye kararlıydım.

    Yarış öncesi Alperle birlikte
    2014 de birlikte koştuğumuz Alper de bu yıl ilk 21k sını koşacaktı. Ayağında stres fraktürü ve tendinitleri ile koşacağı için yarış öncesi bandaj planlamıştık. Deneysel bir koşu olacaktı onun için. Çantaları emanet ettikten sonra biraz ısındık sonra birbirimizi kaybettik. Bitişte bulabileceğimi düşünerek starta yakın bir yer edinmeye gittim. Kalabalıktı, katılım fazlaydı. Hava hafif bulutlu oldugundan güneş gözlüğü almadım. Fakat güneş yine beni yanıltacak, Eyüp dönüşünden sonra meydana çıkıp rahatsız etmeye başlayacaktı. Start ile birlikte çok vakit kaybetmeden hızlandım. Meydandan çıkıp yola girdiğimizde hızımı kontrollü arttırıp orta kararda bir tempo bulmaya çalıştım. Bir süre sonra tempoma kavuştum ve onu korumayı planlayarak ilerledim. 21k da olsa ikinci yarı önemliydi. Gücü kontrollü kullanıp yarıştan düşmemek, bir yandan da hızlı bir yarış çıkarmak az da olsa plana dayanıyordu. Denizi izleyerek, müzik dinleyerek Eminönü ne vardığımda vapurlar bizi selamlıyordu. Hatırı sayılır bir insan kalabalığı da vardı. Su istasyonlarında biraz su alıp kendimi ıslatarak devam ediyordum. Bu kısımlarda biraz daha kontrollü gidip tempomu hafif düşürerek dönüş hazırlığı içine girdim. Dönüşte bir jel yiyerek devam ettim. Güneş etkisini gösteriyor ve tam karşıdan rahatsız ediyordu. Dönüşten sonra biraz ilerlediğimde sağ quadricepsimde bir gariplik vardı. Yorgunluk hissi ile tembellik hissi arasında bir durumdu. Yeteri kadar çalışmıyor gibiydi. Aklıma direkt İznik yorgunluğu geldi. Hızlı bir tempoyla hemen bir hafta sonra yarış koşmanın kağıt üzerindeki kadar kolay olmadığını düşündüm. Bu garip hisse rağmen devam ettim. Tekrar Eminönünden geçerken parkur kalabalıklaşmıştı. 10k yarışçılarının arasından sıyrıla sıyrıla ilerledim. Gülhane tarafındaki hafif eğimi kolaylıkla hızla geçtim. Son kısımlara gelmiştim artık eforu yükseltmem gerekiyordu. Bu kısımlarda hızımı istediğim gibi arttıramadım. Hem 10k koşucularının kalabalığını yarmaya çalışmak, bir yandan da az çalışan sağ quadricepsimi zorlamak derken çok hızlanamadım. Hedef süreyi kıl payı ile kaçırma düşüncesi belirginleşmeye başladı zihnimde. Biraz ilerledikçe bu düşünce daha da ilerledi ve gerçeğe dönüştü. 1:30 un altı olamayacaktı bu sefer. Hız antremanı yapmanın zamanının geldiğini farkederek son metreleri koşmaya koyuldum. Finishten sakin bir biçimde geçtim. 2 yıl önceki yıpranmış halimle, şimdiki hala koşabilecek durumdaki buruk halimi kıyasladım. Hatıra madalyasını boynuma geçirirken, bu koşmamın yıldönümü diye düşündüm...


    Çantama ulaşıp rüzgarlığımı giyip Alper i beklemeye koyuldum. İlk defa jel deneyip bunu kusmasına rağmen, ayağındaki bandaj ile ilk 21k sını bitirip madalyasını aldı. Koşu sonrası klasik analizlerimizi yaparak bir yıl dönümünü geride bıraktık. Daha uzaklara, biraz daha hızlı gitmek gerekiyordu sanırım..